1947’de çalışmaya başladığı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nda genel müdür olan Çelik Gülersoy, sonraki yaşamını İstanbul’un tarihî yapı ve eserlerinin korunmasına, bunların bugünkü ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden değerlendirilmesine adadı. Yaptığı düzenlemeler, yazdığı kitaplarla büyük bir miras bırakan öncü bir kültür insanı.
İstanbul’un ve yakın dönem kültür tarihimizin önemli isimlerinden Çelik Gülersoy, 6 Temmuz 2003 tarihinde bu dünyadan ayrılmıştı. Arkasında bugünkü İstanbul’u etkileyen sayısız proje bıraktı. İstanbullular artık onu pek hatırlamıyor. Ondan çok daha büyük ve güçlü kişilerin yapamadığını yapıp, yaşadığı ülkeyi korumak için olağanüstü bir çaba harcayan Çelik Gülersoy’u anmak; özellikle gençler, sevdikleri şehirler için bir şeyler yapmak isteyenler için müstesna bir durumdur.
Hiç durmadan, neredeyse hayatını İstanbul’un tarihine-sorunlarına adadı; hem yayınları hem geliştirdiği projeler hem uygulamaları ile kendisinden sonra da devam eden büyük etkiler oluşturdu. “En büyük eserim” dediği İstanbul Kitaplığı-Çelik Gülersoy Vakfı ve sevenleri tarafından hâlâ yaşatılıyor. Vefatının 20. yılında onu anmak için, her biri bir tez konusu olabilecek onlarca işi anlatmak kolay değil.
Kendi kaleminden hayat hikayesi şöyle başlar: “Ordu’nun köklü ailelerinden Müftizadelere mensup jandarma subayı Akif Bey (ölümü 1935) ile Münevver Hanım’ın oğludur. Babasının görevi nedeniyle bulunduğu Hakkari’de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Şemsü’l-Mekatib’de başladı. Ortaokulu Beşiktaş Ortaokulu’nda okudu. 1949’da Beyoğlu Erkek Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1958’de mezun oldu. Kısa bir süre avukatlık yaptıktan sonra 1947’de çalışmaya başladığı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun (TTOK) çeşitli kademelerinde görev aldı”. 1966’da TTOK Genel Müdürlüğü’ne getirilen Gülersoy, vefatına kadar bu görevi sürdürmüştür.
Çelik Gülersoy, Şehremini Cemil Topuzlu, Said Naum Duhani, Ali Fuad Cebesoy, Abdülhak Şinasi Hisar, Reşid Savfet Atabinen ve Henri Prost gibi isimlerin bulunduğu TTOK bünyesindeki zengin kültür ortamında yetişmiştir. İstanbul’un kültür mirasını çokyönlü algılamasında bu çevrenin etkisi büyüktür.
Gülersoy’un İstanbul üzerinde odaklanan çalışmalarını; turizm, tarihî eserlerin restorasyonu, şehir tarihçiliği olmak üzere birbirini bütünleyen üç ana gruba ayırmak mümkündür. Onun restorasyon çalışmalarını İstanbullular hâlâ hayranlıkla takdir eder. Bu projelere 1971’de triptik işlemlerinin Turing tarafından yapılmaya başlanmasıyla girişilir; elde edilen gelir, yeni projelerin geliştirilmesini sağlar. İlk projelerinden biri 1977-1984 arasında Edirnekapı-Kariye Müzesi çevre düzenlemesidir. Burada kentin yeni restore edilen bir anıtı çevresindeki ahşap evler de restore edilir; yapının önündeki meydan düzenlenir; turistik tesisler hazırlanır. Çelik Gülersoy’un adını taşıyan vakıf da burada hizmete başlar.
1984’ten sonra Sultanahmet semtinde “Yeşil Ev” olarak tanınan bilinen Reji Nazırı Şükrü Bey Konağı’nın restorasyonu gündeme gelir. 1985’te Europa Nostra Gümüş Ödülü alan proje, Osmanlı dönemi evlerinin turizm amaçlı kullanımı için örnek ve ilk projelerden olur. Artık ayakta duramayacak kadar tahrip olmuş olan konak, detaylı olarak belgelenir ve modern malzeme ile kontur-gabarisi değişmeden yeniden inşa edilir, dıştan ahşap ile kaplanır. Bir rekonstrüksiyon olan projeyle, mekanlar özgün 19. yüzyıl mobilyaları ile döşenerek etkileyici bir görünüme kavuşur. Bu projeyi müstesna kılan taraflardan biri de, konağın bitişiğindeki Cedid Mehmet Efendi Medresesi ve Hazreti Abdurrahmanı Şami Tekkesi’nin de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izniyle restore edilmesidir. Tekkenin türbe bölümü ziyaret edilir hâle getirilir; medrese ise geleneksel el sanatlarının üretildiği ve sergilendiği bir merkez olur. İstanbul Sanatları Çarşısı olarak isimlendirilen medresenin her bir öğrenci hücresi, hat, tezhip, minyatür, kat’ı, ebru, cilt dallarından birine tahsis edilir; avluda bir kafe oluşturulur. Böylece bir eğitim yapısı olan medrese, geleneksel sanatların icra edildiği, öğretildiği ve meraklılarına pazarlandığı yeni bir eğitim kurumuna dönüşür; ayrıca çarşı sayesinde sürdürülebilir bir kurum da oluşturulur. Bu uygulama Türkiye’de geleneksel sanatların yaşatılması ve turizm amaçlı tanıtılması açısından bir dönüm noktası olur. Bunlar, Haseki Hürrem Hamamı ile birlikte Kabasakal Caddesi’nde olağanüstü bir doku oluşmasını sağlar.
