27 Mayıs 1960 darbesiyle yönetimi ele alan Milli Birlik Komitesi, Cumhuriyet tarihinin ordu içindeki en büyük tasfiye operasyonunu gerçekleştirdi. Zorunlu olarak emekli edilen 235’i general, beş binden fazla subay Emekli İnkılap Subayları Derneği (EMİNSU) adıyla örgütlendi ve yıllarca orduya dönmek, özlük haklarını alabilmek için mücadele etti.
Demokrat Parti iktidarına son veren 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından yönetimi Milli Birlik Komitesi (MBK) ele almıştı. “Yasama yetkisine sahip ihtilal komitesi” olarak tanımlanan ve Orgeneral Cemal Gürsel’in başkanı olduğu MBK, 38 subaydan oluşuyordu. MBK göreve başladıktan kısa süre sonra ordu içinde geniş bir tasfiye operasyonu başladı. 3 Ağustos 1960’ta kabul edilen 42 Sayılı Kanunla bakanlar kuruluna, 25 yılını doldurmuş subayları resen emekliye sevk etme yetkisi verildi. Açıklanan gerekçe “ordu içinde giderek bozulmuş olan hiyerarşiyi düzeltmek ve orduyu gençleştirmek”ti. DP döneminde gereğinden çok fazla subayın albay ve general yapıldığı, bunun orduyu hantallaştırıp güçsüz kıldığı söyleniyordu. Ama asıl hedef, çoğu genç subaylardan oluşan MBK’nin ordu içindeki konumunu güçlendirmek için orduyu potansiyel muhaliflerinden arındırmaktı.
MBK lideri ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel, 1 Ağustos’ta Harp Akademileri diploma töreninde yaptığı konuşmada “Yıllardan beri siyasete alet edilen ordumuz hastalanmıştır. Acilen ameliyat yapıp ordumuzu genç ve dinamik bir hale getireceğiz” diyerek tasfiyenin işaretini vermişti. 4 Ağustos’ta ilk olarak 235 amiral ve general emekliye sevk edildi. Takip eden günler içinde binbaşı ve üzeri rütbedeki beş bin subayın daha emekli edildiği açıklandı. Tasfiye hareketi özellikle ordunun üst kademelerinde deprem etkisi yarattı, zira 20 Ağustos’ta tamamlandığı açıklanan operasyonla generallerin yüzde 90’ı, albayların yüzde 55’i ve yarbayların yüzde 40’ı emekli edilmişti.
Emekli edilen subaylar kısa sürede Emekli İnkılap Subayları Derneği (EMİNSU) adıyla örgütlendiler. Bu subaylar daha sonra derneğin adıyla, Eminsular olarak anılmaya başlandı. Eminsular, orduya dönmek için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyordu.
Bu sırada MBK, kendi içindeki başka bir tasfiyeyle meşguldü. Darbeden kısa bir süre sonra izlenecek yol konusunda MBK üyeleri arasında iki farklı görüş belirmişti. Cemal Gürsel ve Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği grup, iktidarın bir an önce sivillere devredilmesi taraftarıydı. “Radikaller” olarak anılan , önde gelenleri arasında Orhan Kabibay, Alparslan Türkeş ve Orhan Erkanlı’nın bulunduğu diğer grup ise gerekli reformları yapmadan iktidarı sivillere bırakmaya karşıydı. İki grup arasındaki mücadele Gürsel-Madanoğlu ekibinin diğer grubu tasfiye etmesiyle sonuçlandı ve 13 Kasım 1960’da, o tarihten sonra “14’ler” olarak anılacak 14 MBK üyesi tasfiye edilerek yurtdışı temsilciliklere müşavir olarak gönderildiler. Yurtdışında da bağlantıyı koparmayan 14’ler, son olarak Temmuz 1962’de Brüksel’de yaptıkları toplantıda, liderlik ve ülkeye dönüşte izleyecekleri yol konularında anlaşılamayınca dağıldı. Bu subayların 10’u daha sonra Alparslan Türkeş’in önderliğinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne girdi. Bu parti Şubat 1969’da Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adını alacaktı.
