Bugün tüm dünyada saatler, UTC’ye (Coordinated Universal Time) yani “Eşgüdümlü Evrensel Zaman” sistemine göre ayarlanıyor. Oysa 20. yüzyıl başlarına kadar gerek kullanılan takvim gerekse saat sistemleri konusunda farklı uygulamalar vardı. Gregoryen Takvim’in kabulü, Greenwich’in “0 boylamı” kabul edilmesi ve miladi takvime geçiş…
İngiltere Kralı 2. Charles (1630-1685), bir zamanlar 8. Henry’nin av sarayının bulunduğu Londra yakınlarında Greenwich’teki tepeye bir “Kraliyet Gözlemevi” inşa edilmesi emrini vermişti. Aynı zamanda bir astronom olan ünlü mimar Christopher Wren (1632-1723) bugün hâlen aktif olan bu binanın inşaını üstlendi. Yıldızların izlenmesiyle İngiliz “denizcilik sanatı”nın mükemmelleşeceğini öngören kralın tahminleri doğru çıkmış ve Britanya İmparatorluğu’nun dünyanın süper gücü olmasıyla buranın da kaderi değişmişti.
Britanya’nın siyasette ve teknolojide tayin edici güç olmasıyla, Greenwich Kraliyet Gözlemevi modern dünyanın da “zaman standardı”nı ve başlangıç noktasını belirleyen merkez olmuştu. Gözlemevi, teknolojik gelişmeler sonucunda en doğru hâliyle saati ve zamanı belirleyecekti. Önce denizciler, sonra demiryolları şirketleri ve vatandaşlar da bunu öğrenecekti.
5 Şubat 1924’e gelindiğinde ise tüm dünya BBC’nin 6 ‘bip’ sesi (5’i kısa, 6.’sı uzun olmak üzere), yani “Greenwich Zaman Sinyali”ne (The Greenwich Time Signal – GTS) göre saatlerini ayarlamaya başlayacaktı.
1. Radyo sinyalinden önce “vakit küresi” kullanılıyordu
Günümüzde telefona veya saate bakarak zamanı öğrenebiliyoruz; fakat bir zamanlar bu o kadar kolay değildi. Taşınabilir saatlerin ortaya çıkmasından sonra bile mekanik aksamlarındaki yetersizlikten ötürü saat geri kalabiliyor veya durabiliyordu; bu nedenle zamanı doğru öğrenebilmek için saatler bir şekilde ayarlanmalı yani “eşgüdümlenmeli” idi. Greenwich’teki Kraliyet Gözlemevi, buna bir çözüm bulmuştu. Antik Yunan’da kalabalık meydanlarda bir küre, direğin aşağısına indiğinde zamanı belirtiyordu. Aynı bu şekilde bir “vakit küresi”, 1833’ten itibaren tam saat 13.00’te aşağı iniyor ve Thames Nehri’ndeki denizciler bunu görebiliyordu. Elektrikli telgrafın geliştirilmesiyle 1850’lerde artık Greenwich’ten “vasati saat” İngiltere’de diğer büyük şehirlere telgraf tellerindeki sinyalle iletilebiliyor ve “vakit küre”leri kontrol edilebiliyordu.
Tüm dünyada tren hatları yaygınlaştıkça, bunların istasyon saatlerini belirlemek önemli bir mesele hâline geldi. 1913’te Paris’te yapılan Uluslararası Saat Bürosu kongresine Osmanlı Devleti de katıldı ve yeni saat düzenine, yani “alafranga saat”e geçmeyi kabul etti. Buna göre 12.00’ye 5 saniye kala Paris’ten İstanbul Okmeydanı’ndaki telgrafhaneye saati belirten bir telgraf geliyor; bu da şehiriçi telgraf sistemiyle İngiliz Bahriye Hastanesi’ne (bugün Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi) ulaşıyordu. 1915’te bu hastanenin kulesine kurulan “vakit küresi”, saat tam 12.00’de aşağı indiriliyordu. Tıpkı Thames’teki denizciler gibi, Haliç’te ve Karaköy’de demirlemiş denizciler de kürenin inişini görebiliyordu. Bina ve aksamı, 1924’ten itibaren Kızılay’a bırakıldı. 1930’da ise belediye küreyi sökerek Galata Kulesi’nin tepesine taşıdı. Hem İstanbul’daki vakit küresi hem de Sirkeci Postane Binası’nda alaturka saatle alafranga saatinin beraber durmuş olması; İstanbul’da doğup büyüyen Ahmet Hamdi Tanpınar’a gelecekte yazacağı Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı için esin kaynağı olmuş olmalı (bilimtarihçisi Feza Günergun da böyle bir tahminde bulunmuş).