Sonrasında Topkapı Sarayı ve Ayasofya arasında bulunan Soğukçeşme Sokağı uygulaması geliştirilir. Bu iki büyük anıtın arasında sarayı çevreleyen Sur-u Sultaniye’ye bitişik sokakta bulunan yapılar, Turing tarafından satın alınır. Bu alanda değişen-bozulan ahşap evleri kurtarmak, arada inşa edilen niteliksiz yapılarla bozulan sokak dokusunu korumak için yine büyük bir proje geliştirilir. Modern malzeme ile aslına uygun olarak yeniden yapılan konutlar, ahşap kaplama cepheleri ve dönem mobilyaları ile 19. yüzyıl sonlarına ait bir İstanbul sokağında yeniden doğar. Sokağın başında Naziki Tekkesi, ortalarda bir Osmanlı konak hamamı, diğer ucunda bir Bizans sarnıcı ve konutlar vardır. Sokağın tamamının turizm amaçlı kullanımı doğru olmayacağı için, belgelenebilen en eski yapı ve çevresi bir kitaplık olarak düzenir. Çelik Gülersoy Vakfı-İstanbul Kitaplığı adı verilen bu tesis, tüm kente ait büyük bir koleksiyon ve arşiv işleviyle hizmet etmesi için planlanır ve sokağın kültürel yüzü olur.
Çelik Gülersoy’un restorayon uygulamaları, Boğaziçi’nde kimi tarihî koru ve yapıların düzenlenmeleri ile devam eder. Yıldız Korusu, Malta ve Çadır Köşkleri (1979-1983), Emirgan Korusu, Sarı Köşk (1979), Pembe Köşk (1982) ve Beyaz Köşk (1983), Çamlıca Tepesi (1980), Hidiv Kasrı (1985), Fenerbahçe gibi hâlâ değişik işletmelerde varlığını devam ettiren kültür varlıkları ve tesisler, daha sonra hazırlanan birçok proje için ilham kaynağı olur. Çelik Gülersoy’un restorasyon uygulamalarında farklı yöntemler ve yaklaşımlar göze çarpar; ancak genelde koruma ve kullanma dengelerine dikkat edilmiş, ayrıca sürdürülebilirlik açısından da Türkiye için yeni yaklaşımlar ortaya konmuştur.
Onun kentin önemli anıtlarının tanıtılması için yazdığı kitaplar bugün hâlâ merakla okunmaktadır. Gülersoy’un 1966’da hazırladığı İstanbul Rehberi, uzun yıllar İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca konuşan ve İstanbul’u ziyaret eden turistler tarafından kullanılmıştır. İstanbul Görünümleri: 1. Köprü ve Galata (1971), İstanbul Görünümleri 2; Tophane-Kabataş (1973), Çamlıca’dan Bakışlar (1982), Göksu’ya Ağıt (1987), Boğaziçi: Sorunlar-Çözümler (1982), Ihlamur Mesiresi (1983), Küçüksu (1985), Taksim: Bir Meydanın Hikayesi (1986), Tepebaşı, Bir Meydan Savaşı (1993) adlı eserleri, kendi içlerinde bir bütün oluşturur. İstanbul’un tarihsel yapılarından özellikle şehrin ticari, dinî ve idari hayatına damga vurmuş geniş ölçekli mimari eserleri üzerinde duran Gülersoy, Ka’riye (1974), Kapalı Çarşı’nın Romanı (1979), Yıldız Parkı ve Malta Köşkü (1979), Dolmabahçe (1984), Hıdivler ve Çubuklu Kasrı (1985), Mavi Cami (1992) ve Çırağan Sarayları (1992) adlı kitapları kaleme alır; bu yapıların değişim sürecini, şehrin doğal yapısıyla olan bağlantılarını dikkate alarak insan-mekan ilişkisi temelinde inceler. Çelik Gülersoy bizzat hazırladığı kitaplar yanında, hem İstanbul Kitaplığı, hem Turing Yayınları üzerinden özellikle İstanbul ile ilgili çok sayıda eseri de bugüne ulaştırır.