Kasım
sayımız çıktı

YILDIRIM SAVAŞI

2. Dünya Savaşı’nın başındaki meşhur Alman taarruzu on gün içerisinde Fransa’yı darmaduman etmiş, mekanize savaşın ilk büyük ustası General Guderian’ın birlikleri Dunquerque’te denize ulaşarak Maginot Hattı efsanesini yerlebir etmişti. Yeni nesil Alman subayların hem Müttefikler’e hem de eski tüfek Alman komuta kademesine karşı zaferi… 

Fransa ve müttefikleri 1914-18 yıllarında üstün Alman ordularına karşı 51 ay ya da aralıksız 1430 gün savaşarak zafere ulaşmıştı. 1940 Mayıs’ında ise Fransızlar Almanlar karşısında sadece on gün içerisinde felakete uğradı. 

10 Mayıs 1940’ta başlayan Alman taarruzu, mekanize savaşın ilk büyük ustası General Guderian’ın 20 Mayıs günü Manş denizine ulaşmasıyla zafere erişti. Bundan sonrası, sadece Dunquerque cehennemi ve işin arkasını toplamaktan ibaretti. Dünyanın en kuvvetli kara ordusuna sahip olduğuna inanılan Fransa’nın bu kadar aniden çözülüvermesi üzerine sayısız kitap ve makale yazıldı. Gazeteler ilk kez Polonya’da kullandıkları “Yıldırım Savaşı” (blitzkrieg) terimini efsaneleştirerek yaydılar. 

Bunlar, gerçekten de dünya tarihinin önemli olayları arasındadır. Evet, Fransız ordusu çok yanlış hazırlanmış, yığınağı hatalı yapılmış ve son derece kötü yönetilmişti ama, mağlubiyetin gerçek nedeni bunların ötesindeydi. Fransız liderliği daha işin başında, hatta öncesinde savaşı zihninde yitirmiş, Fransız ulusu da psikolojik olarak yenilgiyi kabul etmişti. Bunu anlamak için 1914 ve 1916 yıllarına, hatta 1870’e dönmek zorundayız. 

Yeni savaş  Almanca’da ‘Blitzkrieg’ (Yıldırım Savaşı) adıyla bilinen harekât; teknoloji kullanımı, startejik ve taktiksel yönüyle tarihte yeni bir sayfa niteliğindeydi. 

1870-71 Prusya savaşlarında da Fransız orduları hızla dağılmış ülke işgal edilmişti ama, Fransız halkının büyük kısmı teslim olmamış, yeni birlikler kurmuşlar ve bir kısmı da son nefesine kadar savaşmıştı. Almanların kabul ettirdiği muazzam savaş tazminatı ve Alsace- Lorraine’in kaybı Fransızların intikam duygularını o kadar kabartmıştı ki, 1914 Ağustos’unda milyonlarca kişi silah altına koşarken Fransız seferberlik firesi binde birin altında kalmış, Fransa bu savaşın ilk altı haftasında bir milyona yakın kayıp verdiği halde direnmeyi sürdürmüştü.

Ne var ki, 1916 yılının 21 Şubat gününde başlayarak sonbahara kadar süren Verdun Muharebeleri, Fransız ruhunda derin bir iz bıraktı. Ordudaki 330 alayın 259’u, yani askerlerin yarısından çok daha fazlası bu cehennemden hiç değilse bir kez geçti. Verdun’de iki taraf da yaklaşık 300’er bin kayıp verdi, ama nüfusu Almanya’nın yarısından biraz fazla olan Fransa için bu çok daha yıkıcıydı. 1. Dünya Savaşı’na “sonuna kadar hücum” doktriniyle giren Fransızlar, Verdun’den sonra topçu desteğinde savunma anlayışına geçtiler ve 1939’da savaş yeniden başladığında da tüm zihniyetleri buna göre şekillenmişti. Halbuki iki savaş arasında hızla geliştirilen tanklar ve uçaklar hücuma büyük avantaj sağlamaktaydı.

1940 Mayıs’ında, Fransızların her şeye rağmen Almanya’dan daha fazla tankı, topu ve yanlarında gene güçlü bir İngiliz seferî kuvveti vardı. Ne var ki yirmi yıl önce verdiği milyonlarca kayıp Fransa’nın savaş azmini eritip yok etmişti. 

Alman komutan  Meşhur General Heinz Guderian, Alman ordularının aklî merkezi konumundaydı.

