İki büyük yetenek, iki büyük sanatçı, iki “nadir” ve “hikmetli” insan. Aynı sene, 1902’de doğan Nâzım Hikmet ve Cemal Nadir, erken cumhuriyet devrinin müstesna isimleri olacaktı. Büyük acıları, büyük zorlukları geride bırakarak ölümsüz eserlere imza attılar, geleceğe ışık tuttular. İki ustanın hayat yolculuğunda kesişen anlar, karşılaşmalar, tanıklıklar…
Yıl 1902. Tam 120 yıl önce bir şair ve bir karikatürist dünyaya gelir. 15 Ocak 1902’de babasının görevi nedeniyle bulunduğu Selânik’te doğar Nâzım Hikmet. 13 Temmuz 1902’de ise Bulgaristan’dan Bursa’ya göçen bir ailenin oğlu olarak Bursa’da Cemal Nadir doğar Bursa’da.
Nâzım üç yaşındayken aile Halep Valisi olan dedesi Mehmet Nâzım Paşa’nın yanına gider. Sonrasında annesi Celile Hanım’ın hamileliği nedeniyle İstanbul’a taşınırlar. Okul çağına gelen Nâzım, önce Fransızca eğitim veren özel bir okulda, sonrasında da Göztepe’deki Numune Mektebi’nde (Taşmektep) okur. İlkokulu bitirince, arkadaşı Vâlâ Nureddin’le (Vâ-Nu) Mekteb-i Sultani’nin hazırlık sınıfına yazdırılır. Ertesi yıl maddi gerekçelerle kaydı Nişantaşı Sultanisi’ne alınır. İlk şiirlerinden biri olan “Feryâd-ı Vatan”ı 1913’te yazan Nâzım Hikmet, “Otobiyografi” adlı şiirinde “… on dördümden beri şairlik ederim…” diye yazacaktır (Nâzım Hikmet’in ilk şiiri 19 Aralık 1914 tarihinde yazdığı ‘Yangın” adlı şiiridir / Haluk Oral, Nâzım Hikmet’in Yolculuğu, İşbankası Yayınları, s. 26-27).
Yedi yaşında mahalle mektebine başlayan Cemal Nadir, daha sonra Nalbantoğlu Mekteb-i İptidaisi’nde okur. 3 yıllık eğitiminden sonra ortaöğrenimine Bursa Sultani Mektebi’nde (Bursa Erkek Lisesi) başlar. Çalışkan, uslu, mahcup bir çocuktur. Babasının tayininin Bilecik Adliyesi başkâtipliğine çıkması üzerine aile oraya taşınır. Ancak Cemal Nadir okula devam etmek için Bursa’da dedesinin evinde kalır. Bursa Sultani’sinden sonra ailesinin yanına giderek Bilecik İdadisi’nde eğitimine devam eder. Burada yaptığı bir resmin hocası tarafından okulun iftihar salonuna asılması, resim tutkusunu bir bağımlılık haline getirecektir: “Resim yapmak hevesi on iki, on üç yaşlarımdan sonra bir hastalık halinde başlar…”
İlk şiir, ilk karikatür
Dedesi Nâzım Paşa’nın etkisiyle şiir yazmaya başlayan Nâzım Hikmet, Nişantaşı Sultanisi’nin üçüncü sınıfındayken evlerine ziyarete gelen aile dostları Cemal Paşa’ya 16 Aralık 1914’te yazdığı “Bir Bahriyelinin Ağzından” başlıklı şiirini okur. Şiiri duygulanarak dinleyen Cemal Paşa’nın yardımıyla Heybeliada Bahriye Mektebi’ne giren Nâzım’ın buradaki öğretmenlerinden biri de şair Yahya Kemal’dir.
Nâzım’ın yazdığı “Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?” adlı şiir 03 Ekim 1918 tarihli Yeni Mecmua’da yayımlanacaktır. “Mehmed Nâzım” adıyla yayımlanan bu ilk şiiri Yahya Kemal gözden geçirerek düzeltmiş ve o yıllarda yazar kadrosunda yer aldığı bu dergide yayımlanmasını sağlamıştır.
1920 başlarından itibaren Nâzım’ın hikâye ve şiirlerini Alemdâr, Üçüncü Kitab, Dördüncü Kitab, Altıncı Kitab, Yedinci Kitab ve Ümid dergilerinde görürüz.
