2. Abdülhamid döneminin spor ve vücut geliştirme hocası Rıza Bey, gerek olağanüstü başarıları gerekse hocalığı ve jimnastik kitabıyla Türkiye’de bir ilk. Dini bütün bir Osmanlı olduğu anlaşılan Rıza Bey, İslâm’daki namaz, abdest gibi ibadetlerin beden terbiyesi üzerindeki önemini vurguladığı gibi, modern tekniklerin kullanımını da yaygınlaştıran bir kahraman.
Cambazbaşı Çerkes Rıza Bey, Türk beden eğitimi tarihinin ismi unutulmuş kahramanlarından biridir. Doğum yeri ve tarihini tespit edemediğimiz Çerkes Rıza Bey, 2. Abdülhamid döneminde sarayda “cambazbaşı” unvanı ve en son kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesiyle istihdam edilen bir askerdir.
Cambazlar uzun Osmanlı asırlarında padişahın yakınındakilere verilen “hassa” sıfatı altında görevlendirilirlerdi. Düğün-bayram gibi önemli günlerde sanatlarını icra eden bu sınıf, düzenli tayinatlara yirmi-otuz kişi arasında bir kadroya sahipti. Bugünkü jimnastik hareketlerinden farklı olarak aletli veya aletsiz, güce dayalı çeşitli figürlerle izleyicileri kendilerine hayran bırakırlardı. Çerkes Rıza Bey bu sınıfın son cambazbaşısı, Muzıka-i Hümayun yüzbaşısı, muallimi ve yaver olarak 2. Abdülhamid devrinin sonuna kadar görev yapmıştır.
Atıf Kahraman’ın Osmanlı
Devleti’nde Spor eserinden
Rıza Bey’in dönem
gazetelerinde çıkan bir
fotoğrafı.
Bazı resmî yazılarında kullandığı mühründen (BOA. MF.MKT. 775/26) ve Takvimü’l-Ebdan li-Sıhhati’l-İnsan adıyla yayımladığı kitabındaki künyesinden baba adının Hasan olduğu anlaşılıyor. 7 Aralık 1907 tarihli Dâhiliye Nezareti tahriratına konu arzuhalde, kardeşi Rasim’in Kütahya’da bir görevde istihdamını talep eden Yaver Yüzbaşı Rıza’nın da Çerkes Rıza Bey olması muhtemeldir (BOA.BEO. 240159). 1906 baskısı kitabını “35 senelik mesainin sonucu” olarak belirtmesine bakılırsa o tarihte 45-50 yaşlarında olmalıdır. Kimi Fransızca kartpostallarda “Fils du célèbre Lutteur Ryza Bey” başlığıyla görülen, gülle kaldıran dört yaşındaki çocuğun, oğlu Fahrettin olduğu anlaşılmakla birlikte başka çocuğu olup olmadığı bilinmemektedir. Rıza Bey hakkında ilk derli toplu bilgilere Atıf Kahraman’ın eserinde (Osmanlı Devleti’nde Spor, Ankara, 1995) rastlanır. Osmanlıların son devrinde Rıza Bey’e dair yazı ve fotoğraflara yer veren gazetelerin kimileri, hatalı ve eksik künyelerle de olsa kaydedilmiştir. Bu eserde Rıza Bey’in Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle saraydan çıkarıldıktan sonra Cündi Meydanı’nda (Kadırga Cinci Meydanı) cambazlık gösterisi yaparken ipten düşerek bacağını kırdığı; kangren olmasıyla bacağının kesildiği; Selim Sırrı’nın (Tarcan) Yeni Mecmua’nın 2. sayısında ayağının değil elinin kesildiğini yazdığı; kaynak verilen yazılarda ise ipten düştüğü için değil, kaslarını aşırı yorması yüzünden bacağını değil bir kolunu ameliyat masasında bıraktığı; 1925-30 arasında Beşiktaş-Akaretler’deki evinde öldüğü naklediliyor.
