Kasım
sayımız çıktı

Vücut geliştirme ve pehlivanlığın ilk hocası

2. Abdülhamid döneminin spor ve vücut geliştirme hocası Rıza Bey, gerek olağanüstü başarıları gerekse hocalığı ve jimnastik kitabıyla Türkiye’de bir ilk. Dini bütün bir Osmanlı olduğu anlaşılan Rıza Bey, İslâm’daki namaz, abdest gibi ibadetlerin beden terbiyesi üzerindeki önemini vurguladığı gibi, modern tekniklerin kullanımını da yaygınlaştıran bir kahraman.

Cambazbaşı Çerkes Rıza Bey, Türk beden eğitimi tarihinin ismi unutul­muş kahramanlarından biridir. Doğum yeri ve tarihini tespit edemediğimiz Çerkes Rıza Bey, 2. Abdülhamid döneminde sa­rayda “cambazbaşı” unvanı ve en son kolağası (kıdemli yüzba­şı) rütbesiyle istihdam edilen bir askerdir.

Cambazlar uzun Osmanlı asırlarında padişahın yakının­dakilere verilen “hassa” sıfatı altında görevlendirilirlerdi. Dü­ğün-bayram gibi önemli günler­de sanatlarını icra eden bu sınıf, düzenli tayinatlara yirmi-otuz kişi arasında bir kadroya sahip­ti. Bugünkü jimnastik hareket­lerinden farklı olarak aletli veya aletsiz, güce dayalı çeşitli fi­gürlerle izleyicileri kendilerine hayran bırakırlardı. Çerkes Rıza Bey bu sınıfın son cambazbaşısı, Muzıka-i Hümayun yüzbaşısı, muallimi ve yaver olarak 2. Ab­dülhamid devrinin sonuna ka­dar görev yapmıştır.

Atıf Kahraman’ın Osmanlı
Devleti’nde Spor eserinden
Rıza Bey’in dönem
gazetelerinde çıkan bir
fotoğrafı.

Bazı resmî yazılarında kul­landığı mühründen (BOA. MF.MKT. 775/26) ve Takvi­mü’l-Ebdan li-Sıhhati’l-İnsan adıyla yayımladığı kitabındaki künyesinden baba adının Hasan olduğu anlaşılıyor. 7 Aralık 1907 tarihli Dâhiliye Nezareti tahri­ratına konu arzuhalde, kardeşi Rasim’in Kütahya’da bir görev­de istihdamını talep eden Ya­ver Yüzbaşı Rıza’nın da Çerkes Rıza Bey olması muhtemeldir (BOA.BEO. 240159). 1906 bas­kısı kitabını “35 senelik mesai­nin sonucu” olarak belirtmesine bakılırsa o tarihte 45-50 yaşla­rında olmalıdır. Kimi Fransızca kartpostallarda “Fils du célèbre Lutteur Ryza Bey” başlığıyla gö­rülen, gülle kaldıran dört yaşın­daki çocuğun, oğlu Fahrettin ol­duğu anlaşılmakla birlikte başka çocuğu olup olmadığı bilinme­mektedir. Rıza Bey hakkında ilk derli toplu bilgilere Atıf Kahra­man’ın eserinde (Osmanlı Dev­leti’nde Spor, Ankara, 1995) rast­lanır. Osmanlıların son devrinde Rıza Bey’e dair yazı ve fotoğraf­lara yer veren gazetelerin kimi­leri, hatalı ve eksik künyelerle de olsa kaydedilmiştir. Bu eserde Rıza Bey’in Abdülhamid’in taht­tan indirilmesiyle saraydan çı­karıldıktan sonra Cündi Meyda­nı’nda (Kadırga Cinci Meydanı) cambazlık gösterisi yaparken ipten düşerek bacağını kırdığı; kangren olmasıyla bacağının ke­sildiği; Selim Sırrı’nın (Tarcan) Yeni Mecmua’nın 2. sayısında ayağının değil elinin kesildiğini yazdığı; kaynak verilen yazılarda ise ipten düştüğü için değil, kas­larını aşırı yorması yüzünden bacağını değil bir kolunu ameli­yat masasında bıraktığı; 1925-30 arasında Beşiktaş-Akaretler’de­ki evinde öldüğü naklediliyor.

