“Sympathisanten: Unser Deutscher Herbst” (Sempatizanlar: Bizim Alman Sonbaharımız) yarım yüzyıl önce Almanya’nın gündeminden eksik olmayan “sempatizanlık” olgusu üstüne, birinci dereceden işin içine dahil olmuş, dönemin aydınlarına odaklanan bir yapım. Şiddet eylemcileri, ölümü de göze alıyorlar genellikle. “Sempatizanlar”ın ise öyle sıkıntıları yok; bu da kalleşçe bir duruş duygusu, düşüncesi veriyor haklarında.
Arte’de Felix Moeller’in sarsıcı belgeseli: Rote Armee Fraktion (RAF) “sempatizanlar”ı etrafında dönen bir soruşturma. Program, esgeçtiğim bir belge-filmi önüme çıkardı: Kluge-Fassbinder-Schlöndorff üçlüsünün ve başka sinemacıların ortak yapımı “Deutschland im Herbst” (Alman Güzü, 1978). Herhalde filmin ismi Stig Dagerman’a çakılmış selamdır.
RAF’ın kısa, kanlı, ultradramatik tarihi; uzun, derin konu başlığı. Türkiye’ye de uzanan o silahlı mücadele damarı bütün Avrupa’da söndü; bizde sürüyor.
Moeller’inki (Sympathisanten: Unser Deutscher Herbst), adı üstünde, yarım yüzyıl önce Almanya’nın gündeminden eksik olmayan “sempatizanlık” olgusu üstüne, birinci dereceden işin içine dahil olmuş Margarethe von Trotta-Volker Schlöndorff başta olmak üzere dönemin aydınlarına odaklanan bir yapım.
Net bir tanımı yapılabiliyor mu “sempatizan”ın? Hukuki bir “statü”sü, dolayısıyla sorumluluk çerçevesi sözkonusu mu? Bu sorular, türevleri, dile açık seçik getirilmiyor Türkiye’de. Kürt hareketinin, Gülen örgütünün ya da bambaşka bir toplumsal oluşumun, örneğin Gezi kalkışımının/olaylarının sempatizanı olmak bedel ödemeyi mi gerektirir; öyleyse hangisi, hangi ölçütlerle, hangi ölçüde?
Heinrich Böll de suçlanmış sempatizan olmakla; ölüm tehditleri yapılmış, durumdan yaralanmış. Ne ölçüde sempati duymuştu Baader-Meinhof ikilisine, RAF’a; bir yerden sonra, “infaz”lar azaltmıştı belki de başta duyduğu sempatiyi. Von Trotta-Schlöndorff çiftinin ellerini taşın altına koydukları, uzaktan sempati duymakla yetinmedikleri vurgulandı belgeselde: Linçi göze alarak sokulmuşlar RAF’a, ama ellerine silah da almamışlar. Örgüt üyeliği başka seçim; koyu sempatizanlık ise gözüpeklik istiyor.
Baader-Meinhof’u hapiste ziyaret etmişti Sartre. Fransız entelektüelleri ciddi destek çıkmışlardır. Şu var: Tuzu kuruydular. Türkiye örneğinde de sürgünden gazel okuyan sempatizanlardan çok hoşlanılmamıştır. “Oynak”lardan da.
Bir de benim gibi sessiz, ürkek, pısırık, dolayısıyla yararsız olanlar vardır. Hiç değilse zararları dokunmamıştır diye avunulabilir öyle durumlarda!
Canalıcı konu.
Eşinirken, 50. yaşında Kluge’ye seslenen nefis bir yazısına rastladım Fassbinder’in.
Belli ki rastlantı, bir gece sonra, Senato kanalında Action Directe belgeseli, peşisıra bir oturum.
Jean-Marc Rouillan ve arkadaşları, 30 yıl hapisane faslından sonra meğer geçen yıl salıverilmişler (bu “müebbet” hikayeleri anlaşılır gibi değil -anasını babasını, eşini ve iki çocuğunu taammüden öldüren Rouillan geçen ay ‘şartlı tahliye’ edilebildi- bir manastırda kalacak iki yıl boyunca!). Hapis kaldıkları süre içinde “söz hakkı” verilmemişti onlara. Çıkar çıkmaz 420 sayfalık bir kitapla Action Directe’in 10 yıl boyunca düzenlediği 80 eylem ve cinayetlerini savunan kitabını yayımlamış Rouillan. Libé’nin sitesinden bir yazı okudum: “Pişmanlık yasası”ndan dileseler yararlanıp daha erken özgürlüklerine kavuşabilirlermiş, Kızıl Tugaycılar gibi. Âlâ doğrusu!
Fransa’nın ultra sol’u
Fransa’da 1979-1987 yılları arasında birçok terör saldırısı gerçekleştiren anarşist-komünist grup Action Directe’in kurucusu Jean-Marc Rouillan… Rouillan, 1987’de yakalanmış ve ömür boyu hapse mahkum edilmiş; 2012’de ise şartlı tahliye edilmişti.
General ya da büyük işadamı öldürmek, sistem karşıtlığının köktenci kararları olarak değerlendiriliyor bu insanlar tarafından. “Bedeli ‘bu kadar’ mı olmalı(ydı)” diye aklından geçirenlerin nüfusu kabarıktır herhalde. Referandum yapılsa bugün, hangi ülkelerden geri döner “ölüm cezası”; bilinmez.
Bu tür eylemleri yapmayı üstlenenler, ölümü de göze alıyorlar genellikle. “Sempatizanlar”ın ise öyle sıkıntıları yok; bu da bana kalleşçe bir duruş duygusu, düşüncesi veriyor haklarında. Birilerinin gözüpekliğinin arkasında durmanın da somut bedeli olmalı bence -göze alanlar gelsin o sahaya.
Action Directe’in Ortadoğu panoramasına bulaşması, İran-Molla rejiminin tetikçiliğini üstlendiği yolundaki savlar konuşulurken, konu bir dönem Filistin Halk Kurtuluş Ordusu kamplarında görülen silahlı eğitime dayandı. “Bizimkiler”in bir dökümü yapılmış mıdır, yapılmış olsa gerektir… “Silâhlı mücadele” için Maocu olarak yola koyulan “sempatizanlar”; köylüleri ayaklandırmaya çalışırken bugün azılı anti-komüniste dönüşen ve olmayacak erk yalakalıklarına sapanlar; Rouillan gibi iyi-kötü bedel ödemiş katillerden daha mı az suçludur?