İsviçre sınırından itibaren büyük kaynak sarf ederek Maginot hattını inşa etmişler ve askerlerini metrelerce toprağın altına sokup mazgallardan ateş eden köstebekler haline getirmişlerdi. Tanklarını da piyade destek bölükleri halinde küçük parçalara ayırıp dağıtınca, modern savaşın bu vasıtaları onların elinde işlevsiz kaldı. Son anda kurdukları birkaç zırhlı tugay ve tümen ise sahada bakım ve ikmal olanaklarından, dolayısıyla da savaş kabiliyetinden yoksun olduğu gibi, bunların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlayacak bir savaş doktrinine de sahip değillerdi. Öte yandan, Almanya’nın İngiliz veya Rus hasımları da, zırhlı birlik harekatının özel koşullarını 1942 yılına kadar çözemeyeceklerdi. 

Savaşları kaybeden daha iyi öğrenir derler. Bu her zaman geçerli değildir, ama 1918’den sonra Almanlar için son derece geçerli olmuştu. Öncelikle 1914 yılındaki büyük taarruzlarının başarıya bir adım kala Marne’da durdurulmasının nedenlerini ve savaşın bir yıpratma mücadelesine dönüşmesini anlayarak, bu kez cepheleri yarıp geçecek bir savaş sistemi yarattılar. Bu, yenilikçi subayların her adımında eski nesil Alman generalleriyle boğuşarak geliştirdikleri zırhlı birlik hücumuydu. Yer destek uçakları da adeta bir hava topçusu gibi, karşılaştıkları direniş odaklarını bombalayarak ilerlemeyi kolaylaştırıyordu. Ayrıca zırhlı ve mekanize birlikleri cephede yönetecek telsiz haberleşmesini de unutmamışlardı; çünkü 1914 Ağustos’unda Schlieffen planının az farkla akim kalmasının nedeni koordinasyon ve ikmal eksikliğinden başka bir şey değildi. Bu nedenle, 1914- 18 savaşında iki taraf da ne kadar yığınak yaparsa yapsın, kademeli siperleri aşamamış ve dikenli tellerin arasındaki çamurda boğulmuştu. 

Harekat, dünya ve Türk basınında büyük yankı uyandırmıştı. 

Bu kez on Alman zırhlı (panzer) tümeninin organik mekanize piyadeleri, kundağı motorlu topçusu ve zırhlı keşif taburları vardı ve hepsi telsiz ağıyla irtibat kurabiliyordu. Müttefiklerin zırhlı gücü ise piyade desteği olarak dağıtılmış olup, buna benzer bir güce sahip değildi. Keza Stuka adı verilen pike bombardıman uçakları da hızlı ilerleyişin yarattığı paniği artırıyordu. Ve yukarıda belirtilen tüm diğer unsurlar kadar önemli diğer bir husus da Alman birliklerinin muharebe alanı istihbaratının çok iyi olmasıydı. Müttefiklerin telsiz haberleşmesi dinleniyor ve şifreleri kırılarak durumları hakkında doğru bilgiler alınıyordu. Müttefikler ise daha muharebenin başında karmaşa içerisine düşmüşlerdi. 

Tüm bunlara rağmen, Fransız ve İngiliz ordularının Alman hücumunu önleyecek olanakları vardı; ama bunu yönetecek bir liderliğe sahip değildiler. Şayet ellerindeki olanakları doğru örgütleyip doğru kullansalar, işler farklı olabilirdi. Yani, olaylar bittikten sonra ileri sürülmüş olan “yenilginin kaçınılmazlığı” görüşü doğru değildi. Kararlı bir liderlik altında durum pekala farklı cereyan edebilirdi. 

1939 Eylül’ünde Hitler ve Stalin’in el ele verip Polonya’yı parçalamalarından sonra savaş uzun bir duraklama dönemine girmiş ve Batı basını buna “sahte savaş” veya “sitzkrieg” (oturma savaşı) adı vermişti. 1940’ın Nisan ayında Hitler birkaç saat içerisinde Danimarka’yı işgal ederken aynı anda Norveç’in istilasını başlattı. Burada direniş daha kararlı sürmekle birlikte, işgalin başarıya ulaşacağı daha ilk günden belli olmuştu. 10 Mayıs günü ise Hollanda, Belçika ve Fransa’nın işgal operasyonu başladı. 