Nâzım Hikmet’in bir yayında kullanılan ilk fotoğrafı ise bilinenin aksine 26 Ağustos 1920 tarihli Ümid dergisinden önce 21 Ağustos 1920 tarihli Alemdâr dergisinde yayımlanan “Gençliğe Masal 1- Kırk Haramilerin Esiri” adlı şiirle birlikte görülür.
Cemal Nadir babasının tekrar Bursa’ya tayin olması ve maddî olanaksızlıklar nedeniyle eğitim hayatını sürdüremez ve kendi deyimiyle “hayat üniversitesine girmek mecburiyetinde” kalır. Ailesi tarafından Gelincik Çarşısı’nın rutubetli, kuytu bir dükkânında kasnak işleme işine başlatılır. Zanaat öğrensin diye çalışmaya başladığı bu kasnakçının yanında da yine resim ve edebiyat havası etrafını sarar.
Bu sıralarda parmakları resme iyice yatkınlaşır. Yorgan yüzlerine ve yazmalara kolaylıkla desenler çizmektedir. Fakat kasnakçılık işi güçlü kuvvetli insanların yapabileceği bir iştir. Zayıf yapılı Cemal Nadir bu çalışmaya dayanamaz ve hasta olur; ancak bu durum Cemal Nadir’i çok memnun eder. Evde kalacak ve çok sevdiği resimlerini çizebilecektir. Resim yapmaya karşı içinde taşan arzu o kadar büyüktür ki gecelerini evde kör zeytinyağı kandilinin altında çalışarak geçirmektedir. Çizdiği resimlere kızan babası bu defa da onu bir makinecinin yanına çırak olarak verir. Ancak o yine resim çizmeyi ihmal etmez. O günlerde İstanbul’dan gelen mizah mecmualarını gözden geçirirken aklına bir fikir gelir: “Ben de bu gazetelerdeki karikatürler kadar resim yapabilirim!” Diken mecmuasına birkaç karikatür gönderir ve bunlardan üçü derginin 45 numaralı, 4 Mart 1920 tarihli sayısında yayımlanır. 56 numaralı, 3 Haziran 1920 tarihli sayıda bir karikatürü daha yayımlanacaktır.
Mütareke yılları
İstanbul’un işgali Nâzım’ı derinden etkileyecektir. Aşk şiirlerine bir süre ara vererek Kitap, Alemdâr, Ümid’te direniş duygularını yansıtan şiirler yayımlar. Diğer yandan da arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Hececiler’in toplantılarına katılmaya başlamıştır.
1 Ocak 1921’de Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nureddin, Sirkeci’den kalkan Yeni Dünya adlı vapurla İnebolu’dan Ankara’ya gitmek üzere yola çıkarlar. Ankara’dan beklenen izin sadece Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nureddin için gelir. İki arkadaş İnebolu’dan yürüyerek 9 günde Ankara’ya varır. Ancak silah altına alınmayı beklerken öğretmen olarak Bolu’ya tayin edilirler. 1921 Ağustos’unda Bolu’dan ayrılıp vapurla Trabzon’a geçerler, oradan da yine vapurla Batum’a varırlar. Trenle Tiflis’e ve oradan Moskova’ya ulaşırlar. 1922’de Moskova’da Komintern bünyesinde eğitim veren Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV) hazırlık sınıfına kaydolurlar. Nâzım burada, aynı üniversitede okumaya gelen Nüzhet (Muhittin Birgen’in baldızı) ile kısa bir evlilik yapar.
18 yaşında karikatürlerini bir dergide ilk defa görmek Cemal Nadir’in çizme isteğini daha da ateşlemiştir. Ancak bunun sevincini tam olarak yaşayamayacaktır. Zira Bursa 8 Temmuz 1920’de Yunanlılar tarafından işgal edilmiş ve babası Şevket Güler’in işine son verilmiştir. İşgal döneminde Cemal Nadir, Ulucami yakınında, Sahaflar Çarşısı’nın içinde küçük bir tabela atölyesi açar ve girişine de bir levha asar: “Hattat ve Ressam”. Cemal Nadir tabelacılığa yeni bir boyut kazandırarak tabelalara resmi sokan ilk kişi olur.
