İltica, göç, vatandaşlık. Bunlar 19. yüzyıl sonrasının sorunları gibi görünse de benzer kavramları dünya tarihinde de görmek mümkün. Örneğin neredeyse köşemizin resident DJ’i hâline gelen Romalılar kuruluş efsanesini göçmenlik üzerine yazmışlar. Bildiğiniz hikâye: Sparta kralının hanımı için yapılan Truva savaşından sonra, Akaların elinden kurtulan Truvalılardan Aeneas, uzun süren bir mavi turun ardından Orta İtalya’da karaya çıkar, krallığını kurar. Bir zaman sonra, krallardan biri devirip yerine geçtiği kardeşinin ikiz torunları Remus ve Romulus’u kendine tehdit olarak görür, öldürülmelerini emreder, bu iki bebek son anda kurtulur, bir dişi kurt bunları emzirip büyütür, ikizler de büyüyünce dövüşüp dedelerini tekrar tahta oturturlar. Kurt ne olmuş kimse yazmıyor. Ama bu ikizler kurdun bunları büyüttüğü yere gidip orada Roma’yı kurmaya karar veriyorlar. Artık “Şehrin adı Roma olsun,” “Hayır Remu olsun,” “Ulan Remu diye şehir ismi mi olur?” diye mi kavga ediyorlar, yoksa şehri “Şu tepenin üzerine kuralım,” “Hayır bu tepenin üzerine kuralım” diye mi hatırlamıyorum, ama bir arazi anlaşmazlığı olma ihtimali yüksek, Romulus, Remu’yu öldürüyor ve Roma’yı kuruyor.
Romulus Roma’yı, bir göçmen olarak kurduktan sonra, Livy’nin yalancısıyım, “Ne olursan ol gel” politikası izliyor ve etraftaki şehirlerden insanlar köle de olsa, özgür de olsa Roma’ya geliyor. Bazı tarihçilere bakacak olursak Roma’da “yasadışı mülteci” diye bir şey yok ve hatta Roma’nın giderek güçlenmesinin sebebi de duyan herkesin akın etmesi.
Zaten geleneksel olarak Romalılar yabancıların topraklarına girmelerine karşı değiller. Ha o dönem için gayet yaygın olan toplu ve zorunlu iskanlar yapıyorlar, gelen “mülteciler” istese de istemese de onları kendi ihtiyaç duydukları bölgelere yerleştiriyorlar ama bir yandan da Roma toplumuna entegre ederek eninde sonunda Roma vatandaşı olmalarını sağlıyorlar. Yani aslında yüzyıllar boyunca büyürken kendisine sığınanları da Romalılaştırarak büyüyor. Yani Roma’yı Roma yapan, gücüne güç katıp yüzlerce yıl dünyada rakipsiz olmasını sağlayan şeylerden biri de göçmen politikası diyebiliriz.
Ha nedir, elbette hiçbir şey aynı kalmıyor. Sorun, Hun’lardan kaçan Goth’lar çok kalabalık olarak Roma topraklarına sığınınca başlıyor. Aklımda Marcellinus diye kalmış, galiba onun iddiasına göre, Romalılar onbinlerce Goth’a kapılarını açıyor, onları Tuna’nın batısına yerleştiriyor ama, Goth’ların istihkakını dağıtmakla görevli olanlar pek bir hırsız çıkıyor. Yani bir yandan Goth’lar canlarını kurtardıkları için minnettar, dinlerini bile değiştirmişler -ki Romalılar da Hristiyan olalı daha elli yıl ya olmuş ya olmamış- Romalılar için onların topraklarında ter dökerek çalışıyorlar ama bir yandan da istihkakları çalınıyor, kötü muamele görüyorlar ve kimbilir belki de Romalılar sokaklarda “Üff, bu Goth’lar da her yeri sardı” diye dolaşıyor, “Eliniz ayağınız tutuyor, gidip savaşsanıza Hun’lara karşı” diye hakaret ediyor. Romalıların basbayağı Goth’ları aç bırakıp üstüne fahiş fiyata köpek eti satmaya çalıştıklarını, sahte can yeleği sattıklarını iddia eden tarihçiler var. Gerçi o sahte can yeleğini başka bir yerde okumuş olabilirim, tam hatırlamıyorum.
Roma’nın ırkçıları kabul etmek istemese de Goth’lar gururlu insanlar. Roma’ya sığınmışlar ama Romalılar bunları asker olarak da, çiftçi olarak da kullanıyor. Ama en sonunda gördükleri muameleye dayanamayarak ayaklanıyorlar. O ayaklanmayı bastırmak isteyen doğunun imparatoru Valens Edirne Muharebesi’nde hayatını kaybediyor. Sonrasını zaten az çok biliyorsunuz, Goth’lar Roma’lılardan gördükleri kötü muamele yüzünden Romalı olmayı reddediyor ve Romalılarla savaşmaya başlıyor. Zaten o yüzden olacak Marcellinus ısrarla “Abi biz o Goth’lara öyle haksızlık etmeseydik bunlar başımıza gelmezdi” diye yazıyor.