Eminsuların çabaları 1961 başlarından itibaren hız kazanmaya başladı. MBK, bu faaliyetlerden hoşlanmasa da dernek hemen kapatılmamıştı. Ancak 1961 Ekim ayında yapılacak seçimlerden önce bazı Eminsuların, Demokrat Parti’nin devamı olduğu iddia edilen partilerde faaliyet göstermesi işleri değiştirdi. Eminsular “siyaset yapmakla” suçlanmaya başladı. Bunun üzerine dernek yönetimi 11 Şubat’ta gazetelere “Eminsular kesinlikle siyasetle meşgul olmuyor” açıklaması yapıp, dernek tüzüğünde siyasetle uğraşmanın yasak olduğu hükmü olduğunu hatırlatıyordu.
Bu açıklamayla aynı gün, DP’nin devamı olma iddiasındaki en büyük parti olan Adalet Partisi kuruldu. Partinin kuruculardan biri ve genel başkanı, en yüksek rütbeli Eminsu olan eski Genelkurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala’ydı. Seçimler yaklaştıkça siyasete atılan Eminsular daha çok dikkat çektiği için dernek yöneticileri 20 Ağustos 1961’de Sıkıyönetim Komutanlığı’na ifadeye çağrıldı. 6 Eylül’de kapatılan dernek, faaliyetlerine seçimlerden sonra yeniden başlayabildi.
Bu arada 15 Ekim 1961 seçimlerini 27 Mayısçıların istediği gibi İnönü liderliğindeki CHP kazanamamış, DP’nin devamı olduğu iddiasındaki diğer üç parti hem oy oranı hem milletvekili sayısında çoğunluğu elde etmişti. MBK durumdan memnun değildi ama asıl sorun MBK’nin yaklaşımı değil, ordu içinde ordu gibi faaliyet gösteren ve kilit noktadaki birçok subayın da mensubu olduğu hayli güçlü Silahlı Kuvvetler Birliği adlı gruptu.
Bazı üyeleri aynı zamanda MBK üyesi de olan Silahlı Kuvvetler Birliği, seçimlerden önce de Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’in MBK tarafından görevden alınmasını engelleyerek güç gösterisinde bulunmuştu. Gürsel-Madanoğlu grubu Hava Kuvvetleri’ni ele geçirmek için harekete geçmiş, İrfan Tansel’i ABD’de bir göreve tayin edip Tümgeneral Süleyman Tulgan’ı komutan olarak atamıştı. Ancak Tansel göreve dönene kadar Ankara semalarında Silahlı Kuvvetler Birliği’nin emriyle hareket eden savaş jetleri tur atmış ve atama kararı geri çekilmişti.
Silahlı Kuvvetler Birliği, seçimlerden sonra da acil bir toplantı yaparak “21 Ekim Protokolü” adıyla bir dizi karar aldı. Buna göre TBMM 25 Ekim’de toplanmadan önce duruma el konulacak, siyasi partilerin faaliyetleri yasaklanacak, seçim sonuçları geçersiz sayılacak, MBK feshedilecek ve iktidar “ulusun gerçek ve yetenekli temsilcilerine” devredilecekti. 21 Ekim Protokolü’nü haber alan Gürsel ve ekibi, Silahlı Kuvvetler Birliği’nin hamlesini durdurmak için derhal harekete geçti.
Gürsel, acilen kuvvet komutanları ve siyasi parti liderleriyle bir toplantı düzenledi. Tüm parti liderlerinin imzaladığı ve “Çankaya Protokolü” olarak anılan bildiriye göre, siyasi partiler 27 Mayıs’a karşı çıkmayacak, Cemal Gürsel’i Cumhurbaşkanı seçecek, Yassıada mahkemelerinde ceza alan kişilerin affı ile Eminsuların orduya geri dönmesini söz konusu etmeyeceklerdi. Askerin sivil hayata dönme şartları olarak niteleyebileceğimiz Çankaya Protokolü, Eminsuların işini daha da zorlaştırmıştı.