2.Greenwich Kraliyet Gözlemevi’nin sinyal sorumluluğu
1924’te başlayan 6 ‘bip’ sesinin fikir babaları, dönemin kraliyet astronomu Frank Watson Dyson ve BBC Genel Müdürü John Reith idi. Greenwich Kraliyet Gözlemevi’nde, sarkaçları birbirine elektriksel olarak bağlı -birbirinin yedeği- iki mekanik saat, zamanı gelince/saat başlarında BBC’ye sinyal gönderiyor ve bir cihaz bunu yayına ‘bip’ sesleri olarak veriyordu. Daha sonra bu gözlemevi Greenwich’ten Herstmonceux Şatosu’na geçti ve saat elektrikli saate dönüşürken, sinyaller BBC’ye buradan gitmeye başladı. 1990’da ise sinyali oluşturma sorumluluğu şatodan BBC’nin merkezi ünlü “Broadcasting House”a geçti. Kraliyet Gözlemevi de aynı yıl Cambridge’e taşındı. Greenwich’teki eski gözlemevi binası 1998’de “Kraliyet Gözlemevi, Greenwich” adıyla müzeye dönüştü.
3. “Greenwich Zaman Sinyali” 100 yılda iki defa şaştı
Günümüzde BBC Radyo 4 ve BBC World Service radyosunda 6 ‘bip’ sesi hâlâ duyulmakta. Hatta BBC’nin televizyon yayınlarında da program açılışı bu simge ses ile yapılıyor. 100 yıl boyunca her saat başı tekrarlanan ‘bip’ler, tarihte yalnızca iki defa şaştı. 2008’de bir yayın sırasında 6 ‘bip’ durmayarak yedinci bir ses verdi. Bunun sesi oluşturan cihazla ilgili olduğu anlaşılınca, cihaz kapatılıp tekrar açılarak (güç döngüsünü değiştirerek) düzeltildi. 31 Mayıs 2011’de saat 17.00’de gerçekleşen ikinci problem ise daha büyüktü. Saat 17.00’yi gösterdiğinde ‘bip’ sesi duyulmadı. Atom saatinden gelen sinyali sese dönüştüren ekipmanın elektrik tedariki kesilmişti. Saat 20.00’ye kadar 6 ‘bip’ sesi gelmeyince sosyal medya “parmağa” kalktı, hatta yabancı bir devletin müdahale ettiğine dair komplolar üretildi.
4. GTS’den UTC’ye, sezyum atom saatine…
1955’te sezyum atom saati geliştirildi ve bu elementin izotopu olan sezyum133’ün belirli bir zaman aralığında titreşmesinin, astronomik gözlemlerden daha istikrarlı ve kullanışlı olduğu farkedildi. Bunun üzerine 1960’ta ABD Donanması Gözlemevi, Greenwich Kraliyet Gözlemevi ve Birleşik Krallık Ulusal Fizik Laboratuvarı (NPL) sinyallerini eşgüdümleyerek “UTC”yi (Coordinated Universal Time) yani “Eşgüdümlü Evrensel Zaman”ı kullanmaya başladı. Bugün bazı ulusal ve yerel radyolar saatlerini yine Broadcasting House’daki NPL ile senkronize edilmiş UTC’ye göre ayarlıyor. NPL’deki “zamanın efendisi” lakaplı görevli de her yılbaşı öncesi Birleşik Krallık’ın saatine artık saniyeyi ekleyerek dünyanın dönüş hareketiyle UTC’yi uyumlu hâle getiriyor. BBC’deki “zamanın koruyucusu” denilen görevli ise 7. ‘bip’ sesiyle bunu seyircilere/ izleyicilere iletiyor.
5. Başlangıç meridyeninin yeri değişiyor
“Evrensel zaman”, dünyanın dönüşüyle ve dolayısıyla kavramsal olarak dönüş hareketinin gözlemlendiği başlangıç yani “0 boylamı”yla (ve bunun antimeridyeni “180 boylamı”yla) bağlantılı. 1721’de Britanya kendi haritalarında Greenwich’i başlangıç meridyeni olarak kullanmaya başladı; ardından 1851’de tüm kolonileriyle beraber bu meridyenin “0 boylamı” olarak kullanılması gerektiği fikrini ortaya attı. 1884’e gelindiğinde, dünyadaki gemilerin üçte ikisi “0 boylamı” olarak Greenwich’i kabul ediyordu. Aynı yıl ABD’de düzenlenen Uluslararası Meridyen Konferansı’nda, Kraliyet Gözlemevi’nin olduğu yer başlangıç boylamı kabul edildi. Bu durum tam 100 sene devam etti. 1984’te “0 boylamı”, Greenwich Başlangıç Meridyeni’nin 102 metre doğusuna taşındı. Uluslararası Referans Meridyeni (IRM) adı verilen bu yeni “0 boylamı”, tüm dünyada referans kabul ediliyor.
