Kasım
sayımız çıktı

Sıvaları söküp, mozaikleri tekrar ortaya çıkaran adam

Dünyanın Yedi Harikası, miladî takvimi öncele­yen çağlarda yapılmış anıtsal eserler arasından seçil­mişti. O gün bugün insan elin­den çıkma sayısız yapı üzerinde anketler düzenleniyor nicedir: Dünyanın Yeni Yedi Harikası için önerilen çok sayıda dinsel ya da sivil mimarî ürün arasın­da Ayasofya başı çekiyorsa, bu­nu birden fazla gerekçeyle te­mellendirmek eldedir.

Yedi yüzyıldan fazla kili­se, beş yüzyıl boyunca cami, üç çeyrek yüzyıldır müze olarak işlevini sürdüren, atlattığı onca badirenin ardından bütün gör­kemiyle ayakta duran bu ben­zersiz anıt-yapının geçmişi, biri çağ değişimi olmak üzere tarih­sel kırılma noktaları, dönemeç­ler, yön değişimleriyle doludur: Bizans’ın kuruluş ve yükselişi­ne denk gelen süreçte üstüste üç kez inşa edilmiş, büyük taht savaşımlarına sahne olmuş, 1204’de Latinlerin gerçekleş­tirdikleri haçlı seferinde tepe­den tırnağa talan edilmiş, Fatih şehre girdiğinde “düşüş”ün son simgesi olarak görülmüştü.

Sonrasında, köklü sayılabi­lecek biçimsel değişimler geçir­diğini; içte mihrabından dev hat levhalarına, bir sıvanan bir açı­lan mozaiklerine; dışta, mina­relerinden destek duvarlarına, kütüphanesine, Bizanslı çehre­sinden bir ölçüde uzaklaştığını biliyoruz…

Mozaikler yeniden ortaya çıkarılırken Amerikalı arkeolog Vhittemore, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülme çalışmaları sırasında kurduğu iskelede, mozaikler üzerinde çalışıyor.

Yıllar önce bir dizi rastlan­tı sonucu, Amerikalı arkeo­log-bizantolog Thomas Whitte­more’la yollarımız kesişmişti… Whittemore, Atatürk’e mektup yazmış, Ayasofya (sonra da Ka­riye) mozaiklerinin sıvalarının sökülmesi işlemleri için baş­vurusu kabul görmüş, yıllarını İstanbul’da geçirmiştir. Burada pek sevilmediğini, Ayasofya’nın camiden müzeye çevrilmesi­ne içerleyen çevrelerce “papaz” sayıldığını görüyoruz. Tuhaf bir yöntemle çalışıldığı, sabahın köründe fırınlardan getirtilen sıcak ekmek içleriyle sıvaların söküldüğü söylenir.

Paris’teki stüdyosunda, Abi­din Dino anlatmıştı: 1935 ci­varı, bir sabah tömbeki önün­de, dumanaltı oturuyorlarmış Arif’le; kafasındaki garibin gari­bi serpuşuyla birden yanlarında bitmiş Whittemore, kaldırmış yerlerinden, hızla Ayasofya’ya götürmüş: Ünlü iskelesine hep birlikte tırmanmışlar içeride, düşme tehlikesi geçirerek, bir saat önce ulaştığı büyük bir mo­zayık kesitinin önüne götürmüş onları ve bir kova dolusu suyu duvara boca ettiğinde, impara­torun gözleri boşlukta canlanı­vermiş. Abidin bey, bu sahneyi bir kitabında aktarmıştır.

Whittemore, Amerikan Bi­zans Enstitüsü’nü 1930 yılında kurmuştu… Beni en çok İstan­bul yılları ilgilendiriyor tabiî. Muhafazakâr çevrelerdeki ka­dar olmasa bile, akademik çev­relerde de kuşkuyla karşılan­mış: Hakkındaki doğru dürüst tek portre yazısını Semavi Eyi­ce kaleme almıştır, buram bu­ram mesafe kokar.

(Enis Batur’un bu yazısı, NTV Tarih’in ilk sayısındaki yazısından özetlenmiştir.)