İnci, o yanlış meraka esir düşmüş varlığı kuşatınca, kumu içermiş mi olur, kaplamış ya da kapsamış mı? Büyük Sahara çölünün yalnızca beşte birini kaplayan kuma “erg” adı veriliyor. Théodore Monod gibi bir biliminsanının, Saint-Exupéry gibi bir edebiyatçının çölden aldıkları derin çağrıda ontolojik bir hiza alışın katkıları vardır.
Buzbilimciler Kilimanjaro’da, And Dağları’nda, Himalayalar’da derinden yüzeye tırmanan buzul kesitlerinden numune çıkarıyor, yeni teknolojiler üzerinden incelemelerini yürütüyor. Vardıkları canalıcı sonuçlardan biri, Mısır uygarlığının çöküş nedeniyle ilintili olanı: 4.200 yıl önce Mısır’da, Nil havzası boyunca, 20 yıl süreyle yaşanan büyük kuraklık, buz kütlesinin o tabakasına denk gelen kum kesitinden anlaşılıyor. Yaşanan açlık, kadim Mısır uygarlığının dağılıp çökmesini getirmiş. Ve bunu iklim tarihçilerine, dipten çıkarılan buz kütlesindeki yarım karışlık kum birikimi gösteriyor: Zaman uzun ölçekte de kum saatinde!
Flint Marko’nun arkasında herhalde Hoffmann’ın masalının da az çok payı olsa gerekir; ama bu çizgi-kahraman ‘kumlu’ özelliğinden müthiş sonuçlar alır, göz kamaştırır. Biraz suyla başı derttedir, olsun, gereksindiğinde ondan yararlanmayı bilir.
Hakan Tamar’ın “Kum Adam”ını radyodan bir dinledim, bir daha ulaşma çabalarımdan elim boş çıktım.
Kumdan mıydı yoksa, o ezgi( ler)?!
Soğan toplamak için Ankara’ya gelen işçilerden Abdülkadir Karakurt, “kum fırtınasından 5 dakika önce çadırlarımızın yanına sağlamlaştırmak için geldiğimizde baktık olmuyor canımızın derdine düştük” diye anlatmış gazeteciye: “Rüzgâr geldiğinde iki kez ayaklarım yerden kesildi, yerçekimi yok gibiydi. Kendimi yere attım. Fırtına 40 dakika sürdü, bir 10 dakika kadar gözümün önünü göremedim”. Kum fırtınasını içine düşenden dinlemek en iyisi; Wikipedia’dan olmaz bu.
Karşı kefede, bilimsel çalışmalara kulak verilmeli. Nature Astronomy’de, Mars gezegenindeki kum fırtınalarının sonuçları üzerinde duran bir inceleme yayımlanmış; haberine Cumhuriyet’in sitesinde rastladım: “Mars’ta kum fırtınaları bütün gezegene yayılabiliyor. Gezegenbilimciler uzun bir süredir, Mars’ta suyun kaybolmasının arkasında bu fırtınaların olduğunu biliyor”. Ne(re)den?: “Bilim insanları, kum fırtınası yoğunlaştıkça sıcaklığın arttığını ve yüzeye yakın su buharının yükseldiğini tespit etti. Su buharı güneşten gelen morötesi ışınlara yaklaştıkça, hidrojenin kabardığı görüldü… Bölgesel ve küçük kum fırtınaları Mars atmosferinde su buharıyla oynayarak sıvı suya geçişini engelliyor”.
İklim değişikliği benzer sonucu yerküreye de vaad (!) ediyor.
İstiridye, içine sızan kum tanesini kuşatıp sarmalamak için üretir inciyi. Kum tanesine kayıtsız insanın inciyi yüceltmesi, onu istiridyeyle eşdeğer kılar. Üstelik, her kum tanesi aynı değere sahiptir, oysa incileri sınıflandırır işin uzmanları: Bir bakıma, istiridyenin üslûbundan doğar farklılık diyebiliriz -birbaşına yeterli açıklama olmasa da. İnci, kuşattığı kum tanesini, o yanlış meraka esir düşmüş varlığı kuşatınca, onu içermiş mi olur, kaplamış ya da kapsamış mı?
Paul Claudel’le tanışma olanağına sahip olsaydım -ne yazık ki ben 3 yaşımdayken ölmüştür- sorardım.
Kumkapı, yakın geçmişin Kum Kapısı, uzak geçmişin Kontoskalion’u, kıyı şeridine yol açılmazdan çok önce teknelerin iskelesine kum boşalttıkları küçümen liman. Yaralı mahalle: 6-7 Eylül’ün en dehşetli sahnelerinin yaşandığı, her türlü mütecavizin aşağılık saldırılarına katlanmış nokta.
