Bugüne kadar kimsenin görmediği hiyeroglif bir yazıt, Anadolu arkeolojisi uzmanları arasında tartışmalara yol açıyor. Aslı ortada olmayan Beyköy yazıtının kopyasının Çatalhöyük’teki üstün çabalarıyla tanınan ünlü arkeolog James Mellaart’ın evinden çıkması, uydurulmuş olması kuvvetle muhtemel yazıtın ciddiye alınmasına neden oluyor. Gelişmeler, Mellaart’ın “Dorak Hazineleri” vakasındaki sabıkasını(!) akılllara getirirken, Anadolu tarihinin sahte bir yazıt üzerinden yeniden yazılmaya çalışıldığını düşündürüyor.
Afyonkarahisar ili İhsaniye ilçesi sınırları içindeki Beyköy’de bulunduğu iddia edilen hiyeroglif (resim yazısı) bir yazıt nedeniyle bugünlerde Anadolu arkeolojisi uzmanları arasında hararetli tartışmalar yaşanıyor. İlginç olan husus kendisi ortada olmayan yazıtı bugüne değin hiç kimsenin de görmemiş olması. 1878 yılında keşfedilmiş olduğu söylenen taş yazıt, anlatılan hikayeye göre önce Fransız arkeolog George Perrot tarafından bir kağıda kopyalanmış, sonrasında ise eserin aslı Beyköy sakinleri tarafından cami temelinde inşaat malzemesi olarak kullanmış. Uzun süre ortalarda olmayan yazıt kopyasının ünlü İngiliz arkeolog Prof.Dr. James Mellaart’ın evinden çıkması ise hikayeyi daha da ilginç bir hale getiriyor. 2012’de vefat eden Mellaart’ın oğlu yazıt kopyasını aslında bir jeoarkeolog olan ancak Luviler üzerine çalışmalar yapan Dr. Eberhard Zangger’e iletiyor.
Yazıtla ilgili tartışmalara geçmeden önce James Mellaart’ın kim olduğu ve Anadolu arkeolojisindeki önemini belirtmemiz gerekiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, yani 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Hint-Avrupa kökenli ülkelerin elit insanları Anadolu’da yoğun bir şekilde arkeolojik araştırmalara girişmişlerdir. Bu araştırmaların sonucunda Truva, Hattuşa, Sakçagözü, Gordion, Karkamış ve Kültepe gibi Anadolu öntarihini şekillendirmiş yerleşmelerde kazılar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması batılı ülkelerin arkeolojik faaliyetleri için bir engel olmamış, aksine Atatürk’ün teşvikleri ile pekçok ülke arkeoloji enstitülerini hayata geçirmiştir. Bu sıralarda özellikle Suriye ile Mezopotamya topraklarında kurulmuş olan Irak’ta yapılan yoğun kazılar sonucunda halk arasında Cilalı Taş Devri olarak bilinen ve insanlık tarihinin ilk büyük devrimi olarak kabul edilen Neolitik döneme ait önemli yerleşmelerde arkeolojik araştırmalara başlanmıştır. Araştırmaların yaygınlaşması ile Neolitik kültürün Suriye ve Mezopotamya’ya özgü bir tarihsel süreç olup olmadığı, çevre bölgelerde çağdaş yerleşmeler bulunup bulunmadığı gibi hayati sorulara da yanıtlar aranmaya başlanmıştır. 1940 ve 50’li yıllarda Anadolu erken öntarihi hakkında yazılmış önemli kitaplarda, araştırmaların yetersizliğine rağmen, Anadolu’da Neolitik bir kültür olmadığı sonucuna ulaşılmış ve bu sonuçlar prehistorya kürsülerinde ders olarak okutulmuştur. Ancak 1950’li yılların ikinci yarısından sonra, James Mellaart’ın üstün çabalarıyla, önce Burdur yakınlarındaki Hacılar’da, daha sonra da bugün Önasya’nın en yüksek kültürlü Neolitik dönem yerleşmelerinden biri olan ve UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Çatalhöyük’te kazılar gerçekleştirilmiş ve masa başı tahminlerinin aksine, Anadolu’nun “Neolitiksiz” olmadığı anlaşılmıştır. Bir bakıma Anadolu öntarih arkeolojisinin kaderini değiştiren James Mellaart sonraki süreçte kimsenin tam olarak anlayamadığı bir takım tartışmaların merkezinde yer almıştır. Mellaart, “Dorak Hazineleri” olarak bilinen bir olayın kahramanı olmuş ve bu olay nedeniyle uzun yıllar Türkiye’de çalışması yasaklanmıştı. James Mellaart tıpkı Beyköy Yazıtı gibi fotoğrafları olmayan ve Ulubat Gölü kıyısındaki Dorak Köyü’nde bulunduğu iddia edilen eserlerin çizimlerini 1959 yılında London Illustrated News’ta yayınlamıştı.
