Bütün göçlerin Moğolistan’dan batıya doğru olmuş olduğunu düşünürüz. Bunun nedeni Kadim Türklerin doğudan batıya göçetmiş olmaları ve batının en uç noktasında da Anadolu’nun bulunmasıdır. Anadolu’ya göçlerin de Horasan’dan gelmiş oluğunu düşünür, Karadeniz’in kuzeyinden gelenleri gözardı ederiz. Karlukların tutumu ve islâmiyet’le ilişkileri.
Türklerin tarihini bir devletler silsilesi içinde görürüz. Tarihte göçebe hayat sürmüş kabileler de bu görüşlerden nasiplerini alır; tarihteki halkları veya boyları incelerken onların hep birlikte göçtüklerini düşünürüz. Sanki göç sonrasında, evvelce bulunmuş oldukları yerde hiç kimse kalmamıştır.
Örneğin “Türk” deyince akla sadece Türkiye’deki Türkler gelir; diğerlerini Kırım Türkü, Tuva Türkü gibi yöresel isimlerle tanımlarız. UNESCO İpek Yolu seferleriyle 1991’de Kırgızistan’ın Özkent vilayetinde karşılaştığım bir insan, “siz Türkmüşsünüz, ben de Türküm” demişti. Orta boylu, ela gözlü, kumral bir kişiydi. Ben de “ne zaman geldiniz?” diye sorunca, “biz hiç gitmedik ki!…” demişti. 1991’de Kırgızistan’da ancak beş Türk köyü kalmıştı. Bu durum, sadece bu örneğe özgü değil. Benzer bir durum Kazaklar için de söz konusudur. Bugün Kazaklar hem Kazakistan’da, hem Çin’de hem de Türkiye’de yaşamaktadır.
Tarihte de aynı isimle farklı yerlerde yaşayan kabile veya gruplarla oldukça sık karşılaşıyoruz. Bunlardan biri de farklı yerlerde yaşamış olan Karluklardır. Biz onların varlığından Kadim Türk Devleti’nin yıkılmasında (732) oynadıkları rolden dolayı haberdarız. Verilen bilgilere göre Uygurların galibiyetiyle önce batıya ve güneybatıya göçmüşler, 20 yıl sonra da Talas meydan muharebesinde Arapların safına geçerek savaşın akışını değiştirmişlerdir. Kısacası biz Karlukları kronolojik olarak batıya giden bir göç içinde görürüz.
Ayrıca bütün göçlerin Moğolistan’dan batıya doğru olmuş olduğunu düşünürüz. Bunun nedeni Kadim Türklerin doğudan batıya göçetmiş olmaları ve batının en uç noktasında da Anadolu’nun bulunmasıdır. Bundan dolayı Türklerin tarihine doğudan batıya giden bir “Türkler koridoru”ndan bakar, batıdan doğuya göçleri de görmezden geliriz. Benzer bir şekilde Anadolu’ya göçlerin hep Horasan’dan gelmiş oluğunu düşünür, Karadeniz’in kuzeyinden gelenleri gözardı ederiz.
Karlukları homojen bir bütün olarak görmemizde diğer bir etken de Çin kaynaklarındaki bilgilerin kısıtlayıcılığıdır. Bu kaynaklar yabancıları ancak kendi açılarından ele aldıkları için, kuvvetli bir siyasi varlık göstermeyenlere pek yer vermezler. Aslında Talas meydan muharebesinden önce de batıda hattâ Maveraünnehir’de Eftalit camiasının içinde Karluklar yaşıyordu. Karluklar İslâmiyetle en önce tanışan Türklerdendi. Bu durumda en az 3 ayrı Karluk grubundan sözetmek mümkündür: Eski yurtta geride kalanlar, doğudan batıya göçenler, bir de Maveraünnehir’de meskun Karluk grupları. Bu sonuncu grup, varlığını hâlen sürdürmektedir. Özbekistan’da Karluk adını taşıyan yerleşimler görüldüğü gibi, Karluk şivesi bugünkü Özbek dilinde de varlığını korur.
Uygur Kağanlığı’nın kurulmasıyla (744) batıya Çu havzasına gelen Karlukların 760 civarında Batıtürkleri’nin hakimiyetine son vermiş olmaları, 11. yüzyıl tarihçisi Gerdizî (#tarih, sayı: 119) tarafından “Türk hakanının hakimiyeti Karluklara geçti” diye kaydedilir. Doğal olarak bu değişim kendini tarihî rivayetlerde de gösterir. İslâmi kaynaklarda Türk hakanlarının hakimiyeti Yafesoğlu Türk ile ilişkilendirilmiştir. Gerdizî’de ise Karlukların sağladığı üstünlüğün bu rivayete yansımış olduğu görülür. İlginç olan, Tevrat kaynaklı Yafes rivayetinin Türklerin görüşüne göre şekillendirilmiş olması ve Musevi Hazarlar yoluyla yaygınlaşmasıdır. Böylelikle, Müslümanlaşmakta olan Maveraünnehir Karluklarının varlıkları uzun bir geçmişe bağlanır ve zamanla diğer gruplar arasında da geçerlilik kazanır. Kimi Karluk grupları zaman zaman İslâmiyete karşı tavır almışlardı. Dolayısıyla bu rivayet, Hz. Nuh’un oğlu Yafes ve oğullarının (Oğuz, Türk, Karluk), hakimiyeti simgeleyen “yede taşı” için rekabetlerinin kültüre yansımasıdır. İlginç olan, bu Tevrat rivayetinin Karlukların İslâmiyeti topluca kabulünden (955) önce farklı şekillerde benimsenmiş olması ve kendilerinin de bu rivayette yer almalarıdır. Kaynak eserler hakim zümrenin ideallerini yansıtır. Efsane ve destanlar halkın duygu ve düşüncelerini zaman ve zemine göre farklılıklar göstererek bizi sürecin katmanlarından haberdar ederler. Zaten tarih de ayrıntıda gizlidir.