Hayatını beden eğitimi ve vücut geliştirme sporlarına, bil­hassa gençleri eğitmeye adayan Rıza Bey, 2. Abdülhamid tarafın­dan yoksul, kimsesiz çocukların okuyabilmeleri için açılan Da­rü’l-Hayr-ı Ali mektebinde üc­retsiz, fahri jimnastik hocası ol­mak istemiştir. Okul müdürlüğü talep etse de Maarif-i Umumiye Müdürlüğü okulun alet ve salon eksikliği yanında ders progra­mında da jimnastik dersinin bu­lunmadığı gerekçesiyle bu talebi geri çevirmiştir (18 Nisan 1904 BOA.MF.MKT. 775/26).

Hayatını beden eğitimine adayan Rıza Bey, bu bilgileri gençlere aktarmaya da büyük önem veriyordu.

Kendini daima muallim sıfa­tıyla anmaya özen gösteren Rıza Bey, Samatya/Etyemez semtin­de Osmanlı Zorhanesi adıyla bir spor merkezi açmak için hazır­ladığı el ilanlarını çeşitli yerle­re astırır (21 Mayıs 1909 BOA. ZB. 377/32). Bu ilan, Türk spor ve reklamcılık tarihi açısından ilk orijinal örneklerden biridir. Beden eğitimi çalışmalarında kullanılan gülleden bir logo ya­pılmıştır! İlanlardan haberdar olan Samatya Dördüncü Daire-i Belediye Reisi Mehmed Bey yet­kili kurullardan izin alınıp alın­madığını Zaptiye Nezareti’nden sorar. Nezaret özel kalemin­den Şehremaneti’ne gönderilen yazıya göre adı geçen mekanın mahalle imamının oğlu Baha­eddin ile iki arkadaşı tarafından Etyemez Tramvay Caddesi’n­de kahvehanenin yanındaki boş arsaya dikilen iki direğe bağlı halattan ve elde kullanılan dört gülleden ibaret basit bir talim­hane olduğu; ruhsata tabi olma­dığı; ilanda geçen mektep ve ta­lebe ibaresinin hata ile kullanıl­dığı; Zaptiye Nezareti’nin daha önce böyle bir talimhane için işlem yapmadığı; ruhsat gereki­yorsa bildirilmesi istenilmek­tedir. Zorhanenin açılıp açıl­madığını tespit edemesem de aynı semtte 14 Ağustos 1336’da (1920) gençler arasında samimi ve ahlaki duyguları geliştirmek maksadıyla Bayezid-i Cedid Ma­hallesi Kuyu Sokağı’nda Maliye Nezareti memurlarından Kadri Bey’in evinde “Etyemez İdman Yurdu” adıyla bir spor kulübü kurulmuştur. Kulübün ilk üyesi ve muallimi olan, sonradan ya­pılan genel kurulda başkan se­çilen Muallim Şevki Rıza’nın, Cambazbaşı Rıza Bey’in mirası­nı devam ettirdiğini söyleyebi­liriz (DH.EUM.5. Şb. 79/30, vr. 6b-7).

Kimi Fransızca kartpostallarda “Ünlü pehlivan” nâmı ve “İstanbul’dan sevgiler” notuyla fotoğrafları basılan Rıza Bey.