Hollanda küçümsenmeyecek bir askerî güce sahip olmakla birlikte, Rotterdam’a yapılan yoğun bombardımanın hemen arkasından teslim oldu. Belçika ise İngiliz ve Fransız ordularının yenilmesinde önemli bir faktör haline geldi. Şöyle ki… Maginot Hattı, İsviçre sınırından Lüksemburg’a kadar kesintisiz uzanıyor, ondan sonra kısmen tahkimli bölgeler başlıyordu. Belçika sınırına fazla istihkam yapılmamıştı. Müttefikler Maginot Hattı’nın ötesinde, cephenin ortasındaki ormanlık Ardenler mıntıkasının büyük kuvvetler tarafından geçilemeyeceğini varsaymışlardı ve bu tabii ölümcül bir hataydı. Ardenlerin yumuşak tepelerinin arasından batıya akan birçok yol vardı ve bunlar her türlü birliğin geçmesine müsaitti. Fransızlar her ihtimale karşı buraya, Meuse Nehri’nin önüne zayıf örtme birlikleri koyup, nehrin arkasına da ana savunma hattı kurmuşlardı. Ne var ki bu bölgeye, hareket yetenekleri ve ateş güçleri sınırlı olan ikinci sınıf birlikler yerleştirilmişti. 

Almanların on zırhlı tümeninden birisi Hollanda’ya, ikisi Belçika’ya tahsis edilmiş, geri kalan yedi tümen Ardenlerde toplanmıştı. Almanlar Hollanda ve Belçika’ya girince, İngiliz ve Fransızlar en seçkin motorize birliklerini cephenin en batısından Belçika’ya soktular. Ardenler ve daha doğudaki Maginot hattı aşılamayacağına göre, esas muharebenin Belçika ovalarında yapılacağını varsaydılar. 

Sonuçta, Schlieffen Planı’nda olduğu gibi Alman birliklerinin Manş denizini yalayarak batıdan bir çevirme planladığını düşününce, ordularını bir an önce ileri çıkarıp cepheyi Belçika’da kurmaları mantıklıydı. Ne var ki ertesi yıl Rusya’da mareşal olacak yetenekli general Manstein tarafından yapılan plana göre, Almanlar bu kez denizi yalayarak ilerlemek yerine Ardenlerden fırlayıp denize ulaşacak ve Belçika’ya ilerleyen Müttefik kuvvetleri de torbaya girmiş olacaktı. Ne kadar çok Müttefik birliği ilerlerse, torba o kadar dolacaktı. Tam da böyle oldu.

Hava hücumları
Üstün savaş sanayisi ile dönemin büyük hava gücü olan Naziler, hava hücumlarıyla Fransızları paniğe sevkettiler. 

Müttefik cephesi daha ilk üç günde karmakarışık bir hale düştü. Belçika’ya ilerleyen birlikler benzinsiz ve ikmalsiz kalırken, Hollanda, Belçika ve Kuzey Fransa’dan kaçan milyonlarca mülteci yolları tıkayıp hareketi büsbütün olanaksız hale getirdiler. Alman tanklarının önünde nokta bombardımanı yapan Stuka’lar ise canavar düdükleriyle dalarak paniği artırdılar.

Burada kritik muharebeler Meuse Nehri üzerinde yapıldı. Alman birlikleri, karşılarındaki zayıf örtme birliklerini derhal süpürerek nehre ulaştılar. 

Fransa’nın yıkımı 
Nazi Almanyası sadece 10 günde denize ulaştı ve ardından Fransa işgal edildi. 

Alman ilerleyişinin en önünde o sırada üç zırhlı tümeni olan bir kolordunun komutanı Heinz Guderian bulunmaktaydı. Esas şöhretini Afrika’da yapacak olan Rommel ise bir zırhlı tümene komuta ediyordu. Guderian, harekatın dördüncü günü olan 14 Mayıs sabahı Meuse Nehri’ni ateş altında geçerek hızla ilerlemeye başladı. Aynı gün diğer Panzer kolorduları da köprübaşından fırlayarak ileri atıldılar. Fransız zırhlı birliklerinin yan hücumları ise yukarıda belirtilen nedenlerle etkili olamadı. Son haftalarda büyük birliklerde toplanan bir kısım Fransız zırhlı vurucu gücü 48 saat içerisinde dağıtıldı ve savaş gücünü yitirdi. Almanlar ile mukayese edilebilecek bir haberleşme sistemine sahip olamayan Fransız üst komutanlıklarında panik başladı. 

