Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Tiranı bozan çevresi!

Napolyon, kendisi için hezimetle sonuçlanacak Waterloo muharebesine girmeden önce kahvaltı ederken, etrafındaki kurmaylarına “Bakın size söyleyeyim, bu Wellington berbat bir komutan, İngilizler de berbat askerler. Bu savaşı öğle yemeğine kadar kazanmış olacağız,” dedi mi elbette tam olarak bilmiyorum. Bilhassa sonrasında olanları düşününce biraz kerizce bir iddia gibi geliyor ama en azından birilerinin “Bir iki haftaya kalmaz Şam’a girip Emevi Camii’nde namaz kılacağız,” dediğini hep beraber biliyoruz. Zaten dünya tarihinden aklımda kalanlar, rakibini küçümseyen, kendi gizli emelleri uğruna halkları ateşe atan ya da doğrudan süzme yoğurt kıvamında olan aktörlerin büyük tokatlar yemeden önce yedikleri tokatlar kadar büyük laflar ettikleri yönünde.

Tabii öte yandan, hemen bütün bu aktörler tarih sahnesinden çekileyazana kadar hep arkalarında duran, bunları destekleyen, yeri geldiğinde işlenen suçlara bahaneler üreten yeri geldiğinde o suçlara fiilen ortaklık eden bir maiyeti de olmuş. İşin ilginç tarafı, Hegel’in tabiriyle “Geist” Bulutsuzluk Özlemi’nin tabiriyle “olayların akışı” ana aktörleri kendi büyük planı doğrultusunda bir piyon gibi kullanıp harcarken, yıllar boyunca aktörün maiyetinde bulunanlar genellikle çoktan ortadan kaybolmuş ve ortak oldukları suçların hesabını vermeden yeni aktörlere yaslanmışlar. Yani ne bileyim, illa ki bizim Napolyon’un Wellington’u küçümsediği konuşmadan sonra “Doğru abi, Wellington da kim oluyor ya? Havada karada yeriz biz bunları,” diye ara gaz veren, “Abi zaten bu İngiliz askerleri hepten lapacıymış, Yeni Fransa bunları yer be yer” diye beliren birileri de vardır illa ki. Habire Napolyon’un hezimetinden bahsediyoruz bu arada, fakat alanında doktora yapanlar dışında herifin maiyetindekileri bilen eden de yok.

Eğer aklımda yanlış kalmadıysa bunun gibi “tiranların maiyeti” diye bir insan topluluğundan ilk kez bahseden bizim Roterdamlı Erasmus. Erasmus’a göre tiranlık denen müessese çoğunlukla prensin koruması altındaki “kötücül” insanların yaptıklarıyla kurulur. Hatta Erasmus’a göre maiyeti iyi ama kendisi “kötücül” prenslerin yönetimi yine katlanılır yönetimlerdir zira tek bir kişinin açgözlülüğünü ve çılgınca arzularını tatmin etmek daha kolaydır. Yani bir nevi “kendi iyi ama çevresi kötü” deyişinin zıddı. Ama maiyetin de “kötücül” olması açgözlülüğü dindirilecek ve çılgınca arzuları tatmin edilecek çok fazla insan anlamına geliyor. Dolayısıyla kötücül bir prensin tiranlığı, etrafındaki kötücül maiyetle birlikte katlanarak artıyor ve değişim kaçınılmaz hâle geliyor. Tabii artık bizim Roterdamlı bunları yazarken kendisini darbecilikle, Habsburg hanedanına ihanetle, dış güçlerin maşası olmakla ya da geri kafalı bir jakobenlikle suçlayan olmuş mu onu bilmiyorum.

Yani benim anladığım kadarıyla bizim Roterdamlı Erasmus, “Tek bir tiranla başa çıkmak kolay ama tirandan güç alıp şirketleriyle ihale, basınıyla kamu reklamı, arkasına saklandığı bürokrasi ve kollukla kişisel intikam peşinde koşan maiyetle başa çıkması çok zor anacım, vallahi ülkenin belini büker,” diyor. “Sıcak neyse de nem fena,” gibi bir düşüncesi olduğunu tahmin ediyorum ve inanın bütün bunları latince nasıl söylemiş hiçbir fikrim yok ama söylediklerinin özeti bu.

Yine hatırladığım kadarıyla dünya tarihinde Nürnberg mahkemeleri dışında diktatörlerin, tiranların maiyeti ya da daha anlaşılır bir dille ifade etmek gerekirse “yancıları” diktatörler devrildikten sonra hayatlarına pekâlâ devam etmişler. Kimi kandırıldığını iddia etmiş, kimi Günter Grass gibi ancak onlarca yıl sonra yancılığını itiraf etmiş kimi Heidegger gibi hayatı boyunca sessiz kalmış da, öldükten sonra günlükleriyle yancılığı ortaya saçılmış. Ha peki tiranlık sürerken maiyetten uzaklaştırılan, uzaklaştırıldıktan sonra aklı ansızın başına gelmişçesine ve bir yandan elinden kayıp giden fırsatlara hayıflanırcasına tiranlığı eleştiren maiyet üyeleri olmuş mudur derseniz bu konuda bir delil sunamam. Ama bir çok kişinin aksine günümüzü anlamak için tarihe bakmaktansa, tarihi anlamak için arada bir günümüze bakmanın gerekli olduğuna inanan bir insan olarak “Kesin olmuştur” diyebilirim.