Rıza Bey’in Takvimü’l-Eb­dan li-Sıhhati’l-İnsan adlı ki­tabı, 53 sayfalık küçük boyda bir kitaptır. Sonunda iki sayfa “içindekiler” ve bir sayfa doğ­ru-yanlış cetveli bulunur. İkbal Kütüphanesi kitabı 1324 yılında yayımlamış. Ruhsat tarihi kitap­ta 14 Teşrin-i Sani 1321 (27 Ka­sım 1905) yazmasına rağmen, arşivdeki belgede 6 Kanun-ı Ev­vel 1321 (19 Aralık 1905/21 Şev­val 1323) olarak kayıtlıdır (TS­MA.E.1369/132 – Son dönemde kitaplara genellikle Rumi tarih konulsa da bazen Hicri tarih de konulurdu. Buradaki tarih, ruhsat tarihi gözönüne alına­rak Hicri kabul edilirse Miladi 1906’dır). Müellif ismi “Muzı­ka-i Hümayun Yüzbaşıların­dan ve Maraşhane-i Hümayun Fenn-i Talim ve Takvimü’l-Be­den Muallimi Cambazbaşı Rıza b. Hasan” diye kayıtlıdır. “Ma­raşhane-i Hümayun” müessese­sine dair arşiv kataloglarında ve kaynaklarımızda bir kayıt tespit edemedim. Güreş yazarı Sami Karayel, En Meşhur Türk Pehli­vanları kitabında; amcası Abdü­laziz’in kendi pehlivanlarından biri tarafından katledildiğini bi­len 2. Abdülhamid’in tahta çıktı­ğında tüm pehlivanları saraydan çıkardığını; ancak yine de kuv­vet ve pehlivanlığı sevdiğinden saltanatının sonlarına doğru Maraşhane-i Amire adıyla be­denî bir yuva tesis ettiğini yazı­yor. İşte buranın başmuallimi de Çerkes Rıza Bey’di.

Rıza Bey önsözünde bu kita­bı 35 yıllık mesaisinin bir seme­resi olarak gördüğünü, Türk ve İslâm tarihinde beden eğitimi­ne verilen önemi ortaya koymak maksadıyla yazdığını söylüyor. O dönemde hemen her kitabın başında olduğu gibi 2. Abdül­hamid’e övgüleri ihmal etmi­yor. Kendinden önce Mısır’da El-Harekatü’l-Riyaziyyeti’l-Be­deniyye adıyla 1895’te yayımla­nan jimnastik kitabının yazarı İbrahim Tevfik’in Berlin’deki jimnastik eğitimine dair bazı izlenimlerini aktarıyor. Kitap­ta bol bol kullanılan Arapça me­tinlerin Cambazbaşı Rıza Bey’in mesaisinin mahsulü mü yoksa İbrahim Tevfik’in kitabından alıntı mı olduğu sorusu akla ge­liyor (İbrahim Tevfik’in kitabı­nı inceleyemediğim için bu so­runun cevabını veremiyorum). Eğer bir intihal yoksa Cambaz­başı Rıza Bey’in eğitimli biri, Arapçasının da gayet iyi olduğu­nu söyleyebiliriz.

Galatasaray İdman Şenliği’nde “Padişahım çok yaşa” yazısı altında halter kaldıran sporcular. En sağda Faik (Üstünidman) Bey.

Cambazbaşı Rıza Bey, Eski Yunancada “jimnastium” sözcü­ğünün “çıplak” anlamına geldi­ğini; bu ismin “beden terbiyesi” anlamından uzaklaştığını; dola­yısıyla kendi kitabına jimnastik kavramı yerine “vücudu güçlen­dirme, düzenleme” anlamına gelen “takvimü’l-ebdan” adını verdiğini belirtiyor. Rıza Bey’in jimnastik kelimesinin etimoloji­sindeki “çıplak” anlamının Eski Yunan’da sporların çıplak vü­cutla icra edilmesinden kaynak­landığını bilmemesi mümkün değilse de neden böyle bir yo­rum yaptığı anlaşılamıyor.

Dini bütün bir Osman­lı olduğu anlaşılan Rıza Bey, İslâm’daki namaz, abdest gi­bi ibadetlerin beden terbiye­si üzerindeki önemini özellikle vurgulamış. Eski Yunan ve Ro­ma’da jimnastiğe verilen öneme dair örneklemelerin ardından Arap dünyasındaki pehlivanla­ra, beden eğitimine değiniyor ve Türklerin bilhassa son dönem pehlivanlarını kısa anekdotlar­la aktarıyor. Kitabının son bölü­münde “övünmek gibi olmasın” diyerek kendi spor hayatından bazı kesitleri paylaşıyor.