O dönemde yüzbaşı olan ünlü askerî düşünür André Beaufre şahit olduğu bir sahneyi şöyle anlatır: “Fransız kuzeydoğu cephesinin komutanı olan General Georges ‘cephemiz Sedan’da yıkıldı, tam bir çöküş meydana geldi’ diye kendisini bir sandalyeye atıp gözyaşlarına boğuldu”. Ve bu olay muharebelerin henüz altıncı gününde meydana gelmişti. 

Öte yandan Alman batı cephesi komutanı general von Rundstedt’in karargahında da bir endişe yok değildi. Fransızlar Sedan’ın hayaletiyle yaşarken, Almanların yaşlıları da Marne hayaletinden kurtulamıyorlardı (Schlieffen Planı’nındaki ilerleyiş Marne’da açık verdikleri cepheden yapılan bir karşı hücumla durdurulmuştu). 

Zırhlı kolorduların genç liderleri ilerledikçe, daha eski nesilden olan ordu komutanları yan hücumlarla felakete uğrayacakları korkusuyla kıvranıyordu. Piyade zamanıyla düşünen yaşlı komutanlar, motorlu araç zamanıyla düşünen genç muharebe komutanlarını dizginlemeye çalıştılar. Fazla ileri çıkmamaları için onlara emir üzerine emir yağdırdılar. Ne var ki genç liderler onları dinlemediler. Bazen emirleri geç almış gibi yaptılar, bazen sadece keşif kolu çıkarma izni alıp toptan yürüdüler, bazen haberleşme kanallarını kasten azalttılar ve birçok emrivaki ile üst karargahları durumu kabule zorladılar. Esasen hücum o kadar hızlı gelişti ki, Guderian 20 Mayıs günü Abbeville yakınlarında denize ulaşarak Müttefik ordularını ikiye böldü. Üstelik diğer iki kolordu da aynı gün bitmeden onun yanında hedeflerine varmıştı bile. Onların arkasından gelen piyade birliklerine sıkıntı yaratacak bir Fransız vurucu gücü kalmadığı gibi, Fransız üst komutanlığı da bunu planlayabilecek zihin yapısından uzaklaşmıştı. 

Bağlantı kesildi 
Fransız ordusu, Almanların Müttefik ordular arasındaki bağlantıları kesme hamlesine engel olamamıştı. Sedan kentini zapteden Alman askerleri… 

2. Dünya Savaşı’nda subay olarak cephelerde bulunmuş yetkin savaş tarihçisi Kenneth J. Maksey bu olayları şöyle değerlendirmiştir: “Modası geçmiş tekniklerle kazanılmış eski zaferlerin yan ürünü olarak yerleşen kendini beğenmişlik ve tatmin duygusunun yanısıra, birçoğu modern savaşın hızı, gerginliği ve gerilimleriyle başedemeyecek kadar yaşlı komutanlar arasında idraksizliğe yol açan ve yetersizlik üreten tembellik, Fransız ordusunu ve milletini yıkıntının eşiğine getirmişti. Şimdi hata üzerine hata yapılacaktı…” 

Ne var ki hatalar sadece Müttefiklere ait değildi. O günlerde Alman yüksek komutanlığı da zafere rağmen büyük bir hata yapacak ve belki de batıdaki savaşı çok avantajlı bir barışla sona erdirmek için İngiltere’yi buna mecbur kılma olanağından yoksun kalacaktı. 

21 Mayıs günü, tüm dünya Almanların batı cephesinde kesin bir zafer kazanmış olduğunu biliyordu. Ancak Almanların bu zaferden nasıl istifade edeceklerine dair bir planları olmadığı ortaya çıkmaktaydı. İlk olarak, kuzeybatıda kuşatılan ve ağırlıkla İngiliz Seferî Kuvveti’nden (BEF-British Expeditionary Force) oluşan müttefik birliklerinin nasıl imha veya esir edileceğinin çözülmesi gerekiyordu. İkinci olarak, Fransızların güneyde kuracakları yeni bir savunma hattının çökertilmesi için plan yapılması gerekmekteydi. Ayrıca, şimdi, Fransa’nın Atlantik kıyısındaki tüm limanlar ele geçirilmekte olduğundan ve İngiliz ordusunun neredeyse tüm vurucu gücü kuşatılmışken, İngiltere’nin istila edilip edilmeyeceğine karar verilmesi beklendi. 