Meyhanelerinde anılarım birikmişti, o doku da çözüldü sonunda: İstanbul’u istila eden yerli yabancılar hırslarını yaşama kültüründen çıkardılar, yerini cürûfla doldurdular.
Öncesi artık solgun fotoğraflarda.
Kumkapı’nın dillere destan halıları Gülbenkyan Vakfı’nın ve Arkas’ın koleksiyonlarında. 19. yüzyılda Orta Anadolu’dan İstanbul’a taşınan ve Ermeni mahallesi Kumkapı’ya yerleşen halıcıların arasından çıkan Agop Kapucuyan gibi ustaların kaybolmamış eserlerini müzeler kapışıyor. Halılarını Ermeni harfleriyle imzaladığı için sürgüne çıkmış Agop -içzulüm tarihimizden bir sayfa daha.
Savafi kilimlerinin etkisi altında kendine özgü geometrik figürler yaratmıştı Agop efendi. Kayseri’den gelince, denizin kıyısında okulunu kurdu. Bir uzun ip sistemi geliştirdiği yazılır. Geceleri deniz kıyısında rakısını yudumlarken uzakları düşünür, içini hazırlardı. Neden sonra Gülbenkyan’a bir mektup döşendi. Çağrısını alınca bazı halılarını, alet-edevatını toplayıp Paris’in yolunu tuttu; 1946’da 76 yaşında orada öldü. Ermeni halılarına ilişkin bir siteden ulaştım değerli malzemeye: Fotoğrafı, Kumkapı günlerinden; cemaatıyla beraber, bir hüzün verici belgede. Ve, Gülbenkyan’a bir mektubu.
Ama asıl: Özgün halıları.
Hitchock’un Conrad’dan yola çıkan filmlerinden biri, 1936 yapımı “Sabotage”in açılışında duyulan ilk kelime “kum” olur: Londra’nın elektrik şebekesinde “block-out” oluşturmak için kullanılmıştır. Filmin kahramanı, sinema sahibi Karl Verloc tarafından -o kadar ki ışıkların gitmesiyle kalmaz iş, musluk suyuna bile kum karışmıştır.
Bana kalırsa, kum üzerinden geniş bir sinemasal antologya oluşturulabilir: Kıpırdayan kumlar!
En başa, kişisel tercih, Agnès Varda’nın filmini koyarım: Agnès’in Kumsalları (2008) seyirciyi kıyıda oturmaya çağırır: Suya en uzun bakanlar akıllı geçinenler arasından çıkmaz. Agnès kumsalın onun gözünde ülküsel uzam olduğunu söylemiştir: Kum, deniz ve gökyüzü bir tür kutsal üçgen kurmaya yeter.
Afrika’nın sözlü ve yazılı kültüründe “kum”un yabana atılamayacak yeri olmalı; özellikle Sahra’nın, büyük çölün yayıldığı yaklaşık bir düzine ülkenin edebiyatları bu açıdan incelenmiş olabilir.
Büyük Sahara çölünün yalnızca beşte birini kaplayan kuma “erg” adı veriliyor. Görebildiğim kadarıyla, romanesk imge olarak rastlanan “Çöl Yolu”nun bir ağırlığı var: Çöl açılan yolları yutuyor, kumuyla onları örterek; ademoğlu dirençli ve inatçı o konuda: Yeniden açmak için uğraş vermeyi göze alıyor.
Çöl kumları fotoğraflarda, resim sanatında cazibe alanı oluşturuyor: Rüzgârın yarattığı “desen”lerde olağanüstü örüntüler öne çıkabiliyor, başta sahipsiz ayak izleri bütün izler mıknatıs görevi görüyor gözlerini dikenlerde.
Büyük Sahara’da konaklayanların bazıları kumun şarkı söylediğine ilişkin gözlemlerde bulunmuşlardır. Başka kumullarda da rastlanan olgu: Rüzgarın etkisiyle kum taneleri arasından doğan titreşimler bir tür ezgiyi anıştıran özellikler barındırıyormuş; doğrusu tanık olmak hem de nasıl isterdim.
Eski Ahit’i o gözle taramış değilim; döndükçe, son yıllarda, okuduğum bazı bölümlerde ‘kum’ sözcüğüyle karşılaşmalarımda dikkat kesildim. Bir noktada işin kolayına kaçtım ve arama motoruna başvurdum: 28 kez geçiyormuş ‘kum’ sözcüğü.