Yazar, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında Yıldız Sara­yı’nda şehit ve gazi aileleri ya­rarına düzenlenen “İane sergi­si” sırasında 20 kişilik ekibiyle yaptığı jimnastik gösterilerini anlatıyor. Bu sergide icra ettiği gösterilerin hayranlıkla izlen­diğini, göğsünde kırdığı zinci­rin parçalarını ve o sırada çeki­len fotoğraflarından düzenle­nen kartpostalların birkaç yüz adedinin büyük paralarla ecne­biler tarafından satın alındığını iftiharla naklediyor. Aynı sergi sırasında çekilen fotoğraflar­dan yaptığı bir kolaj da kitabın kapağını süslüyor. Bunların iki­si, Servet gazetesinin 8 Ağustos 1898 tarihli 57 sayılı nüshasının ilk sayfasında da uzun bir yazı eşliğinde yer almış. “Rıza Bey” başlıklı bu yazıda ise, o sıralarda jimnastik eğitiminin henüz ip­tidai bir düzeyde olduğunu be­lirtildikte sonra Rıza Bey’in fi­ziksel özellikleri aktarılıyor. 20 kişinin çekip kıramadığı zinciri göğsüne bağlattıktan sonra ci­ğerlerini şişirerek kırmasını ha­rikulade bir olay olarak aktarı­yor. Bu zor hareketleri yaparken yüzünde en ufak şekil değişikli­ği olmaması, yüzünün buruş­maması önemle vurgulanıyor.

Rıza Bey’in gazetelere yansı­yan fotoğrafları da kartpostal ha­line getirilerek piyasada satılmış. Günümüze kalan, müzayedeler­de alınıp satılan, arşiv katalog­larına kaydedilmiş kartpostalla­rın tamamında Rıza Bey’in ismi görülmektedir. Kısıtlı bir şekilde tespit edebildiğimiz Cambazbaşı Çerkes Rıza Bey’in hayatının ge­niş bir safhada ortaya konulma­sı, bundan sonraki araştırmalar­la mümkün olabilecektir.

1BELGENİN BELGESİ

OSMANLI ZORHANESİ

Sanat için değil sıhhat için…

Rıza Bey’in Samatya-Etye­mez’de açmak istediği Osmanlı Zorhanesi’nin el ilanı. Logo olarak kullanılan güllel­erin içinde “Osmanlı Zorhanesi 1325” ve “Takvimü’l-Ebdan li-Sıhhati’l-İnsan” yazıyor:

“Sağlam bir fikrin sağlam bir vücutta bulunabileceği katʻiyât-ı fenniyeden olduğun­dan bünyelerimizi takviyeye hâdim olan riyâzet-i bedeniye talimleri icrası için Kolağası Çer­kes Rıza Bey’in taht-ı riyasetinde Etyemez’de Tramvay Caddesi’n­de Osmanlı Zorhanesi namıyla bir talimhane tesis olunarak fiz­yoloji psikoloji fenlerinin terak­kiyât-ı hâzıraları nazar-ı dikkate alınmış ve terbiye-i bedeniyenin sanat için değil fakat sıhhat için olduğu tasdik edilmiştir. Resm-i küşâdı Mayıs’ın sekizinci Cuma günü saat sekizde mukarrerdir. Talebe kaydına mübaşeret edildi. Mektebe devam arzu edip de abone bedelini itaya iktidarı olmayan evlad-ı vatan maa’l-if­tihar meccanen kabul edilir ve umum jimnastik meraklıları resm-i küşada davet olunur”. BOA.ZB. 377/32, 8 Mayıs 1325/21 Mayıs 1909

ZORHANE NEDİR?

İran kökenli mekan
GÜÇ EVİ – KÜLTÜREL MİRAS

Türkçede güç, kuvvet sözcüklerinin Farsça karşılığı olan “zûr” kelimesi Türkçeye “zor” olarak geçmiştir. Zor, zorlu, zorluk dediğimizde güç, güçlü, güçlük demek isteriz. Dilimizde oldukça benimsenen bu kelimenin İran’da da geniş kullanımı vardır. Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Anadolu’da yaygın olan okçuluk ve güreş tekkelerinin benzerlerine İran’da “zorhane” adı verilirdi. “Güç evi” anlamına gelen zorhaneler İran’ın büyüklü-küçüklü birçok şehrinde bulunur. Dinsel ritüeller teme­linde kişilerin beden eğitimi alma­ları, güreşmeleri, spor yapmaları için özel surette dizayn edilmiş, kendine özgü spor aletleriyle donatılmış mekânlardır. 2010’da UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası” listesine alınmışlardır.