Yunan işgali sonrası şöyle yazacaktır: “Yunanlıların şehirden çıkmasını müteakip maariften bir muallimlik istedim. Bana yedi tane ilk mektebin seyyar resim hocalığını verdiler. Bedenen çok yoruluyordum. Lakin arzuladığım mesleğin adamı olmaktan sonsuz bir haz alıyordum”. Bu devre, onun karikatür çalışmalarına yeni bir hız, yeni bir gelişme de sağlar. Bir toplulukta sessizce bir kenara çekilir, kimseye hissettirmeden, oradakilerin krokilerini çizer. Bir insana dikkatle bakması kafidir. Hafızası, çizgileri zaptetmekte ve karakter farklarını belirtmekte bir objektif kadar dikkatlidir. 1923’te uzaktan akrabası Melahat Hanım’la evlenir. İstanbul’da yayınlanan mizah dergilerine karikatür göndermekte ve oraya giderek dergilerde çalışma hayalleri kurmaktadır.
Nâzım Hikmet ve Cemal Nadir’in yolları ilk kez 1924’te kesişir. Birbirlerini o dönemde gördüler mi, tanıştılar mı bilmiyoruz. Ancak Nâzım, 1924 Ekim’inde gizlice sınırdan geçerek İstanbul’a gelir ve Aydınlık’ta “M. Lütfü”, “Ahmed”, “N. H.”, “Nâzım Hikmet” ismiyle şiirler ve Akbaba dergisinde ise kendi ismiyle şiirler ve “Kartal” ismiyle kısa hikayeler yayımlar. Cemal Nadir ise çoktan İstanbul hayalini gerçekleştirmiş ve “Akbaba’nın Bursalı Ressamı” olarak işe başlamıştır.
Cemal Nadir önce Bursa’dan birkaç karikatürünü zarfa koyarak Akbaba dergisi sahibi Yusuf Ziya’ya (Ortaç) karikatüre merakının olduğunu ve bunlara dergide yer vermesini talep eden bir mektup yazmıştır. Yusuf Ziya Ortaç, “ürkek çizgili, cılız nükteli, çocuk işi karikatürler” olarak nitelendirdiği bu karikatürlere derginin Şubat 1924 tarihli sayısında yer verir. Yusuf Ziya Ortaç’ın genç çizer hakkındaki ilk izlenimleri şöyledir: “Bir gün, çıkageldi İstanbul’a Cemal Nadir. Çizgilerinden daha ürkek bir genç… Soluk bir yüz, kalın camlar arkasından bakan, griye çalan uçuk yeşil gözler, nerde ise gözyaşı, nerde ise hıçkırık olacak bir gülümseyiş… Yürümeğe korkan, oturmağa korkan, konuşmağa korkan bir hayâl adam…”
Nâzım, 1 Ocak 1925’te Dr. Şefik Hüsnü’nün Beşiktaş’taki evinde toplanan Türkiye Komünist Partisi (TKP) 2. Kongresi’ne katılarak TKP Merkez Komitesi üyeliğine seçilir. Ayrıca, 21 Ocak 1925’te çıkmaya başlayan Orak-Çekiç gazetesine de yazar. Hatta gazeteyi sokak sokak dolaşarak satmaya çalışır. İstanbul’da çok dikkati çekmeye başladığı düşüncesiyle tanınmadığı İzmir’e gider.
Ankara’da kurulan İstiklâl Mahkemesi’nin bir soruşturma nedeniyle TKP üyelerini tutuklamaya başladığı günlerdir. İzmir’de kuduz salgını vardır ve Nâzım Hikmet’i de bir köpek ısırır. Nâzım Hikmet kuduza veya polise yakalanma arasında sıkışıp kalmıştır. Gündüzleri küçük, penceresiz, harap bir kulübe bekler; geceleri ise tahta kapıyı sessizce açar, karanlık yollardan gizlice örgüt toplantılarına gider. Birkaç ay ipince bir gün ışığının aydınlattığı bu yerde yaşar. “Güneşi İçenlerin Türküsü” şiirini işte bu günlerde yazar. Haziran 1925’te gizlice İzmir’den İstanbul’a, annesinin Kadıköy’deki evine gelir. Ertesi sabah tayfa kılığında TKP’nin ayarladığı, Mühürdar açıklarında bekleyen takayla yeniden Moskova’ya ulaşır.