İngiltere’de gerçekten de elle tutulur bir kara gücü kalmamıştı. Bu sırada Almanlar iki günlük bir tereddüt geçirerek durakladılar. Halbuki operasyona devam etseler İngilizlerin son çekilme olanağı olan Dunquerque limanını çok zorlanmadan ele geçirebilirlerdi. İngilizler bu kısa sürede kentin etrafında birkaç gün dayanacak bir savunma çemberi oluşturmaya muvaffak oldular. Zırhlı birlikler harekete geçseydi, bu çember tahliyenin daha ilk günü çökerdi. Gene aynı günlerde birkaç kritik gelişme daha oldu. 19 Mayıs’ta İngiliz Amirallik Dairesi, Dunquerque’ten çekilme seçeneği üzerinde çalışmaya başlamıştı ve 20 Mayıs’ta da İngilizler Alman şifrelerini kırarak önemli istihbarat elde etmeyi başardılar Ne var ki, o andan itibaren hiçbir istihbarat cepheyi düzeltecek bir mucize yaratamazdı. Bu mucizeyi Hitler ve Goering birlikte yaratıp İngilizlere bir ordu hediye ettiler. 

Amiens’e bombalar yağarken… Fransa’nın Amiens kenti bombalanırken, kent sakinleri güç koşullarda kaçıyor. Hitler’in ordusu İngiliz güçlerini Dunquerque’e kadar sürdü. (altta) 

Almanların 20-21 Mayıs’ı izleyen birkaç gün içerisinde İngilizlerin son çekilme limanı olan Dunquerque’i ele geçirip İngiliz Kara Kuvvetleri’nin büyük bölümünü niçin esir veya imha etmedikleri üzerine sonsuz tartışma yapılmıştır. Bu konuda bir tez, Hitler’in Fransa seferini tamamlamak için zırhlı birliklerine bakım yaptırma isteğidir. Gençliğinde bu bölgenin çamurunda savaşmış olan Hitler’in, tanklarını daha da yıpratmamak için bu yolu seçtiği söylenir. Ne var ki, zırhlı birliklerin Dunquerque’e ulaşmak için gitmeleri gereken yol çok kısaydı. 

İkinci tez, Hitler’in, aklının gerisindeki esas hedef olan Rusya seferine çıkmadan önce İngiltere ile barış yapılabileceği fikrinde olmasıdır. Yaygın inanışa göre Hitler, Avrasya’da hakimiyetinin tanınması karşısında İngiltere’nin dünya hakimiyetini tanıyacaktı ve o günlerde orduları kuşatılmış olan İngilizlerin esasen buna razı olmaktan başka çareleri yoktu. 

Üçüncü ve pratikte uygulanan durum ise Luftwaffe (Alman Hava Kuvvetleri) komutanı ve önde gelen Nazilerden Herman Goering’in hava hücumlarıyla Dunquerque’ten tahliyeye engel olacağı ve zırhlı birlikler Fransa’ya yapılacak son hücuma rahatça hazırlanırken bu işi tek başına çözebileceği şeklindeki iddiasıdır. Bu öneri Hitler’i son hazırlıklar için rahatlatmış ve işi ona bırakmış gibi görünüyor. Kaldı ki Luftwaffe, Nazi liderlerinin gözünde silahlı kuvvetlerin en faşist unsuru ve göz bebeğiydi. 

Ne var ki İngilizler, donanmanın yanısıra irili ufaklı 860 tekneyle ve Luftwaffe’ye rağmen 26 Mayıs ile 4 Haziran arasında çoğu İngiliz 338.000 Müttefik askerini kurtarmayı başardılar. Luftwaffe, Goering’in sözünü yerine getirememişti. 5 Haziran’da ise Almanlar zırhlı tümenlerinin bakım ve ikmalini tamamlayıp tekrar hücuma geçtiler. Fransız cephesi tam bir kaos içerisine düştü. Güneyde kalan birkaç İngiliz birliği ucu ucuna tahliye edilirken, Almanlar Maginot hattını güneyden çevirip altı gün içinde İsviçre sınırına ulaştılar. Bundan da üç gün sonra, 14 Haziran’da Paris’e girdiler. 

Hitler, mütareke antlaşmasının,1918 yılında Almanya’ya dikte edilen antlaşma ile aynı yerde, yani Compiègne ormanında konuşlanan aynı vagonda yapılmasında ısrar etti ve öyle oldu. 22 Haziran’da yapılan antlaşmaya göre Fransa’nın üçte ikisi Alman işgaline giriyor ve kukla Vichy yönetimi kuruluyordu. 

