Baskı kalitesi ve güzel fotoğraflar, bilimsel eserler için yeterli değil. Assurlular kitabındaki temel sorun, gerçek anlamda Yeni Assur arkeolojisi bulunmaması. Bu durum editör ekibin arkeolojiye ne denli uzak olduğunu da göstermekte. Oysa ki dünyanın neresinde olursa olsun, antik bir kültür arkeolojik kimliği kadar değer kazanır ve dikkati çeker.
Meslek hayatıma Tür kiye arkeolojisinin en önemli Yeni Assur yerleşmesine sahip Bismil-Üçtepe kazıları ile başlamış bir arkeolog olarak, ülkemizde Yeni Assur dönemini tanımlamaya ve anlatmaya çalışan Assurlular: Dicle’den Toroslar’a Tanrı Assur’un Krallığı adlı kitap hakkındaki düşüncelerimi sizlere iletme hususunda ciddi zorluklar yaşıyorum.
Birkaç ay önce Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan kitap, söz konusu yayınevinin Anadolu uygarlıklarını tanıtma gayretiyle başlattığı projenin son ürünü. Bununla birlikte Assurlular kitabı üzülerek söylemem gerekir ki, büyük bir başarısızlığın da son halkasını oluşturmuş gibi görünmektedir. Son 20 yılda ülkemizde arkeoloji bilimi ile buna koşut olarak arkeoloji yayıncılığı büyük bir ilerleme ve gelişme göstermişken, Anadolu uygarlıklarını arkeolojik temelde bilmeyen, önemsemeyen ve konularında uzman olmayan editör tercihleri, Türkiye’nin tarihsel ve kültürel mirasını anlatma ve tanıtma fırsatlarını güzel resimlerden başka özellikleri olmayan “bilimsel görünümlü” fotoğraf albümlerine dönüştürmektedir.
Assurlular kitabına gelmeden, projenin önceki yayınları hakkında bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var. Birkaç yıl önce yayımlanan Persler kitabında “sütunlu kabul salonu”, “ateşegedesi” ve “taş döşemeli kutsal yolu” ile Anadolu Pers arkeolojisinin en önemli dinsel-kültürel merkezi olan ve daha da önemlisi bu özellikleri ile bırakın İran’ı Önasya’da bile yegâne bir yerleşme durumundaki “Oluz Höyük”ün görmezden gelinerek proje dışında tutulması, sözkonusu zihniyetin bilimsel seviyesine işaret eden çarpıcı bir örnektir.
Ülkemizde Türk arkeologlar tarafından Assur, özellikle de Yeni Assur Dönemi ile ilgili ilk arkeolojik çalışmalar Mardin ve Diyarbakır illerimizde 1980’lerde başlamıştır. Eski Assurlu tüccarların Anadolu faaliyetlerini (MÖ 1950-1700) bir kenara bırakırsak, Demir Çağı Assur devletinin, yani Yeni Assur İmparatorluğu’nun (MÖ 1000-610) Anadolu’yu ele geçirme, vergi alma ve insanları esir ederek büyük imar projelerine işgücü sağlama amacıyla başlattığı askerî operasyonların MÖ 9. yüzyılda yoğun olarak yaşandığı tarihsel bir gerçekliktir. Güneydoğu Anadolu’da Dicle havzasında eyalet başkentleri ile büyük yerleşmeler kurmuş olan Yeni Assur İmparatorluğu ile ilgili arkeolojik çalışmalar başlangıcında Nusaybin-Girnavaz Höyüğü ile Bismil-Üçtepe yer alır. Bu önemli kazılardan Üçtepe’ye öğrencilik dönemimde katılmış olmam, meslek hayatım boyunca Yeni Assur arkeolojisine olan ilgimi canlı tutmama ve konu ile ilgili yayın çalışmaları yapmama vesile olmuştur. Üçtepe kazıları kadar, bu önemli arkeolojik araştırmanın başkanı olan Prof. Dr. Veli Sevin de Yeni Assur arkeolojisi için temel taşı konumundadır. Veli Sevin, Üçtepe kazıları sürecinde kaleme aldığı Yeni Assur Sanatı I. Mimarlık ile sonrasında yazdığı Assur Resim Sanatı kitapları Türkiye’de Assur arkeolojisinin başvuru kaynakları olmuştur. Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı ve halen de birkaç yılda bir yeniden bastığı sözkonusu kitaplar, uzun soluklu bir araştırma sürecindeki büyük bir bilimsel emeğin ürünleridir.