Eminsuların 18 Şubat 1962’deki kongresinde söz alan üyelerden birinin “Askerlikten başka sanat bilmeyiz, o yüzden ticaret yapamayız, başka iş bulamayız, emekli edildiğimiz için de memur olamıyoruz, madden ve manen çöküntü içindeyiz” demesi binlerce emekli subayın durumunu özetliyordu. Gerçekten de özellikle genç yaşta emekli edilip maaşı, ikramiyesi daha düşük olanların durumu çok zordu. Aynı kongrede konuşan bir diğer konuşmacı ise “Tek isteğimiz hangi kıstaslarla emekli edildiğimizi öğrenmek. Bizi neden emekli ettiniz, emekli etmediğiniz emsallerimizi neden etmediniz?” diye soruyordu.
27 Mayıs sonrası görevden uzaklaştırılan 147 akademisyenin 1962’nin Nisan ayında görevlerine iadeleri Eminsuları bir kez daha umutlandırdı. Yine darbeden birkaç gün sonra, Sivas’ta bir kampa gönderilen tanınmış Kürt ailelerine mensup 485 kişinin büyük bölümü de dokuz aylık esaretten sonra serbest kalmıştı. Eminsular, 3 Mart 1963’teki kongrede “Ağalar bile dönecek biz dönmeyecek miyiz?” diye soruyordu.
Ancak Eminsuların orduya dönme şansının olmadığı ortaya çıkmıştı. Basında ve kamuoyunda zorla emekli edilen subaylara haksızlık edildiği düşüncesi hakimdi ama
binlerce subayın bunca zaman sonra geri dönüşünün ordudaki hiyerarşiyi alt üst edeceği de ortadaydı. Zaten 1964 yılına gelindiğinde Eminsular da orduya geri dönme talebinden vazgeçti. Daha önceki kongrelerde hep dile getirdikleri “Emekli değil, izinliyiz” mesajı 10 Mayıs 1964’teki kongrede “Hak kuvvetin üstündedir”e dönüşmüştü. Dile getirilen talepler arasında devletten iş, kendilerinin ve ailelerinin askeri hastanelerden yararlanabilmesi ve resmi bayramlarda üniforma giyme hakkı gibi talepler vardı ama ilk kez orduya dönmekten söz edilmiyordu.
1965 seçimlerinde, bir yıl önce Eminsu Ragıp Gümüşpala’nın ölümü sonrası genel başkan olan Süleyman Demirel liderliğindeki AP iktidar olunca Eminsular, özlük hakları konusunda istediklerinin yapılacağı beklentisine girdi. Ancak AP hükümetinin öncelikleri arasında bu yoktu. Belki de yılların bıkkınlığına yeni hükümetten beklenen hamlenin gelmemesi eklenince, Eminsuların umutları tükenmeye, derneğin sesi giderek daha az çıkmaya başladı. Zaten çoğu kendilerine yeni hayatlar kurmuştu ve dernek faaliyetleriyle giderek daha az insan ilgileniyordu. Eminsuların “kara gün” ilan ettikleri 20 Ağustos 1960’ın yıldönümünde yapılan mitingler de giderek sönükleşti. 1962’deki ilk mitinge birkaç bin kişi katılırken, 1967’ye gelindiğinde mitingler Şişli-Taksim arası yürüyüş ve Atatürk Anıtı’na çelenk koyma etkinliğine dönüşmüştü. 20 Ağustos 1967’deki yürüyüşte diğer illerden gelenlerle birlikte ancak 250 kişi vardı.