Hayatını beden eğitimi ve vücut geliştirme sporlarına, bilhassa gençleri eğitmeye adayan Rıza Bey, 2. Abdülhamid tarafından yoksul, kimsesiz çocukların okuyabilmeleri için açılan Darü’l-Hayr-ı Ali mektebinde ücretsiz, fahri jimnastik hocası olmak istemiştir. Okul müdürlüğü talep etse de Maarif-i Umumiye Müdürlüğü okulun alet ve salon eksikliği yanında ders programında da jimnastik dersinin bulunmadığı gerekçesiyle bu talebi geri çevirmiştir (18 Nisan 1904 BOA.MF.MKT. 775/26).
Kendini daima muallim sıfatıyla anmaya özen gösteren Rıza Bey, Samatya/Etyemez semtinde Osmanlı Zorhanesi adıyla bir spor merkezi açmak için hazırladığı el ilanlarını çeşitli yerlere astırır (21 Mayıs 1909 BOA. ZB. 377/32). Bu ilan, Türk spor ve reklamcılık tarihi açısından ilk orijinal örneklerden biridir. Beden eğitimi çalışmalarında kullanılan gülleden bir logo yapılmıştır! İlanlardan haberdar olan Samatya Dördüncü Daire-i Belediye Reisi Mehmed Bey yetkili kurullardan izin alınıp alınmadığını Zaptiye Nezareti’nden sorar. Nezaret özel kaleminden Şehremaneti’ne gönderilen yazıya göre adı geçen mekanın mahalle imamının oğlu Bahaeddin ile iki arkadaşı tarafından Etyemez Tramvay Caddesi’nde kahvehanenin yanındaki boş arsaya dikilen iki direğe bağlı halattan ve elde kullanılan dört gülleden ibaret basit bir talimhane olduğu; ruhsata tabi olmadığı; ilanda geçen mektep ve talebe ibaresinin hata ile kullanıldığı; Zaptiye Nezareti’nin daha önce böyle bir talimhane için işlem yapmadığı; ruhsat gerekiyorsa bildirilmesi istenilmektedir. Zorhanenin açılıp açılmadığını tespit edemesem de aynı semtte 14 Ağustos 1336’da (1920) gençler arasında samimi ve ahlaki duyguları geliştirmek maksadıyla Bayezid-i Cedid Mahallesi Kuyu Sokağı’nda Maliye Nezareti memurlarından Kadri Bey’in evinde “Etyemez İdman Yurdu” adıyla bir spor kulübü kurulmuştur. Kulübün ilk üyesi ve muallimi olan, sonradan yapılan genel kurulda başkan seçilen Muallim Şevki Rıza’nın, Cambazbaşı Rıza Bey’in mirasını devam ettirdiğini söyleyebiliriz (DH.EUM.5. Şb. 79/30, vr. 6b-7).
Rıza Bey’in Takvimü’l-Ebdan li-Sıhhati’l-İnsan adlı kitabı, 53 sayfalık küçük boyda bir kitaptır. Sonunda iki sayfa “içindekiler” ve bir sayfa doğru-yanlış cetveli bulunur. İkbal Kütüphanesi kitabı 1324 yılında yayımlamış. Ruhsat tarihi kitapta 14 Teşrin-i Sani 1321 (27 Kasım 1905) yazmasına rağmen, arşivdeki belgede 6 Kanun-ı Evvel 1321 (19 Aralık 1905/21 Şevval 1323) olarak kayıtlıdır (TSMA.E.1369/132 – Son dönemde kitaplara genellikle Rumi tarih konulsa da bazen Hicri tarih de konulurdu. Buradaki tarih, ruhsat tarihi gözönüne alınarak Hicri kabul edilirse Miladi 1906’dır). Müellif ismi “Muzıka-i Hümayun Yüzbaşılarından ve Maraşhane-i Hümayun Fenn-i Talim ve Takvimü’l-Beden Muallimi Cambazbaşı Rıza b. Hasan” diye kayıtlıdır. “Maraşhane-i Hümayun” müessesesine dair arşiv kataloglarında ve kaynaklarımızda bir kayıt tespit edemedim. Güreş yazarı Sami Karayel, En Meşhur Türk Pehlivanları kitabında; amcası Abdülaziz’in kendi pehlivanlarından biri tarafından katledildiğini bilen 2. Abdülhamid’in tahta çıktığında tüm pehlivanları saraydan çıkardığını; ancak yine de kuvvet ve pehlivanlığı sevdiğinden saltanatının sonlarına doğru Maraşhane-i Amire adıyla bedenî bir yuva tesis ettiğini yazıyor. İşte buranın başmuallimi de Çerkes Rıza Bey’di.