MÖ 45 / 1582 / 1926
Takvimin kökeni, ‘cüce ay’ ve ‘artık gün’lerin siyaseti
Tıpkı her sene eklenen artık saniye ve BBC’nin yılbaşındaki 7. ‘bip’ sesi gibi; kullandığımız Gregoryen Takvim’in de dünyanın güneş etrafında dönüşüne uyum sağlaması için her 4 senede “artık yıl”a bir “artık gün” eklemesi gerekiyor. Gregoryen Takvim, aslında Jülyen Takvimi’nin 1582’de Papa 13. Gregorius’un emriyle modifiye edilmiş hâli ve yine bir güneş takvimi.
Jülyen Takvimi, Eski Roma Takvimi’nin MÖ 45’te Jül Sezar’ın emriyle tekrar düzenlenerek oluştu. Roma Takvimi daha öncesinde 10 aylı idi; daha sonra iki kış ayı, Ocak ve Şubat eklendi. 10 ayın hepsi, tek sayıların uğurlu, çift sayıların uğursuz olduğu Pisagorcu bir hurafeden dolayı 29 ve 31 günlük olarak düzenlenmişti. Sonradan eklenen Ocak 29 gün iken, Şubat 4 sene boyunca sırasıyla 28- 23-28-23 gün olarak değişiyordu.
Jülyen Takvimi’nin aylarındaki gün sayıları, tıpkı bugünkü gibi düzenlenmiş ve 1 yıl 365.25 gün olarak tasarlanmıştı. 3 yılın sonunda “artık gün” ekleniyor ve o yıl 366 gün oluyordu. Ancak bu defa da güneş yılı ile takvim yılının arasındaki farktan dolayı, 400 yılda 3.1 günlük bir fark oluşuyordu. Bunun önüne geçmek üzere Papa 13. Gregorius, dönemin önemli astronomlarından Cizvit Christopher Clavius’a yeni bir takvim hazırlattı. Bu takvimde yıl, 365.2425 gündü ve güneş yılına daha yakındı. Böylelikle 400 yılda sadece 0.1 günlük bir fark oluşuyordu ki, bu da Jülyen Takvimi’ndeki hesaba kıyasla çok daha isabetliydi. 1900’lere gelindiğinde aradaki sapma artık 13 güne çıktığı ve Rus İmparatorluğu o dönemde Jülyen Takvimi kullandığı için, 1917 Ekim Devrimi eski takvime göre 25 Ekim’de, Gregoryen Takvim’e göre ise 7 Kasım’da gerçekleşmiştir (yeni kurulan SSCB de 1918’de yılında Gregoryen Takvim’e geçecekti).
Gregoryen Takvim’in Avrupa’da ve dünyada yaygınlaşması oldukça yavaş oldu. En önemli engeller, siyasi ve dinîydi. Katolik Kilisesi tarafından geliştirilmiş bir takvim olduğu için, Protestan ülkeler yeni takvimi benimsemekte “ihtiyatlı” davrandı. Büyük Britanya, Gregoryen Takvim’i 1752 gibi geç bir tarihte kabul etti. Doğu’da ise bu takvim genellikle Avrupa ile uyum sağlamak üzere kullanılmaya başlandı; ancak bunun gerçeklemesi yüzyıllara yayılacaktı (Japonya 1873, Mısır 1875, Çin 1912’de Gregoryen Takvim’i kullanmaya başladı). Suudi Arabistan ise ancak 2016’da kamu çalışanlarının maaşlarını ödeme düzeni için Hicrî Takvim’in yanında bu takvimi de kullanmaya başladı.
Gregoryen Takvim ülkemizde de ancak 335 yıl sonra, 1 Mart 1917’de uygulamaya kondu. Başlangıç yılı yine Hicrî yıl olarak kaldı, ancak cumhuriyetle beraber 1926’da miladi Gregoryen Takvim’e geçtik.