Hitler’in zaferi
Hitler 10 günde başlayıp sonlanan savaşın ardından, 23 Haziran 1940 günü beraberindeki Nazi kurmaylarıyla Eyfel Kulesinin önünde. 

İngiliz Uluslar Topluluğu 1940 Mayıs’ı sona ererken, Almanya karşısında yapayalnız ve ordusu silahsız kalmıştı. Fransızlar ise Kuzey Afrika’ya çekilip onlarla birlikte mücadeleye devam edebilirlerdi ama, bu yolu seçmediler. 1916 Verdun Muharebeleri’nin kahramanı yaşlı Mareşal Philippe Pétain’in başkanlığındaki işbirlikçi faşist Vichy rejimi, işgal altındaki Fransa’yı yönetmeye başladı. Dünyanın dört köşesindeki Fransız sömürgelerinin çoğu Vichy’ye katıldı. İngiltere’ye giderek direnişi sürdüren DeGaulle’e katılanlar azınlıkta kaldılar ve dengeler ancak Almanların yenileceği anlaşılınca değişmeye başladı. 

Bu arada Suriye, Senegal, Madagaskar, Fas ve Cezayir’deki Fransızlar Müttefiklere karşı ciddi savaşa girişirken, Hindiçini’deki Fransızlar ise Japonlarla anlaşma yoluna gittiler. Guadeloupe, Martinique ve Fransız Güyanası’nda da Vichy’ciler hâkim oldular. İlk dönemde sadece Orta Afrika ve bazı Kuzey Atlantik adalarına hâkim olabilen Hür Fransızlar ancak 1942’den itibaren, Müttefiklerin yardımıyla güç toplamaya başladılar. Bu durum, Fransızlar arasında ırkçı-işbirlikçi tutumun ne kadar yaygın olduğunu ve Fransız liderliğinin 1940 Mayıs’ında Nazilere niçin o kadar kolay teslim olduğunu gösterir. 

İngilizler bir yandan Dunquerque’de kurtardıkları askerlerini tekrar silahlandırıp hızla yeni birlikler oluşturmaya çalışırken, İngiliz donanması Cezayir’deki Mers El Kebir üssünde bulunan Fransız donanmasının kendilerine katılmaları, tarafsız bir limana çekilerek silahsızlanmaları veya kendilerini batırmaları seçeneklerini sundu; çünkü onların Nazi denetimine geçmesine izin veremezlerdi. Fransızlar önerilerin hepsini reddedince bu gemileri bombalayıp batırmaları iki ülke ilişkilerine büyük darbe vurdu ve Vichy’nin elini güçlendirdi.

Yine o günlerde İngiltere Muharebesi başladı. Hitler barışa razı olmayan İngiltere’yi dize getirmek için önce RAF’ı (İngiliz Hava Kuvvetleri) yenmesi gerektiğini düşünerek, Temmuz başında hava akınlarını başlattı. İngiliz savunmasının kısa sürede çökeceğini sandılar ama bekledikleri olmadı. Bu muharebelerde taraflar üçer bin uçak düşürdüklerini iddia ettiler ama gerçekte 915 İngiliz ve 1733 Alman uçağı düşürülmüştü.

İngiltere hava savunmasını yıkamayan Hitler, zaten pek gönüllü olmadığı İngiltere’yi işgal planını rafa kaldırıp Rusya’yı istila hazırlıklarına başladı. 1941 Nisan’ında Balkanlar’ın işgalini takiben Haziran’da Barbarossa Operasyonu başlayıncaya kadar İngiliz Uluslar Topluluğu savaşı tek başına yürüttü. 1941’de Rusya ve dev kaynaklarıyla ABD savaşa girince, Nazi Almanyası’nın kaderi belirlenmiş oldu. Gerisi artık sadece bir zaman meselesiydi. 

İşgal altındaki Fransa’ya gelince… İşbirlikçilik direnişten çok daha öndeydi. Fransız direnişçileri ve bu ülkenin Yahudileri öncelikle faşist Fransız milisleri tarafından öldürülüyor ve toplama kamplarına gönderiliyordu. Avrupa Birliğine giden yol, işte tam da burada başladı. Yüzyıllar boyunca Avrupa’da hâkimiyet peşinde koşan Fransa, Alman birliğinin kurulmasından sonra onlara karşı yaptığı üç büyük savaşın sonunda Germen üstünlüğünü kabul etmişti. AB öncesi Ortak Pazar’ın temeli sayılan demir çelik ve kömür konusundaki işbirliği, işgal sırasında başlamıştı.