Bir zamanlar geniş mezarlıklarla çevrili bugünkü Taksim meydanı ve Gezi parkı, klasik Osmanlı döneminde Taksim Bahçesi olarak adlandırılan, içinde bir kahvehane bulunan doğayla içiçe bir yaşam alanıydı.
Taksim, Galata’nın sırtlarında Osmanlı döneminde gelişen Beyoğlu’nun sona erdiği yerdi. Bizans döneminde küçük bir yerleşim olan Galata’nın diğer ucu ise meşhur kulesinin olduğu noktadaydı. Buradan itibaren zayıf bir kırsal yerleşim vardı. Boğaz’a ve Haliç’e bakan hoş manzaranın içinde dünya nimetlerini terkeden keşişler için inziva yerleri, manastırlar da olmalıydı. Bugün Galata Mevlevihanesi’nin ve Atatürk Kültür Merkezi’nin bulunduğu yerde birer manastır olduğu bilinir. Fetihten hemen sonra bölgede Galata Sarayı denilen bir saray, tekkeler, mescitler, hamamlar, çeşmeler inşa edilmiş ve hızla büyüyen bir yerleşim ortaya çıkmıştır. 16. yüzyıldan sonra Beyoğlu adını alan yerleşim Cadde-i Kebir denilen bir ana yol etrafında gelişmişti. Giderek yoğun bir doku oluşan cadde sonunda, Ayaspaşa ve Elmadağ civarında Galata ve Beyoğlu’nun büyük mezarlıkları bulunuyordu. Başlangıçta bu bölge, sanılanın aksine Müslümanların da yoğun olduğu bir yerleşim alanıydı. Nüfusu hızla artan bölgenin su ihtiyacını karşılamak için I. Mahmut 1730 dolaylarında annesi Saliha Sultan adına vakıf olarak bir su deposu ve maksem inşa ettirmişti. Bahçeköy’deki Balaban ve Eskibağlar derelerinin suyu 25 km’lik uzun bir yolculukla, kemerler yardımıyla taşınmış, daha sonra bu hatta Topuzlu Bendi’nin suyu da eklenmişti. Maksem arkasındaki depoda biriken su, Galata, Beşiktaş, Kasımpaşa’nın mahallelerine taksim ediliyordu. Bu su tesisinin inşaatından sonra çevresi yapının fonksiyonuyla bağlantılı olarak “Taksim” adıyla anılır olmuş. Yani “Taksim” İstanbul’un en anlamlı ve hikayesi bilinen semt adlarından biri.
Maksemin çevresinin küçük ağaçlıklar, geniş kırlar ile kaplı olduğu eski resimlerden, gravürlerden biliniyor. Beyoğlu ve Cadde-i Kebir’in yoğun yerleşiminden sonra birdenbire geniş bir boşluk ile karşılaşılıyordu. 1870’lerde büyük bir yangınla yokolana kadar bu yerleşim alanındaki yapılar ahşaptı. Yangın sonrası Türkiye’nin ilk modern anlamda belediye teşkilatlarından biri olan VI. Daire, yeni binaların kagir olarak inşa edilmesini sağlamıştı. Bugün bildiğimiz Taksim ve Beyoğlu bu tarihten sonra oluştu. Yerleşimin dışında bulunan büyük Müslüman ve Ermeni mezarlıklarının arasında tepeler ve çayırlarda geniş bir mesire yeri vardı. Buradaki Taksim Bahçesi, Osmanlı sarayının bahçelerinden sorumlu Bostancı Ocağı’nın ilgilendiği bir yerdi. Etraftaki kırlara giden avcıları da bu çevrede hayal etmek gerekiyor.
Meraklı gözlerden uzak doğa içinde vakit geçirmek isteyenler de bu bölgeye geliyordu. Bostancıların burada nargile ve kahve ikram ettikleri, üzeri kiremit çatılı, ahşap sütunların taşıdığı kahvehaneleri de meşhurdu.
Bu romantik ortamı değiştiren gelişme, 1803-1804’de Kapıkulu askerlerinin topçuları için III. Selim’in inşa ettirmeye başladığı büyük kışla binası oldu. Bina, arşiv belgelerine göre 1806’da bitirildi. Sultan saltanatı boyunca, Osmanlı ordusunu yeniden düzenlemeye yönelik birçok kışla binası inşa ettirmişti. “Taksim”, “Topçu” ya da “Beyoğlu” Kışlası gibi isimlerle anılan bu büyük kışlanın ömrü uzun olmamış, 1807’de Kabakçı Mustafa isyanında büyük ölçüde tahrip edilmişti.
