Tarih boyunca Çin’de güdülen “yakındakileri kontrol edebilmek için uzaktakiler ile dost olmak” siyaseti çerçevesinde, Uygurlar Tang sarayı ile ilişki içine girerek kendilerine ayrı bir yer yaparlar. Tokuzoğuz yerine Uygur adını kullanan Kaşgarlı Mahmut’tan (11. yüzyıl) sonra Tokuzoğuz adı unutulur. Yerleşik, göçebe diye ayırım yapmayan bir İç Asya kültürü.
Genelde biz İç Asya kültüründen sözetmek yerine, Türk, Moğol, yerleşik, göçebe ayırımlarına gireriz. Bu çerçevede de bir grup veya sülale üzerine ihtisaslaşırız; sonuçta da sülaleler, devletler kendi başlarına incelenir.
Bu açıdan bakınca, örneğin eski Uygurlarla ilgili çalışmaların genelde değişmeyen bir Uygur çerçevesi içinde kaldığı görülür. Oysa ki Kadim Türk devleti kurulmadan önce Uygurlar, çokbaşlı olarak hareket eden Tiele (Tegreg) camiasında yer alıyordu. Daha sonra Kadim Türk devletine (552) tabi olduklarını, ancak zaman zaman merkezle çatışmaya girdiklerini ve ağır bedeller ödediklerini biliyoruz. Kadim Türk devletinin ikinci safhasında ise (680-732), eskiden mensup olmuş oldukları camia artık Tiele (Tegreg) olarak değil de Tokuzoğuz olarak bilinir. Ancak Uygurlar artık Tokuzoğuzlardan biri değildir. Oysa ki 10. ve 11. yüzyıl İslâm coğrafyacıları, Tokuzoğuz adını Uygurlar için kullanır. Kısacası İslâm coğrafyacıları kağanlık (740) öncesinde Uygurlardan Tokuzoğuz adıyla haberdar olduklarından, kağanlık kurulduktan sonra da aynı adı kullanmaya devam etmiştir. Tokuzoğuz yerine Uygur adını kullanan Kaşgarlı Mahmut’tan (11. yüzyıl) sonra Tokuzoğuz adı unutulur.
Orhun Yazıtları’nda ve Çin kaynaklarında ise Tokuzoğuz adı, ikinci kadim Türk hakimiyeti altındaki farklı isimlerden boyların ortak adı olarak karşımıza çıkar. Tarih boyunca Çin’de güdülen “yakındakileri kontrol edebilmek için uzaktakiler ile dost olmak” siyaseti çerçevesinde, Uygurlar Tang sarayı ile ilişki içine girerek kendilerine ayrı bir yer yaparlar. Önceden kendilerinden Bayarku, Tongra gibi Tegreg kabilelerinden biri olarak sözedilirken, artık ayrı bir varlık sıfatıyla anılırlar ve Çin’e elçi-hediyeler gönderirler. Çin kaynaklarını inceleyenler de, Uygurları sanki eski Tokuzoğuzlarla ilişkili olmamış gibi ayrı bir konumda mütalaa eder. Uygurların tarihini Çin kaynaklarına dayanarak bize aktarmış olan Annemarie von Gabain, Colin Mackerras, Michael Drompp gibi uzmanlar da genellikle bu çerçeveyi benimsemiştir.
Öte yandan Tokuzoğuzlardan bahseden 12. yüzyıl öncesi İslâmi kaynaklar, siyasi tarihten çok, ticaret erbabından aldıkları haberler çerçevesinde yollar, konaklama yerleri, şehir ve kasabalar, âdetler gibi genellikle siyasetten uzak hususlar hakkında bilgi verir. Bu çerçevede Gerdizî (10. yüzyıl), Zeynülahbar adlı eserini Tokuzoğuzlara yani Uygurlara ayırmıştır (Martinez, 1982).
Gerdizî’nin eserindeki Tokuzoğuzlar, Uygur İmparatorluğu 840’da yıkıldıktan sonra güneybatıya doğru göç etmiş Uygurlarla ilgilidir. Sözkonusu pasajda Toharca adı ile Angi’yi (Karaşar) 843’te ele geçirip kendine başkent olarak benimseyen hakanın, artık yerleşik bir hükümdar olarak geniş yenli sırmalı ipek kaftan giydiği (Kadim Türklerin giyimi, savaşta hareket kolaylığı sağlamak için dar yenli idi), sade halkın ise basit ipek giysileri olduğu belirtilir. Bu anlatımda toplum, “zenginler ve fakirler” diye ikiye ayrılmakta, hattâ cezalar bile bu açıdan farklılık göstermektedir. İçecek olarak artık kımızdan değil de üzüm şarabından sözedilmektedir.
Gerdizî’nin verdiği bilgilerin 843-866 (Csegledy, 1984) arasına ait olduğu görülmektedir. Oysa dar bir zaman dilimine sığdırılan bu bilgilerin çok daha geniş yansımaları olmalıdır. Uygur hakanının Hazar hakanı gibi yılda bir kere halk içine çıkışı ayrıntılı olarak anlatılır.
Diğer taraftan hırsızlık için Kadim Türklerdeki uygulamalara benzer cezalar verildiğini görürüz. Ayrıca yağmur yağdıran “yede” taşı çerçevesinde eskiden Oğuz ile Türk arasındaki mücadelenin artık Tokuzoğuz ile Karluk rekabetine dönüştüğü konusundaki bilgiler, bizi Uygur geleneklerinin ötesine götürür ve diğer Türk halklarıyla ilişkilendirir. Öte yandan zina durumunda aldatılan erkeğe kendine yeni bir eş alabilmesi için aldatmaya sebep olan erkeğin ceza olarak gerekli “masrafları” karşılamak zorunda kalması bize Moğol dönemi uygulamalarını hatırlatır (ntv tarih, s: 39). Kısacası bütün bu hususlar yerleşik, göçebe diye ayırım yapmayan bir İç Asya kültürüne işaret eder.