Nakkaşların öykü anlatma becerileri ve gözlem yetenekleri sayesinde insan-hayvan ilişkisinin Osmanlı Türklerindeki tezahürleri görsel birkaç anlatıma bürünür. Elimizdeki bu oldukça az sayıda belge, Osmanlılardaki hayvan algısını, düşüncesini ortaya koyan renkli deliller niteliğinde.
Hayvan. Anlamı: Canlı/diri. Arapça kökenli kelime aslında insanları da tanımlıyor. Hayvanlar, ta kadim kültürlerden beri tabiatla insan arasında bir aracı ve dinî anlamları olan gizemli yaratıklardı. Eski Türklerin kozmoloji anlayışında insan hayvana, hayvan insana dönüşebiliyor veya hayvanlar ademoğlunu sırtına alıp başka âlemlere götürebiliyordu. Müslüman olduktan sonra bile hayvanla insan arasındaki böyle bir iletişime iman edenler vardı: 1240’ta Selçuklu sultanına isyan eden Baba İlyas -müritlerine göre- öldürülememiş, atına binip gökyüzüne çekilmişti.
İslâm, insanla hayvanın arasındaki farkı tespit ediyor; insanı üstün tutmakla birlikte hayvanın da birtakım haklarını ortaya koyuyordu. Animizm temelinde hayvanlara dinî bir saygı besleyen Türkler, Müslüman olduktan sonra, Mevlid metinlerinde cisimleşen bir hayvan sevgisini dinlerinden bellemiş, Peygamber’in hayvan sevgisini dinî toplantılarında yâd edegelmişler.
Kimi Osmanlı hükümdarları, başta 2. Bayezid olmak üzere kati kanunnameler çıkarmış, binek hayvanlarına aşırı yük yüklenmesini yasaklamıştı. Bazen de semerlere binicinin oturmasını engelleyen çiviler çakılması gibi önemli tedbirler alındı. Saray, başlı başına hayvanlara evsahipliği yapan bir yerdi. Kimi zaman doğasından koparılan filler, gergedanlar, parslar saraya Doğu hükümdarlarından hediye olarak geliyor; kimi zamansa insanla güçlü bir iletişim ve belki de çıkar ilişkisi kurmayı öğrenen şahinler, tazılar ve atlar ortalıkta cevelan ediyor.
Osmanlılar, yırtıcı hayvanları evcilleştirmede ustaydılar. Yeniçeri sınıfının kimi ortaları av köpeklerinin ehlileştirilmesi ve bakımından sorumluydu; bunlara zağarcılar, saksoncular ve turnacılar denilmişti. Bir de yabani kuşların av güdülerini kendi çıkarları için kullanmayı bilen, kuş eğiticisi şikâr ağaları vardı. Hayvanlar onlara göre “dilsiz ama can sahibi” idiler. 16. yüzyılda İstanbul’a gelen Dernschwam ve Villalon gibi seyyahlar, Türklerin hayvanlara merhametini aşırı bile bulmuşlar. Öyle ki sokaklarda hayvanlara verilmek üzere et satan mancacılar bile varmış. Sonraları sokak hayvanlarını besleme vakıfları da kurulmuş.
Sıradan Osmanlıların evlerindeki hayvanlarla ilişkileri tam olarak nasıldı, kestirmek zor. Ancak minyatürlere yansımış birkaç detay, saraylı veya kendi hâlinde yaşayan Osmanlı insanının hayvanlarla temasını göstermesi bakımından oldukça ilgi çekici.
Merhamet dersi
2. Bayezid (Velî) bir ceylanı vurmak ister ama nefsiyle mücadele etmesi için ona avlanmayı yasaklayan hocası Molla Seyyid İbrahim, bir geyiğin üzerinde belirerek diğer geyiklerle beraber bir tilkiyi ondan kaçırır. Hünkârın binek hayvanlarını koruyan kanunnamesini bu derse mi borçluyuz dersiniz? (Mehmed Hâkî, Tercüme-i Şekâiku’n-numâniyye, res. Nakşî Bey, TSMK H. 1263).
Av köpekleri
Yıldırım Bayezid avda. Av kuşları, atlar ve köpekler, Yeniçeri ortalarıyla beraber tam bir uyum içinde. Derin merhamet öğretisinin yanında av, acımasız savaşlar için bir taktik provadır. Avlanmak Osmanlı ülkesinde padişaha mahsus veya onun iznine bağlıydı. (Lokman, Hünernâme I, res. Osman, TSMK H. 1523)
Kediler eğitilebilir mi?
Antik Mısır’ın kült hayvanı kedi, temizlik, egoizm, şehvet ve özgürlüğü simgeliyordu. Özgürlük imgesi bu canlıyla öyle özdeşleşmiştir ki onların söz dinlemez mahluklar olduklarına inanılır. Ancak her nasıl olduysa birkaç Osmanlı, bu hayvanlara akrobasi hareketleri öğretmeyi başarabilmiş. 1582 Atmeydanı düğününde Arap bir adam dualar ettikten sonra aslan kıyafetli bir kedi getirir. Sonra ona bir işaret yapıp ipi sarsınca hayvan teraziyi alıp ip üzerinde yürümeye başlar (İntizâmî Surnâmesi, res. Osman, TSMK H. 1344).
Kedi ve fare
Nevîzâde Atâî’nin (öl. 1635) anlattığı öğüt verici masalsı öykülerden birinin minyatüründe çevik bir kedinin bir fareyi kaptığı görülür. Olayın perspektif denemesi içeren minyatürü 18. yüzyıldan belirsiz bir nakkaşa ait. Hikayeye göre Mısır sultanı, Şam valisinin âşık olduğu cariyeyi ondan ister. Ancak cariye onu Mısır’a götürmekle görevli pehlivana tutulur. Yolda pehlivan, konak yerine saldıran bir aslanı öldürür. Mısır sultanı cariyeye sahip olacağı sırada damdan düşen bir fare sultanın ödünü koparır. Cariye, pehlivanın aslandan korkmadığını, sultanınsa bir fareden bile korktuğunu söyler. Sultan pişman olur, tövbe eder. Bu hikâyeye nakkaşın eklediği kedi, bu hayvanın evlerin ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğünün işareti olsa gerek (Atâî, Hamse, TİEM 1969).