Cemal Nadir’in de hayatının en sıkıntılı, en buhranlı dönemini yaşayacağı Bâb-ı Âli’deki ilk zamanları gazete ve dergilerin kapısını aşındırmakla geçer. Himayelerini istediği kişilerden soğuk muamele görür. Yine Nâzım gibi Cemal Nadir’in de yakın arkadaşlarından olacak olan Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû), bu sıkıntılı günleri ağlamaklı bir şekilde yıllar sonra şöyle anlatacaktır: “Kendisini ilk defa 1925 senesinde Babıâli’de Reşidefendi Hanı’nda gördüm. Orada bir mizah mecmuası çıkıyordu. Cemal Nadir de bu mecmuanın ressamı olmak istiyormuş. O gün, birkaç resim getirmişti. Mecmuanın sahibi resimleri şöyle bir süzdükten sonra Cemal Nadir’i rencide edecek şekilde, ‘Sen resim yapmasını beceremiyorsun! Ramiz gibi (Ramiz Gökçe) yapmalısın’ dedi. Ramiz, o günlerde çok güzel kadın resimleri yapıyordu. Cemal Nadir’in ise janrı bambaşka idi. Ağlamaklı bir halde kapıdan çıktı. Çok kötü giyinmişti. Korkunç derecede zayıftı. Peşinden dışarı çıktım. Kendisiyle kapı önünde konuştuk. Hâli bana çok hazin gelmişti. Ortaköy’de oturduğunu, parası olmadığı için yürüyerek gidip geldiğini söyledi. Evet, Cemal Nadir’le işte böyle tanışmıştık. Ne ben ne o, bu tanışmamızı unutmadık”.
Sonraları Cemal Nadir, Vâ- Nû’ya şu itirafta bulunacaktır: “O zaman sen dikkat etmemişsin. Mecmuaya geldiğim gün ayağımda çorap yoktu. Potinim delik olduğu için görünmesin diye ayak parmağımı çini mürekkeple boyamıştım”.
Bu dönemde yaşadığı bütün sıkıntılara rağmen, karikatürleri Akbaba, Guguk, Zümrüdüanka, Resimli Dünya ve Papağan adlı dergilerde yayımlanacaktır. Bir yandan da tabelacılık yaparak geçinmeye çalışır. Ancak aldığı para ile geçinmesi imkansızdır. Kendisi bu durumu şöyle açıklar: “Yazdığım tabelalar bana, fazla olarak bir tramvay parası bile bırakmıyordu”. Yaşadığı maddi sıkıntılar yüzünden ilk çocuğunu kucağında yitirir: “Düşünün ki bakımsızlıktan bir çocuğum öldü. Kucağımda can veren yavruyu minderin üzerine koyarak ertesi günkü karikatürü hazırlamaya koyuldum. Buna mecburdum”. Bu acı üzerine ve İstanbul’da geçinemeyeceğimi anlayınca içinde yaşattığı bütün umutları da gömerek, tası tarağı toplar ve 1927 başında Bursa’ya, baba ocağına döner.
Yurda dönüş
Nâzım 1927’de Moskova’dadır. Türkiye’de Güneş dergisinde “Kitâb-ı Mukaddes” ve “Eski Anadolu (Yalnayak)” şiirleri ve “Ocak Başında” adlı oyunu yayımlanır. Şiirlerinin toplu olarak yer aldığı ilk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü, 1928’de Bakü’de Türkçe yayımlanır.
Nâzım Hikmet, 28 Eylül 1927’de yeni kurulduğu saptanan gizli bir komünist partisine üyelik suçlamasıyla gıyaben yargılanıp 3 ay hapse mahkum edilmiştir. Temmuz 1928’de Türkiye’ye dönme kararı alan Nâzım, arkadaşı Laz İsmail ile gizlice sınırı geçerek Türkiye’ye girer ancak Hopa’da yakalanırlar. 2 ay Hopa Cezaevi’nde bekletildikten sonra Rize üzerinden İstanbul’a gönderilirler. Tüm davaların birleştirilmesi sonucunda 14 Ekim 1928’de Ankara’ya sevkedilirler.
