Yunan Cuntası destekli EOKA-B Kıbrıs’ta darbe yapınca gözler Türkiye’ye çevrilmişti. Beş gün sonra beklenen müdahale geldi. Türk askerleri Kıbrıs’a çıkıyor, Başbakan Ecevit “Adaya barış götüreceğiz” diyordu.
Lefkoşa Büyükelçisi Asaf İnhan, 17 Temmuz 1974 günü Rauf Denktaş’a, Türkiye başbakanı Bülent Ecevit’in mesajını iletti. Ecevit; “Endişe etmeyiniz, hükümet olayları takip etmekte ve uygun konjonktür hazırlamaktadır” diyordu. Bunu okuyan Denktaş’ın, “Geliyorlar, geliyorlar!” diyerek ayağa fırlamasına Büyükelçi bir mana veremedi. “Nereden anladınız?” diye sordu.
Oysa, daha iki gün önce bir araya geldiklerinde Denktaş, çok endişeliydi. O sırada Lefkoşa’nın Rum kesiminden silah sesleri duyuluyordu. Kıbrıs Radyosu millî marşlar çalıyor, Nikos Sampson komutasındaki paramiliter EOKA – B’nin (Kıbrıs Ulusal özgürlük Savaşçıları) yönetimi ele geçirdiğini, Cumhurbaşkanı Makarios’un öldüğünü, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Nikos Sampson’un oturduğunu duyuruyordu (Bir süre sonra Makarios’un hayatta olduğu, önce Malta’ya, oradan Londra’ya kaçtığı anlaşıldı). Denktaş’a göre, Türkiye derhal müdahale etmeliydi. Gerçi Sampson, Kıbrıslı Türklere yönelik bir hareketleri bulunmadığını söyleyecek, hatta Büyükelçi İnhan’ın naklettiğine göre darbeyi izleyen ilk üç gün, elçilikçe de tanınan bir adamını, Denktaş’la görüşme talep etmek için birkaç kez barikatlara gönderecekti. Gerçekten de Türklere saldırı olmadı. Rum tarafında darbeciler, Makariosçular ve solcu Rumlarla çatışıyorlardı. Nikos Sampson aslında gazeteciydi. 50’li yılların ikinci yarısında, finansmanını kilisenin sağladığı Cyprus Times gazetesinin henüz 20‘sinde genç muhabiriyken inanılmaz atlatma haberlere imza atmıştı. O sırada İngiliz sömürge yönetiminin görevlililerine yönelik suikastlar peş peşe düzenlenirken, cinayet mahalline ilk ulaşıp haberi fotoğraflarıyla ve “Lefkoşa’da bir cinayet daha” başlığıyla ilk geçen hep aynı genç muhabirdi. Suikastın yapıldığı yerdeki görgü tanıkları daima ateş edeni görmediklerini söylüyorlardı. Sonunda İngiliz polisi işin sırrını çözdü. Sampson’un gazetecilik başarısı, aynı zamanda tetikçinin bizzat kendisi olması sayesindeydi.
15 Temmuz 1974 – günü yaptığı darbenin ardından devlet televizyonuna her iki yanında duran silahlı iki adamıyla çıkan Sampson, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin lağvedilip Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin kurulduğunu açıkladığında, aslında o an hayatta olmasını, o karşı olduğu cumhuriyete borçluydu.
16 Ağustos 1960‘da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni hayata geçiren anlaşmanın altında Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık’ın imzaları vardı. Cumhurbaşkanı Rum ve onun beğenmediği kararı veto etme hakkına sahip yardımcısı ise Türk olacaktı. Bu üç ülke Kıbrıs’ın anayasal nizamının devamını garanti ediyorlardı. Yani bugün Türkiye’de yaygın olarak zannedildiği gibi Türkiye, Kıbrıslı Türklerin değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamının, toprak bütünlüğünün garantörüydü. Hem ‘Enosis’ (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) hem de ‘Taksim’ (Adanın iki toplum arasında bölüşülmesi) önlenmişti. Cumhuriyet ilan edildiğinde Sampson, işlediği cinayetler sebebiyle İngiltere’de idam cezası almış bir mahkûmdu. Cumhuriyetin ilanıyla çıkarılan genel af sayesinde Kıbrıs’a döndüğünde EOKA’cılar tarafından bir kahraman gibi karşılanacaktı. İlk EOKA, İngilizlere karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini kazanmıştı, şimdi sırada Enosis için mücadele edecek olan EOKA – B vardı. Kıbrıslı Türklerin yüzde 18‘lik nüfus oranlarına karşın eşit söz hakına sahip olduğu Cumhuriyet’e bu sebeple karşıydı. Kıbrıslı Rumlar kargaşa içindeyken, dünya Türkiye’yi gözlüyordu. Sampson ve Atina’daki Amerikan destekli cunta, Türkiye’nin müdahalesine çok ihtimal vermiyordu. Kıbrıs Radyosu bu sebeple sık sık, Rumlar arasında da popüler olan Türkçe bir şarkı çalıyordu: “Bekledim de Gelmedin.” 18 Temmuz 1974 sabahı Büyükelçilikte Ecevit’ten kendisine gelen “Endişe etmeyiniz, konjonktür hazırlanmaktadır” mesajını okuyan Denktaş’sa “beklenenin geldiğinden” çok emindi. Büyükelçi İnhan’a, “sana gördüğüm bir rüyayı anlatmıştım ya!” diyecekti. İki buçuk ay kadar önce, kendi ifadesiyle “rüyanın şok etkisi altındayken” Asaf Bey’e koşmuştu, rüyasını paylaşmıştı, ama büyükelçi onun kadar etkilenmemiş olacak ki, rüyayı hatırlamıyordu. Denktaş, uyanınca rüyasını günlüğüne not etmişti. Talimat verip, ofisinden günlüğünü getirtti ve rüyasını bu kez okudu.