Tarihi değiştiren(!) adam
Çatalhöyük’ün neolitik bir merkez olduğunu kanıtlayan dünyaca ünlü arkeolog James Mellaart, 80. yaşgününde eşi Arlette ile Londra’daki evlerinde, 2005. “Dorak Hazineleri” olayında tarihi manipüle ederek değiştirmekle suçlanan Mellaart’ın Türkiye’de çalışması bir süreliğine yasaklanmıştı.
George Perrot ve James Mellaart’ın mesleki temasları sırasında el değiştirdiği söylenen Beyköy Yazıtı kopyası akademik bir dergide yakın geçmişte yayınlandı. Yayına göre uzunluğu 29 m, yüksekliği ise 35 cm olan yazıt bugüne değin Anadolu’da bulunan en uzun örnek durumunda. Yazıtın önemi boyutunun yanısıra içeriğinden de geliyor. Zangger’e göre Tunç Çağı’nın çöküş dönemi ile ilgili olarak Anadolu tarihindeki pekçok bilinmezlik ortadan kalkıyor. Hitit egemenliği altındaki Batı Anadolu’nun küçük ve önemsiz devleti Mira’nın kralı Kupanta Kurunta’nın isteği üzerine MÖ 1190’da hazırlanmış olan yazıtta, kralın Hititlere saldırısı anlatılıyor. Bu arada Luviler Hititlere karşı donanma hazırlıyor, Anadolu’nun güneyinde Suriye ve Filistin’dekiler de dahil olmak üzere birkaç kıyı kentine saldırıyor. Yazıt değerlendirildiğinde, haklarında çok fazla bilgi olmayan Luvilerin aslında büyük bir güç olduğu ve Batı Anadolu’dan Mısır sınırlarına kadar uzanan bir egemenlik alanı bulunduğu sonucu ortaya çıkıyor. Bu savaşlar hem Hitit Krallığı’nın hem de Tunç Çağı’nın sonunu getiriyor ve böylece Akdeniz arkeolojisinin en büyük gizemlerinden biri çözülmüş oluyor!
‘Efsane’nin ilk kahramanı
1878 yılında keşfedilmiş olduğu söylenen Beyköy hiyeroglifinin kopyasını çıkardığı iddia edilen Fransız arkeolog George Perrot (1832-1914).
Kopya hiyeroglif yazıtın güvenilirliği Eskiçağ bilim insanları arasında konuşulan en önemli husus olarak beliriyor. Konunun uzmanı olan bir Hititolog meslektaşımla yaptığım görüşme bu yazıtın ciddiye alınması halinde Anadolu arkeolojisi ve eskiçağ tarihi için geriye dönüşü imkansız yanlışlar yapılabileceğini gösteriyor. Meslektaşımın kaygılarını maddeler halinde iletmeye çalışacağım:
1- Var olmayan bir yazıtın uydurulmuş çizimleri yayınlanmıştır.
2- Bu yayını yapanların Luvi uzmanı olarak takdim edilmesi tartışmalıdır ve bu yaklaşımlar Hitit-Luvi çalışmalarının bilimselliğini zedelemektedir.
3- Bu kopya, üretildiği dönemdeki (muhtemelen 1971-1973 yılları) Anadolu hiyeroglif yazısı ve Luvice bilgilerindeki eksikliklerden kaynaklanan hatalarla doludur ve bu da sahte olduğunun en büyük kanıtıdır.
4- Gerçek bir uzmanın saptamaları bu sahtekarlığın önünü kesebilir.
Orijinali burada mı?
Hiyeroglif yazıtın orijinalinin temellerinde yapı malzemesi olarak kullanıldığı ileri sürülen, Beyköy Camii.