Assurlular kitabının sayfaları çevrilmeye başlandığında doğal olarak ilk aranan isim Veli Sevin olmaktadır. Ancak ne bu isim kitapta yer almakta ne de kendisinin kaleme almış olduğu sözkonusu iki eser anılmaktadır. Bilime ve bilim insanlığına saygı seviyesini gösteren bu olay Türkiye’de editörlüğün bilimsel ahlak prensipleri içinde, bilimsel kriterler ve liyakat göz önüne alınmadan sıklıkla yapıldığına işaret etmektedir.
Baskı kalitesi ve güzel fotoğraflar dışında kitap hakkında söylenmesi gereken olumlu yönlerin başında, Yeni Assur öncesinin, yani Karum Dönemi’nin, konularında uzman bilim insanları tarafından kaleme alınmış olması gelmektedir. Kültepe (Kaneş) ve Boğazköy (Hattuş) gibi önemli Karum merkezleri, tüm yönleriyle ilgili bölümlerde okuyucuya aktarılmıştır.
Sorunlu olan bölüm ise kitapta gerçek anlamda Yeni Assur arkeolojisi bulunmamasıdır. Bu durum editör ekibin arkeolojiye ne denli uzak olduğunu da göstermektedir. Oysaki dünyanın neresinde olursa olsun antik bir kültür arkeolojik kimliği kadar değer kazanır ve dikkati çeker. Yeni Assur kültürünü arkeolojik temelde anlatamıyor olmak, kitabın temel sorunudur. Bu bağlamda Assurlular kitabına arkeoloji temel eğitimi almış bir uzman editörlük yapsaydı, Veli Sevin, Assur mimarlığı ve resim sanatı ile ilgili güncel gelişmeleri de kapsayan çok değerli yazılar kaleme alabilirdi; Yeni Assur arkeolojisinin Türkiye’deki en önemli yerleşmesi olan Üçtepe, kazının hafiri tarafından, telif sorunu yaşanmadan çarpıcı arkeolojik bulgu görselleriyle çok daha doğru biçimde tanıtılabilirdi; ülkemizin en değerli Yeni Assur arkeolojik bulguları olan ve 19. yüzyıl sonlarında British Museum’a kaçırılmış olan “Kurkh Monolitleri” her yönüyle özel bir bölümde tanıtılabilirdi; Yeni Assur dönemi yazılı belgelerinin bulunduğu nadir yerleşmelerden Girnavaz Höyüğü ile en büyük konağın açığa çıkarıldığı Mezra-ı Teleilat gibi çok önemli merkezler ayrı bölümler halinde bulgularıyla birlikte kitapta yer alabilirdi.
Assurlular kitabı için yukarıda sıralanan olumsuz örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte, burada vurgulamak istediğim temel konu editoryal kalitenin bilimsel kriterlere ve tarafsızlığa uygun olması gerekliliğidir. Başka bir deyişle bu tür büyük projeler için tercih edilen editörler mutlaka konunun uzmanı olmalı ve meslektaşlarıyla olan sorunlarını işlerine yansıtmamalıdır.
Yapı Kredi Yayınları takdirimi alacak bir istikrarla “Anadolu Uygarlıkları” projesinin neredeyse tüm kitaplarında yaptığı editör seçimleriyle, gerçekte “başvuru eseri” olması gereken ürünlerini “coffee table book” formatında yayımlamayı başarmaktadır. Üzülerek söylemem gerekir ki bu kitap Türkiye arkeolojisine hiçbir katkı sağlamamıştır.