Sultan II. Mahmud 1812’de kışla- nın onarılmasını emretti. Daha sonra da defalarca onarıldığı anlaşılan kışla, Dolmabahçe Sarayı’nın inşasından sonra daha da önem kazandı. 19. yüzyılda Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerinde büyük ölçüde yenilendi. Muhtemelen etkileyici oryantalist cephe ve köşelerdeki sivri külahlı, kubbeli kuleler ve bezemeler 1862 civarında gerçekleşen onarımlarda yapılmıştır. Orta avlulu anıtsal yapı iki katlı olarak inşa edilmişti. Köşelerde üçer katlı bölümleri olan kışlanın iki uzun cephesinde de dışarı doğru çıkan etkileyici girişler hazırlanmıştı. İçinde minareli bir de mescit olan kışlanın birçok ek yapısı vardı.
Kışlanın tarihte gördüğü ikinci büyük olay, II. Abdülhamit saltanatının son günlerinde yaşandı. Eski takvimle 31 Mart’ta (13 Nisan 1909) çıktığı için bu adla anılan isyanı, Hareket Ordusu ve Balkanlardan gelen milisler 24 Nisan’da bastırmış, ayaklanmanın merkezi olan kışla topa tutulmuş, direniş kırılarak yapı ele geçirilmişti. Bu olay ihtişamlı yapının ciddi biçimde tahribine yol açmış ve bir daha hiçbir zaman tam anlamı ile onarılarak kullanılmamıştır.
Mütareke döneminde kentin işgal edildiği yıllarda bir süre Fransız kökenli askerler bazı bölümlerinde kalmış, ayrıca avlusunda bir spor sahası oluşturulmuştu. Kışla bundan sonra adını kışla olarak korusa da askerî işlevini kaybetti. Cumhuriyet’in ilk yılında Taksim Stadı adını alan futbol sahasında ilk millî futbol maçı gerçekleştirildi; ayrıca güreş, binicilik, atıcılık gibi konularda da ilk millî müsabakalar burada yapıldı. Mekanın etrafında ise eğlence yerleri, kumarhaneler gelişti ve şehrin en canlı noktalarından biri burası oldu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bugünküne göre çok küçük olan Taksim meydanında, Kurtuluş Savaşı’nı ve sonrasında yapılan devrimleri gösterecek bir anıt hazırlanması düşünülmüştü. Anıt, burada oluşturulacak yeni meydan için tasarlandı. 1928’de tamamlanan anıtla birlikte, meydanın resmî ismi de Cumhuriyet Meydanı oldu; ancak halk eski adıyla Taksim demeye devam ediyordu.
Diğer taraftan 1930’lu yıllarda Topçu Kışlası’nın belediye tarafından değişik amaçlarla kullanılan büyük ahırları yıkıldı. Artık geniş bir alan ortaya çıkmıştı. Ama Cumhuriyet Anıtı bu meydanın bir köşesinde kalıyordu. Meydanın hemen yanında bulunan harap kışla bu çalışmayla daha fazla dikkati çeker oldu. Kentin 1936’dan itibaren imar planlarını hazırlayan Henri Prost, alanın İnönü Gezisi adıyla bir park haline getirilmesi önerisini getirdi.
Kışlanın yıkımına 1939’da başlandı. 1940’ta mermer merdivenleri, geniş seyir terasları, yürüyüş yolları ile parkın genel tasarımı belirlendi. Parkın Cumhuriyet Caddesi yönünde eğimden faydalanarak dükkânlar, bir sanat galerisi ve kafeterya olarak kullanılan mekânlar inşa edildi; bunların üzerine de 1967’de Beyoğlu Evlendirme Dairesi ve düğün salonu olan bir gazino eklendi.
Parkın Boğaz manzarasına hâkim bir noktasında, modern görünümlü bir Belediye Gazinosu da yapıldı. 1940’larda hizmete giren gazino, Cumhuriyet etkinliklerinin önemli bir merkezi idi. 1960’da kapandı ve yerine yapılmak üzere 1959’da Vakıflar idaresi bir turistik otel projesi için yarışma açmıştı. Kazanan projenin uygulamasına 1968’de geçilebildi ve bugün Ceylan Oteli olan bina yapıldı.