Rüyada Denktaş, Lefkoşa’daydı. Karşıdan Atatürk geliyordu. Denktaş öpmek için Atatürk’ün ellerine sarılıyor. “Atam, bizi kurtar, artık mümkün değil, dayanamıyoruz” diyordu. Atatürk kendisine gülümsemiş ve “Konjonktür önemlidir Denktaş, konjonktüre dikkat ediniz” demişti. Uyandığında Denktaş’ın içinde gerçek hayatta Atatürk’le konuşmuş gibi bir duygu vardı! Ve şimdi Başbakan Ecevit kendisine “konjonktür hazırlanmaktadır” diyordu.
kitabında Mehmet Ali Birand’ın naklettiğine göre Ecevit, 15 Temmuz sabahı darbe haberini Afyon’a gitmeye hazırlandığı Etimesgut Havaalanında almıştı. ABD ile Türkiye arasında önemli bir sorun olan haşhaş ekimine izin verileceğini, ama kaçak ekimle de mücadele edileceğini Afyon’da açıklayarak, ABD ile iç politika arasında bir denge kurma arayışındaydı. Ecevit geziyi iptal etmedi. Ama hemen Ankara’ya dönerek, acil bir toplantı yaptı. Koalisyon ortağı Erbakan, tamamen Türk tasarımı motor üretimi hakkında yaptığı toplantılardan birinde olduğu için katılmadı. Dışişleri Bakanı Turan Güneş Pekin’de, Atina Büyükelçisi Kâmran Gürün mavi yolculukta, Genel Kurmay Başkanı İstanbul’da yazlığında, Deniz Kuvvetleri Komutanı Akdeniz’de teftişteydi. MSP’li Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın o günkü gündemiyse resim sanatı adı altında müstehcen tablolara sayfalarında yer veren Milliyet Sanat dergisinin toplatılma kararı çıkarılmasıydı. Deniz Baykal, Önder Sav gibi Ecevit’in yanındaki kurmayları müdahale etmekten yanaydı. MSP ve MHP de kararı destekleyecekti. Birand’ın naklettiğine göre çekinceleri olan bir tek AP lideri Demirel’di. Müdahaleye ABD’nin tavrı ne olacaktı ve bu durum bir Türkiye – Yunanistan savaşına yol açabilir miydi? 17 Temmuz günü Başbakan Londra’ya uçtu. ‘Garantör devlet’ sıfatını taşıyan Britanya’nın Dışişleri Bakanı Callaghan’la yapılan görüşmede, Callaghan sık sık “tuvalete gitmem gerek” diyerek odadan çıkıyordu. Arada “sizin tuvalet ihtiyacınız yok mu?” diye sormasına Türk tarafı bir anlam verememişti. Oysa Birand’ın naklettiğine göre Callaghan tuvalete değil, ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’la konuşmak için telefona gidiyordu. Dönüş yolunda heyette yer alan Özel Harp Dairesi Başkanı (o sırada) Tuğgeneral Kemal Yamak’ın anılarında naklettiğine göre Ecevit kendisini çağırdı ve ilginç bir soru sordu: “Acaba uçaklarımız, önce çiçek atsalar, aşağıdan ateş açılırsa, o zaman hava taarruzuna geçseler, olabilir mi?” Yamak, Ecevit’e “savaş uçaklarından çiçek atmanın teknik olarak imkansıza yakın olduğunu” anlattı.