Rıza Bey önsözünde bu kitabı 35 yıllık mesaisinin bir semeresi olarak gördüğünü, Türk ve İslâm tarihinde beden eğitimine verilen önemi ortaya koymak maksadıyla yazdığını söylüyor. O dönemde hemen her kitabın başında olduğu gibi 2. Abdülhamid’e övgüleri ihmal etmiyor. Kendinden önce Mısır’da El-Harekatü’l-Riyaziyyeti’l-Bedeniyye adıyla 1895’te yayımlanan jimnastik kitabının yazarı İbrahim Tevfik’in Berlin’deki jimnastik eğitimine dair bazı izlenimlerini aktarıyor. Kitapta bol bol kullanılan Arapça metinlerin Cambazbaşı Rıza Bey’in mesaisinin mahsulü mü yoksa İbrahim Tevfik’in kitabından alıntı mı olduğu sorusu akla geliyor (İbrahim Tevfik’in kitabını inceleyemediğim için bu sorunun cevabını veremiyorum). Eğer bir intihal yoksa Cambazbaşı Rıza Bey’in eğitimli biri, Arapçasının da gayet iyi olduğunu söyleyebiliriz.
Cambazbaşı Rıza Bey, Eski Yunancada “jimnastium” sözcüğünün “çıplak” anlamına geldiğini; bu ismin “beden terbiyesi” anlamından uzaklaştığını; dolayısıyla kendi kitabına jimnastik kavramı yerine “vücudu güçlendirme, düzenleme” anlamına gelen “takvimü’l-ebdan” adını verdiğini belirtiyor. Rıza Bey’in jimnastik kelimesinin etimolojisindeki “çıplak” anlamının Eski Yunan’da sporların çıplak vücutla icra edilmesinden kaynaklandığını bilmemesi mümkün değilse de neden böyle bir yorum yaptığı anlaşılamıyor.
Dini bütün bir Osmanlı olduğu anlaşılan Rıza Bey, İslâm’daki namaz, abdest gibi ibadetlerin beden terbiyesi üzerindeki önemini özellikle vurgulamış. Eski Yunan ve Roma’da jimnastiğe verilen öneme dair örneklemelerin ardından Arap dünyasındaki pehlivanlara, beden eğitimine değiniyor ve Türklerin bilhassa son dönem pehlivanlarını kısa anekdotlarla aktarıyor. Kitabının son bölümünde “övünmek gibi olmasın” diyerek kendi spor hayatından bazı kesitleri paylaşıyor.