Nâzım’ın serbest bırakıldığı 1928 yılı Aralık ayında, Cemal Nadir’in Harf Devrimi’ni anlatan ilk karikatürü “Hicret”, Akşam gazetesinin 1 Aralık 1928 tarihli sayısında yayımlanacaktır.
Bursa’ya dönen Cemal Nadir, kendisini tanıyanlar gözünde “başarısız” durumuna düşse de İstanbul’daki sıkıntılı günlerin sonunda altüst olan kafasını dinlendirmek imkanını bulmuştur. Millî Sinema’nın karşısında küçük bir tabelacı dükkanı açar. Sinemanın, her program değiştikçe yenilenen kapı reklamlarını yazar. Sinemaya gidenler, film aralarında cam üzerine yazılı şu reklamı, perdeye yansımış olarak okurlar: “Hattatların meraklısı, meraklıların hattatı”.
Bursa’da seyyar öğretmenliğe de devam eder. Çeşitli okullarda resim öğretmenliğinin yanında el işi ve idman derslerine de girer. Bu dönemde yakın arkadaşı Rıza Ruşen’in Bursa’da çıkardığı Arkadaş ve Yeni Fikir gazetelerinde de karikatürleri yayımlanır. 1928 yılı, ilan edilen Harf İnkılabı ile maddi açıdan biraz daha rahata kavuşacağı bir yıl olur. Okullar, resmî daireler, ticarethaneler levha ve tabelalarını yeni harflere çevirecektir. Cemal Nadir de bu sırada küçük dükkanını bırakır ve Ulucami civarında, büyük ve geniş bir yer kiralar. Burada geceli-gündüzlü çalışmaya başlar. O kadar çabuk duyulur ve sevilir ki, küçük dükkanının duvar dipleri ve perde ile ayrılmış arka kısmı bile tabelalarla dolar.
Bu sıralarda Akşam gazetesi yöneticilerinden Necmettin Sadak birkaç karikatüründen hatırlayıp Selami İzzet Sedes’e Cemal Nadir’e mektup yazmasını ve gazetede günlük karikatür çizme talebini iletmesini ister. Cemal Nadir bu tekliften sonra tekrar İstanbul’a gidip gitmeme konusunda tereddütler yaşar. Bursa’da tabelacılıktan edindiği kazanç fena değildir; fakat Bursa ona küçük gelmektedir. Çok acı hatıralarla ayrıldığı basın dünyasının parıltısı, cazibesi, her şeye rağmen onu çekmeye devam etmektedir. Sonunda teklifi kabul eder. İstanbul’a ikinci gelişi, Cemal Nadir’in hayatında yeni ve parlak bir dönemin başlangıcıdır.
Akşam’daki aydınlık
Cemal Nadir 13 Nisan 1929’da Akşam gazetesinde işe başlar. Gazetenin birinci sayfasında her gün bir karikatürü yayımlanır. Türk basınında günlük karikatür, ilk defa Akşam’ın ön sayfasında Cemal Nadir’le süreklilik kazanacaktır.
1929 yılı Nâzım Hikmet için de önemli gelişmeleri yaşanacağı bir yıl olacaktır. Deneysel şiirlerinin bulunduğu 835 Satır adlı kitabı, Latin harfleriyle yayımlanan ilk kitabı olarak büyük ilgi görür. 21 Nisan 1929 tarihli Akşam gazetesinin ilk sayfasında Cemal Nadir’in “Bursa’dan gelme ve ev arama” konulu karikatürü çıkarken, gazetenin üçüncü sayfasında Nâzım Hikmet’in 835 Satır adlı şiir kitabının basıldığı ile ilgili Vâlâ Nureddin yazısı yer alır.
835 Satır kitabının edebiyatımızdaki yankıları sürerken, yine Akşam gazetesinde Hikmet Feridun’un yaptığı “Edebiyatımız Ne Halde?” başlıklı anketler yayımlanmaya başlar. Anketlerde Nâzım’dan da bahsedilmekte; şair yerildiği kadar da övülmektedir. 06 Mayıs 1929 tarihli gazetede Cemal Nadir’in karikatürünün üstünde Nâzım Hikmet’in ankete verdiği cevaplar da yayımlanacak ve Nâzım, “nazmın en büyük düşmanı” olduğunu belirtecektir.