Lefkoşa Büyükelçisi Asaf İnhan, “Bomba yerine çiçek atma girişimi Sayın Ecevit’in hayal gücünü ve içten iyi niyetini sergilemekle kalmıştır” derken, Kemal Yamak durumu Ecevit’in “insancıl yapısı”na bağlıyordu! Ecevit “hayal gücünü sergilemişti” ama başta Özel Harp Dairesi Başkanı Yamak olmak üzere, devletin belli bir kesimi, yıllardır Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı vasıtasıyla faaliyet halinde ve her tür gelişmeye hazırlıklıydılar. Ecevit daha sonraki dönemde Özel Harp Dairesi’ni Amerikan güdümü altında kontrgerilla faaliyeti içinde olmakla suçladığı için Kemal Yamak anılarında sitemlerini de eksik etmeyecekti. Türkiye gazeteleri ve hatta siyasetçileri aynı bugün olduğu gibi Kıbrıs’a sadece Türkler ve Rumlar ayrımı üzerinden bakıyordu. Bağlantısızlarla hareket eden, Atina’daki cuntaya karşı çıkan, Sovyetlere yakın bir siyaset izleyen ve EOKA – B’ye karşı komünistlerle aynı safta yer alan Makarios ile darbeci Sampson arasında bir fark g.rmüyorlardı. O sırada dünya basını Ecevit’in Türk – Yunan kardeşliği temalı şiirler kaleme alan, sol görüşlü bir entelektüel olduğunu yazarken, bu imajdan etkilenen Rumlar da vardı. Solcu Rumların bazıları canlarını darbecilerden kurtarmak için Türk tarafına sığınmış, dönemin tanıklarının naklettiğine göre en az Türkler kadar “solcu Ecevit’in faşistlere karşı Kıbrıs’a gelmesini” bekliyorlardı. Harekât başladı ve şarkı çalma sırası artık Bayrak Radyosu’ndaydı. “Bekledim de Gelmedin”e cevap “Kendim Ettim Kendim Buldum”du.
HAREKÂTIN ARDINDAN
Kalıcı barış fırsatı kaçırıldı mı?
Adı Kıbrıs Harekâtı ile özdeşleşen Bülent Ecevit’i “hümanist ve solcu olduğundan Kıbrıs’ın fethini engelledi” diye suçlayanların yanı sıra, kalıcı barışı sağlayamadığı için büyük bir fırsat kaçırdığını söyleyenler de oldu.
Harekâtın ardından, kazandığı popülerliği oya tahvil ederek tek başına iktidara gelme planları yapması hem Ecevit’in hem de Kıbrıs’ın kaderini etkileyecekti. Türkiye kamuoyu ABD’ye kafa tutulduğu inancındaydı. Oysa ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, epey sonra, Kıbrıs sorununda ABD’nin tutumu hakkındaki eleştirilere cevap verirken, “Her şey öngördüğüm gibi gelişti ama tek bir şeyi tahmin etmem mümkün değildi” diyecekti. “Ecevit’in başbakanlıktan ayrılacağını bilemezdik!”
1974 – 1980 arasını Milliyetçi Cephe hükümetleri ile Ecevit arasındaki çekişmeler ve yükselen toplumsal muhalefet, iç sarsıntılar, ekonomik krizlerle geçirip 80‘lere bir askeri darbe eşliğinde giriş yapan Türkiye’de kimsenin dönüp de Kıbrıs’a bakmaya mecali kalmamıştı. 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren bile anılarında Ecevit’in basiretsizliği sebebiyle işin askere kaldığını söylüyordu. Birçok Dışişleri yetkilisine göre de Ecevit’in ardından hiçbir siyasetçi bir anlaşmaya imza atarak taviz veren konumuna düşmeyi göze alamazdı. Hem Atina hem de Lefkoşa’daki cuntaların yıkılmasına sebep olan Ecevit’in, kalıcı bir barışa imza atmayarak sadece Lefkoşa’da değil Atina da bile heykelinin dikilmesi fırsatını kaçırdığını söyleyen de oldu. Ecevit’in jetlerden çiçek atmayı hayal eden kişiliğini hatırlatansa bir tek koalisyon ortağı Erbakan’dı: Ecevit adanın tamamının ‘fethini’ engelleyen, “solcu, hümanist ve Yunan hayranı”ydı. Britanya Dışişleri Bakanı Callaghan, Cenevre görüşmelerinde Türkiye Dışişleri Bakanı Turan Güneş’e şöyle demişti: “Bugün Kıbrıs, ordunuzun esiridir. Ama yarın ordunuz Kıbrıs’ın esiri olacak!” Güneş, görüşmeleri takip eden Güneri Cıvaoğlu, Mehmet Barlas, Örsan Öymen ve Mehmet Ali Birand gibi gazetecilere özel bir sohbet havasında gülümseyerek şöyle diyecekti: “Hele biz adanın yarısını alıp, oldubittiyi yapalım, 20 yılda sökemezler bizi. Ondan sonrası da Allah kerim!”
‘Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 40‘ıncı yılında yine iç siyasete gömülmüş Türkiye’de, Kıbrıs’ın geleceği hakkında yorum yapmak isteyenlerin ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın Mayıs ayındaki ziyaretlerini, Ortadoğu’da yeni oluşan istikrarsızlıkları, Kıbrıs çevresinde keşfedilen doğalgaz kaynaklarını, Batı’nın enerji ihtiyacını ve bir zamanlar 1974’e gelmeden önceki Arap – İsrail gerginliği ve petrol krizini de unutmadan göz önüne almak gerek. Ne demişti Denktaş’ın rüyasındaki Atatürk: “Konjonktüre dikkat ediniz!”