“Sous le Ciel de Paris”, “Les Feuilles Mortes”, “Je Suis Comme Je Suis” gibi klasik Fransız chanson’ları onun sesiyle ölümsüzleşti. Her zaman simsiyah saçları, gözleri, kıyafetleriyle, direniş, aşk ve hüzün dolu hayatıyla varoluşçuluk akımının notalardaki yansımasıydı. Sartre’ın “Sesinde milyonlarca şiir var” diye betimlediği Juliette Gréco, 93 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Bundan 11 yıl önce vizyona giren “Aşk Dersi”nin (An Education) bir sahnesinde Jenny, banliyödeki odasında uzanıyor, müzik dinleyerek, özgürlük, aşk ve yüksek kültürle dolu bir hayata başlama hayalleri kuruyordu. Odasına süzülen ses ise hayalini kurduğu hayatın vücut bulmuş haliydi: Savaş sonrası bohem Paris’te Fransız chanson’larının kraliçesi Juliette Gréco’ya…
23 Eylül’de Saint-Tropez’de öldüğünde 93 yaşındaydı Gréco. 70 yıl boyunca chanson’lar yoluyla Fransız halkının aşklarının, hüsranlarının ve hatta devrimlerinin öyküsünü anlatmıştı. Jean-Paul Sartre “Sesinde milyonlarca şiir var” derken onu bir cümleyle özetliyordu: “Hepimizin içinde yanan bir közü harlayan ılık bir ışık gibi… Onun için, onun sayesinde şarkılar yazdım. Kelimelerim dudaklarında mücevhere dönüştü”.
Gréco, 1927’de Montpellier’de doğmuştu. Bir polis memuru olan babası, o henüz küçük bir çocukken terketmişti evi. İşgal altındaki Paris’e taşındılar. Anneleri “Résistance”a destek olmaya başladığında her şeylerini riske atmıştı. 1943’te Gestapo hepsini birden tutukladı. Gréco, Fransız bir Gestapo subayı tarafından küçük düşürüldüğünde dayanamayıp burnuna bir yumruk indirmişti…
Birkaç ay sonra Paris’in gördüğü en soğuk kış gecesinde serbest bırakıldığında, üzerindeki mavi elbiseyle ayağındaki sandaletlerden başka hiçbir şeyi, dönecek bir evi olmayan 15 yaşında bir çocuktu. Savaş bittiğinde kafelerde şarkı söylemeye başladı: “Bir pipo almıştım, biraz da tütün… Onu içtim ki açlığımı unutayım”…
Parasızlıktan erkek arkadaşlarının kıyafetlerini geçiriyordu üzerine. Uzun saçları, her zaman simsiyah, üzerine bol gelen kıyafetleriyle önce fotoğrafçıların, sonra yönetmenlerin, ardından Paris’in tüm bohem çevrelerinin dikkatini çekti: Sartre, Beauvoir, Camus, Boris Vian… 1951’de ilk şarkısı “Je suis comme je suis”yi kaydetti. İlk albümü bir sonraki yıl piyasaya çıktı.
Üç evlilik yaptı. Ama en uzun ilişkisi, 1949’da tanıştığı Miles Davis’le oldu. Neden evlenmedikleri sorulduğunda, “Onu mutsuz edemeyecek kadar çok seviyordum” demişti Davis.
Son albümü “Gréco Chante Brel”i kaydettikten sonra 2015’te bir veda turuna çıktı. Son röportajlarından birinde “Bugünlerde çok daha az sihir var. Gençler para tarafından esir alınmış gibiler” diyordu.
Deniz Kaynak