Nâzım Hikmet’in, Resimli Ay’ın Haziran ve Temmuz sayılarında “Putları Yıkıyoruz” başlığı altında imzasız olarak yayımladığı Abdülhak Hâmit ve Mehmet Emin’i hedef alan iki yazısı ile siyasi sonuçlar da doğuracak olan bir eski-yeni kavgası başlar.
Yine Resimli Ay’ın Temmuz sayısında “İsimsiz Adam” imzasıyla “Sesini Kaybeden Şehir” adlı şiiri yayımlanır:
“Adedi devir sıfır
Şehir sustu
Kenetlendi nokta nokta şehrinin
asfalt beton çenesi
Bir dokuz yüz nokta nokta senesi
nokta nokta ayında
Cadde boş
Bir uçtan bir uca koş
Cadde boş
bomboş cebim gibi
Kesildi akmıyor su
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var”
Nâzım, şiirde iş bırakan taksi şoförlerini desteklemektedir. İşçileri greve özendirdiği gerekçesiyle kovuşturmaya uğrar. Şiirin altında imzası bulunmadığından, derginin sorumlusu Behçet Bey yargılanacaktır. Cemal Nadir de taksicilerin eylemine “Arabanın İntikamı” adlı karikatüründe yer verecektir.
Cemal Nadir, diğer karikatürlerinde olduğu gibi ilk defa 17 Ağustos 1929 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanacak olan Amcabey tiplemesiyle de halkın yaşadığı sorunlara değinerek onların dertlerine ortak olur. Ara sıra tatlı tatlı alayı da ihmal etmeyerek onlara akıl öğretir. Cemal Nadir, Amcabey’le ülkemizdeki ilk yerli bant-karikatür tiplemesini yaratırken Nâzım Hikmet de peşpeşe şiir kitapları çıkaracaktır. Kasım 1929’da Jokond ile Si-Ya-U, Mart 1930’da Varan 3, Haziran 1930’da 1+1=Bir ve Kasım 1930’da Sesini Kaybeden Şehir kitapları yayımlanır. Ancak ilk beş kitabındaki şiirlerinde “bir zümrenin başka zümreler üzerindeki hâkimiyetini temin etmek gayesiyle halkı suça teşvik ettiği” gerekçesiyle mahkemeye verilir. 6 Mayıs 1931’de başlayan dava 10 Mayıs günü aklanmasıyla biter.
Cemal Nadir’in karikatürlerinde ilk Nâzım Hikmet çizimine bu dönemde rastlıyoruz. Cemal Nadir 26 Temmuz 1931 tarihli Akşam’da çizdiği karikatürde, Nâzım Hikmet, Orhan Seyfi ve Abdülhak Hamid’le birlikte Amcabey’i kumsala götürür ve şiir okumalarını ister. Şairler şiirlerini okuduktan sonra da Amcabey, Tevfik Fikret’in “Sis” şiirinden bir dize okur.
Amcabey o kadar halktan birisidir ve halk tarafından öyle tutulmuş ve sevilmiştir ki neredeyse gerçekten yaşayan biri gibi görülmeye başlanmıştır. Cemal Nadir 1931 sonlarında Walt Disney’den etkilenerek “Amcabey Plajda” adlı bir çizgi film denemesinde bulunur. Ancak bu işin tek başına yapılmasının imkansızlığını görerek vazgeçer. Yine aynı yıl Akşam gazetesinde “Amcabey Karikatür Müsabakası” düzenler ve 1932 Mart’ında ilk albümü olan Amca Beye Göre albümünü çıkarır. Yine bu günlerde Nâzım’ın Kafatası adlı piyesi İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahneye konacak ve oyun kitap olarak da basılacaktır. Nâzım, en üretken olduğu dönemlerinden birini yaşamaktadır. Önce Benerci Kendini Niçin Öldürdü? kitabı, ardından Gece Gelen Telgraf yayımlanır. Ancak kitap basıldıktan 2 ay sonra toplatılacak ve Nâzım’a “halkı rejim aleyhine kışkırtmak”tan dava açılacaktır. Bu dava daha sonuçlanmamışken ikinci bir dava gelir. 9 Mayıs 1933’te, Gece Gelen Telgraf’ta yer alan “Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye” adlı şiirde “kendisine ve pederine hakaret ettiği” gerekçesiyle Süreyya Paşa tarafından dava açılır. Nâzım yargılanmak üzere 31 Mayıs 1933’te Bursa’ya gönderilir. Avukat İrfan Emin Bey, Nâzım’ın aklanması için büyük uğraş verir.