Eminsu meselesi 1967’nin Eylül ayında bu kez çok uzaklardan gelen bir haberle bir kez daha gündeme geldi. Hürriyet gazetesinin haberine göre Kongo’nun Hava Kuvvetleri Komutanı, bir Eminsu olan Suat Eraybar’dı. 27 Mayıs darbesi sırasında Diyarbakır 3. Hava Tümen komutanı iken, korgeneral olmasına kısa bir süre kala emekliye sevk edilen Suat Eraybar, bir süre AP’de siyaset yapmış daha sonra siyasetten hoşlanmayıp iş aramaya koyulmuştu. Bu sırada NATO’da birlikte görev yaptığı bir Fransız subaydan Kongo ordusunun pilot aradığını duyan Eraybar, işe başvurup hemen kabul edilmişti. General rütbesiyle çalışmaya başlayan ve kısa sürede hava kuvvetleri komutanı olan Eraybar, 1966’da, bir yıl önce darbeyle yönetimi ele geçiren Kongo lideri Mobutu’ya karşı isyanın bastırılmasında büyük rol oynamış ve Mobutu’nun en gözde subayı olmuştu. (Eraybar bir süre sonra Kongo’daki bir tatbikat sırasında uçağının düşmesi sonucu vefat edecektir).
Eminsuların dernek çalışmaları 1970’e kadar bu düşük ivmeyle ilerledi. 1968’de Başbakan Demirel, 27 Mayıs’ta emekli edilen subayların hakkını vermek için çalışmalara başlanıldığını duyurdu. Nihayet ilk düzenleme yapıldığında takvimler 3 Eylül 1971’i gösteriyordu. Eminsu binbaşı ve yarbayların durumuyla ilgili Emekli Sandığı Yasası’nda değişiklik yapan tasarı Meclis’te kabul edildi. Özetlemek gerekirse, tasarıyla albaydan düşük rütbeli Eminsuların özlük hakları albay rütbesiyle emekli olanlarla eşitleniyordu. Ancak Anayasa Mahkemesi düzenlemeyi 7 Haziran 1972’de iptal etti. Eylül’de tekrar Meclis’e gelen tasarı bir kez daha kabul edildi ve Eminsular en azından özlük haklarıyla ilgili çabalarının sonucunu almış oldu. Ama ilk günden beri sordukları “Bizi hangi kriterlere göre emekli ettiniz?” sorusunun yanıtını alamadılar.
EMİNSU, bu tarihten sonra asıl varlık nedeni ortadan kalktığı için, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası diğer binlerce dernekle birlikte kapatılana kadar bir çeşit sosyal kulüp işlevi gördü.
Eminsuların ordudan tasfiye edilmesinin finansmanının ABD tarafından karşılandığı, dolayısıyla operasyonun ABD’nin isteğiyle yapıldığı da uzun yıllardır dile getirilen bir iddia oldu. Gerçekten de binlerce subayın emekli edilmesi çok maliyetli bir işlemdi ve 27 Mayıs darbesi olduğu sırada devlet kasası tamtakırdı. Bu iddia sahiplerine göre tasfiyenin asıl amacı Türk ordusunun NATO konseptine tamamen bağlanması, Amerikan harp doktrinlerine göre biçimlendirilmesidir. Çünkü Türk ordusunun hem teşkilât yapısı hem de düşman algısı bakımından NATO standartlarına uygun hale getirilemeyişi ABD’yi rahatsız etmiştir.
Oysa 1952’de resmen NATO’ya üye olan Türkiye’nin ABD’den farklı bir düşman algısı olması söz konusu değildi. Kore Savaşı’ndan itibaren Türkiye ABD çizgisinden hiç ayrılmamış, anti-komünist cephenin en iyi üyelerinden biri olduğunu ispat için her şeyi yapmıştı. Diğer yandan ABD’nin Türk ordusunun NATO’ya uyum sağlayamayan teşkilat yapısından memnun olmadığı doğruydu. Bu noktada, ordu içindeki potansiyel muhalifleri temizlemeyi amaçlayan MBK ile teşkilat yapısının NATO’ya uyumlu hale gelmesini isteyen ABD’nin çıkarlarının kesiştiğini, ABD’nin finansmanı bu nedenle sağladığını söylemek mümkündür ama “Tasfiyeyi Türk ordusunu biçimlendirmek isteyen ABD yaptırdı” demek abartılı bir iddiadır.