Topçu Kışlası’nın yıkılması, sadece kente bir park oluşturmayı hedeflemiyor, yeni dönemi ve onun değerlerini de simgeliyordu. Parkın İsmet İnönü adını alması, bir anıtsal heykelle yeniden anlamlandırma denemesi, adeta dönem tarihinin alana yansımasıdır. Devletin bu itibar alanı, giderek her çevrenin kullanmak istediği bir meydan halini aldı. Devletin kendi itibar alanını kaptırmamak adına verdiği mücadele, alanı kullanmak isteyen farklı çevrelerin çabalarını da arttırdı. 1 Mayıs 1977 kutlamalarında yaşanan acı hadiseler, alanı Cumhuriyet tarihinin özel bir çevresi haline getirdi.
1970’lerden itibaren muhafazakar çevreler, ülkenin geleneklerini ve inancını temsil edecek bir caminin burada inşa edilmesini gündeme getirdiklerinde, hiç şüphesiz benzer duygularla
hareket ediyorlardı. Alanda inşa edilecek caminin, sadece bir ibadethane anlamı taşımayacağı ortadaydı. Bu algı hem Taksim Camii’ni yapmak isteyenlerde hem de ona karşı olanlarda çarpıcı bir
şekilde benzerdir. Ancak meydanın giderek çok kalabalık bir kentin en önemli çekim alanlarından biri olması, Taksim çevresini giderek olağanüstü bir rant/getirim alanına dönüştürdü. Meydan ve yakın çevresinde geliştirilen projeler de artık Cumhuriyet’in güç alanında kendisini göstermek isteyen çevreler kadar, tamamen ekonomik gerekçelerle yola çıkanları da ilgilendirmeye başlamıştı. Bu çevreler de diğer ilgi gruplarının farklı projelerine sahip çıkmış, onlara eklemlenerek meydana girmeyi denemiştir. Cami projelerinde görülen otopark ve dükkanlar, bu ön girişimlerin sonucudur.
2000’li yıllarda, alanın tanımlanmasına yeni bir unsur eklendi: Eski kışla binası. Muhtemelen kışlanın yeniden inşası, bu çerçevede bir kültür varlığının restorasyonundan öte anlamlar taşıya- caktı. Bunların önde geleni de, Osmanlı dönemi imgesini meydana tekrar hâkim kılma çabasıdır.
Taksim Kışlası son dönem Osmanlı mimarisi için ilginç bir örnek olmakla birlikte, Osmanlı uygarlığını temsil eden bir yapı değildir. Kenti ya da bir dönemi simgeleyen, kentlinin hafızasında önemli bir yeri olan bir yapı hiç değildir. İstanbul’da son yıllarda başarılı projelerle birçok kültür varlığı restore edilip kente kazandırıldı. Buna rağmen İstanbul’da Osmanlı döneminin birçok anıtının hâlâ inanılmaz bir bakımsızlık ve ilgisizlik içinde yokolmakta olduğu unutulmamalıdır. Belki kışla ile ilgili tartışmaları, bu perişan yapılara el attıktan sonra düşünmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Kışlanın kitabesi, armaları, muhtemelen kentin müzelerinden birinde durmaktadır. Bunların tespit edilmesi, Gezi Parkı’na getirilmesi, uygun bir alanda sergilenmesi, kışlanın Miniatürk’tekiler gibi bir maketinin buraya yerleştirilmesi, alanın geçmişini İstanbullulara anlatmak için yeterli olabilir. Başarılı bir şekilde tasarlanan ve uygulanan yayalaştırma projesi sonrasında, Taksim’in ülke tarihinin izleneceği bir meydan olmaya devam edeceği bellidir.
Kışladaki son top sesi 1940’ta duyuldu
Halk arasında Talimhane Meydanı olarak adlandırılan Taksim Kışlası’nın avlusunda, 1900’lü yılların başlarından itibaren çeşitli spor müsabakaları düzenlenmeye başladı. 1921’de kışlanın içindeki avlu düzenlenerek bir futbol sahası durumuna getirildi ve burası 1922’den itibaren futbol maçlarına sahne olmaya başladı. Topçu Kışlası içindeki saha 26 Ekim 1923 tarihinde Türkiye’yle Romanya arasında yapılan ilk millî maça da sahne oldu. 2-2 sonuçlanan karşılaşmada Türkiye’nin iki golünü de Zeki Rıza (Sporel) kaydetmişti.
1940’a kadar dünyanın tanınmış futbol takımları burada Türk takımları ile maçlar yaptılar. İstanbul Amatör Futbol Ligi maçlarıyla Millî Küme karşılaşmaları da burada oynandı. Taksim Kışlası sahasında ayrıca atletizm, bisiklet, motosiklet yarışları; halter, eltopu, boks, eskrim, binicilik, güreş, beyzbol, hokey, rugby, aletli ve aletsiz jimnastik müsabakaları düzenlendi.