Öncelikle, kumullar sonsuz’un (∞) karşılığı olarak kullanılıyor. Denizin bittiği yer, kumun hüküm sürmeye başladığı yer. Süleyman’ın mesellerinde (Bap 27) “taş ağırdır” deniliyor: “Kum da bir yüktür”. Mezmurların 139.sunda Yaradan’ın “düşünce”leri için “onları saysam, kumdan çokturlar” ölçüsüne başvurulmuş.
Gökyüzündeki yıldız sayısı kum tanelerinden fazla. Kum üstünde ev inşa etmeye kalkışan akıl fakiri. Çölün dindarları cezbetmesi, yeryüzünün yaradılış dönemini, hiçbir canlı hücre nin henüz belirmediği zamanları temsil etmesine bağlanıyor. Şüphesiz, çölün ortasında konaklanıldığında, gece vakti gökkubbeyi kumlara uzanarak tararken içinden geçilen büyülü yaşantı kesiti, mümin ya da tanrıtanımaz, her bireyi Evren karşısında bocalamaya sürükleyecektir.
Çöl-cezbe ilişkisinde, kucak açıcı olmayan bir ortamın, kişiyi ister istemez kendisinde saklanan bazı dürtüleri harekete geçirme gizilgücünün payı okunuyor: İnsan, orada, unutayazdığı Evren ile karşılaşıyor bir bakıma. Théodore Monod gibi bir biliminsanının, Saint-Exupéry gibi bir edebiyatçının çölden aldıkları derin çağrıda ontolojik bir hiza alışın katkıları da görülüyor. Monod, “çöl bana şekil verdi” demiştir: “Bana varoluşunun gizini taşıdı”. Saint-Exupéry’nin, uçağıyla Libya çölüne mecburî iniş yaptığında çekilmiş bir fotoğrafı, onun kumlara daldığını gösteritürün bir temsilcisidir. Olağandışı gizlenme yetilerine sahip olduğu için tehlikeleri genellikle kolay savuşturduğu varsayılıyor. Kimler mi onlar açısından en tehlikeli canlılar? İnsanlar tabii. Ticaretini yaptıkları yetmiyor, İran kedileriyle çiftleştirerek soylu bir soysuz melez yarattıkları da biliniyor. İnsanı bile insandan korumak, kurtarmak, uzak tutmak gerekli. Ammar bin Yasir’in, “hiçbir namazını kazaya bırakmadığı” rivayetine rastlanır kaynaklarda. Bir seferde “ihtilâm” olmuş; hiç su yokmuş etrafta, toprakta yuvarlandıktan sonra kılmış namazını. Kendisine maledilen 62 hadisten birinde kum ile arınma konusuna giriyor: İki elin ayaları sırayla kum ile ovuluyor, peşinden iki elin ayaları yüze sürülüyor. Ebu Davut da doğruluyor bu arınma yöntemi hikayesini, Buharî de. Kum, suyun yerini tutabilen madde; temizlenme yolunda. yor. O bakıştan sayfalar çıkagelecekti.
Henri Michaux: “Çöl kuma rakip tanımadığı için sulh orada büyüktür”.
Sulhu kumda aramak. Kum kedisi (felis margarita) ile yeni tanışanlar, bu koca kulaklı şaşkın yüz ifadeli yaratığı evcil sanma yanılgısına düşmemeli: Kendisi yabanıl türün bir temsilcisidir. Olağandışı gizlenme yetilerine sahip olduğu için tehlikeleri genellikle kolay savuşturduğu varsayılıyor. Kimler mi onlar açısından en tehlikeli canlılar? İnsanlar tabii. Ticaretini yaptıkları yetmiyor, İran kedileriyle çiftleştirerek soylu bir soysuz melez yarattıkları da biliniyor.
İnsanı bile insandan korumak, kurtarmak, uzak tutmak gerekli.
Ammar bin Yasir’in, “hiçbir namazını kazaya bırakmadığı” rivayetine rastlanır kaynaklarda. Bir seferde “ihtilâm” olmuş; hiç su yokmuş etrafta, toprakta yuvarlandıktan sonra kılmış namazını. Kendisine maledilen 62 hadisten birinde kum ile arınma konusuna giriyor: İki elin ayaları sırayla kum ile ovuluyor, peşinden iki elin ayaları yüze sürülüyor. Ebu Davut da doğruluyor bu arınma yöntemi hikayesini, Buharî de.
Kum, suyun yerini tutabilen madde; temizlenme yolunda.