15 Haziran 1933 tarihli Akşam gazetesinde yine Cemal Nadir imzalı bir Nâzım karikatürü çıkar. Cemal Nadir o günlerde “Erkeklerin Kadın Kıyafetlerinde Gezmeleri Moda Olursa” başlıklı seri karikatürler yapmaktadır. Cemal Nadir memleketi Bursa’da bulunan Nâzım’ı kaşları çatık olan polis müdürü ve savcının arasında düşünceli bir şekilde çizmiştir.
1933 yılı bir yandan Nâzım Hikmet’in davalarıyla geçerken bir yandan da senaryosunu yazdığı veya yönettiği filmlerin ardarda sinemalarda gösterildiği bir yıl olur. Bu filmler sırasıyla “Karım Beni Aldatırsa, Fena Yol, Düğün Gecesi, Söz Bir Allah Bir, Naşit Dolandırıcı, Cici Berber, Milyon Avcıları ve Leblebici Horhor Ağa” filmleridir.
Nâzım’ın Bursa’da olduğu 1933 Temmuz’unda Cemal Nadir de sergi afişini hazırladığı Bursa sergisine katılmak ve tatilini geçirmek için buradadır. Nâzım, bir buçuk yıl kaldığı Bursa’dan Ağustos 1934’te ilk köy filmi olan “Bataklı Damın Kızı, Aysel” in senaryosunu yazarak ayrılacaktır.
Aynı yılın başında sözlerini kendisinin yazdığı “Lüküs Hayat” opereti Darülbedayi’de oynanmaya başlar. Cemal Nadir de çizgileriyle “Lüküs Hayat”ı ölümsüzleştirir.
Nâzım, Orhan Selim adıyla ilk yazısını 12 Kasım 1934 tarihli Akşam gazetesinde yazmaya başlar. Bu tarihten 1936 sonuna kadar Cemal Nadir’in karikatürleri ve Nâzım’ın yazılarını aynı gazetede görürüz. Tabii Cemal Nadir’in çizdiği Nâzım karikatürlerini de…
Bursa’da sergi
Cemal Nadir, doğduğu kent Bursa’da ilk sergisini 24 Mayıs 1936’da açar. Yıllar sonra tanınan bir sanatçı olarak memleketine gitmenin keyfini doyasıya yaşayacaktır. Bursa Halkevi tarafından düzenlenen sergi, saat 17.00’de bugünkü Tayyare Kültür Merkezi’nde açılır. 1 hafta boyunca açık kalan sergi Bursalılar tarafından ilgiyle karşılanır. Sergide Cemal Nadir “Resimde Mizah ve Mizahın Tarihi Değeri” üzerine bir konuşma yapar. Konuşmaya girişi şöyledir: “Bu gün Halkevimizin kıymetli yardımiyle, ve yüksek huzurunuzla açılan bu sergi, büyük noksanları itibariyle Bursa için belki bir kazanç değildir. Fakat sanat hayatımın en şerefli ve büyük bir hâdisesini teşkil ediyor. Bana bu imkânı veren sayın Halkevimize ve aziz hemşehrilerime en candan teşekkürlerimi ön söz olarak arzederim”. Öğretmen-Şair İlhan Şevket (Aykut) ve Ankara’dan özellikle bu sergi için gelen Manisa Milletvekili Kazım Nami (Duru) birer konuşma yaparlar. Sergiye katılanlar arasında Nâzım Hikmet ve eşi Piraye’de bulunmaktadır. İlk defa 1933 yılında Bursa’ya kelepçeli gelen Nâzım bu kez özgürdür. Burada çekilen fotoğraf, Nâzım’ın Bursa’daki tek özgür fotoğrafı olacaktır (Daha sonra 1940 yılında, Çankırı Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne gelerek uzun yıllar burada kalacaktır).
Nâzım Hikmet, Cemal Nadir’in sergisi sonrasında izlenimlerini Akşam gazetesinde Orhan Selim imzasıyla iki yazı yazarak aktarır.