Yazar, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında Yıldız Sarayı’nda şehit ve gazi aileleri yararına düzenlenen “İane sergisi” sırasında 20 kişilik ekibiyle yaptığı jimnastik gösterilerini anlatıyor. Bu sergide icra ettiği gösterilerin hayranlıkla izlendiğini, göğsünde kırdığı zincirin parçalarını ve o sırada çekilen fotoğraflarından düzenlenen kartpostalların birkaç yüz adedinin büyük paralarla ecnebiler tarafından satın alındığını iftiharla naklediyor. Aynı sergi sırasında çekilen fotoğraflardan yaptığı bir kolaj da kitabın kapağını süslüyor. Bunların ikisi, Servet gazetesinin 8 Ağustos 1898 tarihli 57 sayılı nüshasının ilk sayfasında da uzun bir yazı eşliğinde yer almış. “Rıza Bey” başlıklı bu yazıda ise, o sıralarda jimnastik eğitiminin henüz iptidai bir düzeyde olduğunu belirtildikte sonra Rıza Bey’in fiziksel özellikleri aktarılıyor. 20 kişinin çekip kıramadığı zinciri göğsüne bağlattıktan sonra ciğerlerini şişirerek kırmasını harikulade bir olay olarak aktarıyor. Bu zor hareketleri yaparken yüzünde en ufak şekil değişikliği olmaması, yüzünün buruşmaması önemle vurgulanıyor.
Rıza Bey’in gazetelere yansıyan fotoğrafları da kartpostal haline getirilerek piyasada satılmış. Günümüze kalan, müzayedelerde alınıp satılan, arşiv kataloglarına kaydedilmiş kartpostalların tamamında Rıza Bey’in ismi görülmektedir. Kısıtlı bir şekilde tespit edebildiğimiz Cambazbaşı Çerkes Rıza Bey’in hayatının geniş bir safhada ortaya konulması, bundan sonraki araştırmalarla mümkün olabilecektir.
1BELGENİN BELGESİ
OSMANLI ZORHANESİ
Sanat için değil sıhhat için…
Rıza Bey’in Samatya-Etyemez’de açmak istediği Osmanlı Zorhanesi’nin el ilanı. Logo olarak kullanılan güllelerin içinde “Osmanlı Zorhanesi 1325” ve “Takvimü’l-Ebdan li-Sıhhati’l-İnsan” yazıyor:
“Sağlam bir fikrin sağlam bir vücutta bulunabileceği katʻiyât-ı fenniyeden olduğundan bünyelerimizi takviyeye hâdim olan riyâzet-i bedeniye talimleri icrası için Kolağası Çerkes Rıza Bey’in taht-ı riyasetinde Etyemez’de Tramvay Caddesi’nde Osmanlı Zorhanesi namıyla bir talimhane tesis olunarak fizyoloji psikoloji fenlerinin terakkiyât-ı hâzıraları nazar-ı dikkate alınmış ve terbiye-i bedeniyenin sanat için değil fakat sıhhat için olduğu tasdik edilmiştir. Resm-i küşâdı Mayıs’ın sekizinci Cuma günü saat sekizde mukarrerdir. Talebe kaydına mübaşeret edildi. Mektebe devam arzu edip de abone bedelini itaya iktidarı olmayan evlad-ı vatan maa’l-iftihar meccanen kabul edilir ve umum jimnastik meraklıları resm-i küşada davet olunur”. BOA.ZB. 377/32, 8 Mayıs 1325/21 Mayıs 1909
ZORHANE NEDİR?
İran kökenli mekan
GÜÇ EVİ – KÜLTÜREL MİRAS
Türkçede güç, kuvvet sözcüklerinin Farsça karşılığı olan “zûr” kelimesi Türkçeye “zor” olarak geçmiştir. Zor, zorlu, zorluk dediğimizde güç, güçlü, güçlük demek isteriz. Dilimizde oldukça benimsenen bu kelimenin İran’da da geniş kullanımı vardır. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Anadolu’da yaygın olan okçuluk ve güreş tekkelerinin benzerlerine İran’da “zorhane” adı verilirdi. “Güç evi” anlamına gelen zorhaneler İran’ın büyüklü-küçüklü birçok şehrinde bulunur. Dinsel ritüeller temelinde kişilerin beden eğitimi almaları, güreşmeleri, spor yapmaları için özel surette dizayn edilmiş, kendine özgü spor aletleriyle donatılmış mekânlardır. 2010’da UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesine alınmışlardır.