1.Dünya Savaşı’nın başında girişilen Kafkas Harekatı, Türk Ordusu’na ve sivil halka büyük bir yıkım getirecekti. Sadece şehitler değil, esir düşen askerler ve esarete götürülen çoluk-çocuk siviller de yıllarca vatanlarına dönemedi. Evlerine dönebilen askerler ise, bu defa ülkeyi işgalden kurtarmak için İstiklal Harbi’nin kahraman neferleri olacaklardı.
Literatürdeki ismi “Sarıkamış Meydan Muharebesi ve çevirme manevraları” olan vuruşmalar 22 Aralık 1914 – 05 Ocak 1915 arasında 15 gün sürmüştür ama; Kafkasya cephesi 1. Dünya Savaşı’nın başından sonuna kadar 4 yıl boyunca sıcak savaşın en kritik coğrafyalarından biri olmuştur. Bu 4 yıl boyunca verilen şehit ve esir sayısıyla, yaşanan trajedinin detayları yıllarca konuşulmamıştır.
15 günlük muharebelerde şehit sayısı 55 bin civarındadır. Kafkas cephesindeki toplam zayiat (şehit, yaralı, esir… savaşdışı kalanlar) ile sivil kayıpların toplamı ise 150 binin üzerindedir.
Sarıkamış-Kafkas cephesi, erken cumhuriyet döneminde Mareşal Fevzi Çakmak’ın konferansları dışında pek gündeme gelmedi. Uzun bir suskunluk döneminden sonra ise sadece şehitler konuşuldu; esirler anlaşılmaz bir şekilde unutuldu. Kaç esir gitti, kaçı asker kaçı sivil idi, hangi esir kamplarında kaldılar, esir kamplarında yaşam standartları ne idi, kimler esir kamplarında yaşamını yitirdi, kimler dönebildi… Kesin bilgiler yoktur. Subayları takip etmek kısmen mümkün ise de, er ve sivil esirlerin durumu bugün bile tam bir meçhuldür. Esir kampları hakkında ilk tez çalışmasını yapan rahmetli Cemil Kutlu’nun verdiği bilgiler ile yetinirken, son yıllarda Alfina Sigbetulina, Esin Güven ve Tülin Uygur’un değerli araştırmaları-yayınlarıyla gerçeğe biraz daha yaklaşabildik.
Cemil Kutlu tarafından 1997’de yapılan ilk bilimsel çalışma “1. Dünya Savaşı’nda Rusya’daki Türk Savaş Esirleri ve Bunların Yurda Döndürülmeleri Faaliyetleri” adlı doktora tezinde; “3 yaşındaki çocuk ve 80 yaşındaki ihtiyarlar da dahil, kadın-erkek Türkler tutuklanarak Sibirya’nın muhtelif köşelerine sürülmüştür” cümlesi yer almaktadır. Savaşın bitiminde, 6 Mart 1918’de Batum’dan Trabzon’a dönenleri taşıyan vapurda “esirlerin 65’i, 15 yaşından küçük çocuk” olması Ruslar için gerçek bir utanç vesilesidir; demek ki bu çocuklar esarete düştüklerinde 10 yaşlarındalardı.
En büyük sorun, bu esirlerin ne kadarının asker ne kadarının yöreden toplanan (Erzincan dahil olan bölge) masum siviller olduğunu bilemememizdir. Moskova Büyükelçisi Galip Kemâli (Söylemezoğlu), 1918’de Bakanlık’tan aldığı bir telgrafa cevap olarak “Rusya’da bulunan 40 bin savaş esiri ile 100 binden fazla olduğu iddia edilen sivil esirlerimizin durumu her türlü tasavvurun ötesinde elem verici bir hâldedir” yazmıştır (Hariciye Hizmetinde Otuz Sene, 1892-1922, 1950, s.450).
Verilen tüm bu rakamlar Sibirya gibi bir coğrafyada ve Bolşevik Devrimi sonrasındaki kaos ortamında ulaşılabilen kamplarda tespit edilen ve o sırada hayatta olan esirlerin sayısıdır. Yücel Yanıkdağ’a göre “Osmanlı esirlerinin en az %27’si nakil sırasında”, %43’ü de esaretleri sırasında yaşamını yitirmiştir” (Millete Deva Olmak. Osmanlı Savaş Esirleri, Tıp ve Milliyetçilik, 1914-1939, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2014, s.31).
Yusuf Akçura, 1917 yaz sonlarında Osmanlı Kızılay Derneği delegesi olarak Almanlar’ın Osmanlı vatandaşı esirlere de kendi esirlerine sağladıkları kolaylıkları sağlamaları için anlaşma yapmıştır. Sevkiyatın başlamasından 2-3 ay sonra Alman komisyonlarının sözlerinde durmadığı anlaşılmış verilen paralar da boşa gitmiştir. Akçura, Almanlar’ın “Osmanlı esirlerine harcamada bulunulmaması” talimatı verdiğini yazar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra Ankara Hükümeti, Rusya’daki Türk esirler konusuna özel bir önem verdi. Sovyetler’le dostluk ilişkileri çerçevesinde, savaş esirleri hususu da önemli müzakere konularından biri oldu. Ankara Hükümeti 16 Mart 1921’de Moskova’da Sovyet Rusya ve 17 Eylül 1921’de Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile “Esir Mübadele Sözleşmesi” imzaladı. Bu anlaşma ile Sovyetler, bütün asker ve sivil esirleri en kısa zamanda iade etmeyi taahhüt ediyordu. Hiçbir parasal varlığı olmayan Ankara Hükümeti’nin yaptığı bu milletlerarası anlaşmaların insani ve hukuki değeri ortadadır.
Mustafa Kemal tarafından 1921’de görevlendirilen Burdur Milletvekili İsmail Suphi (Soysallıoğlu), Buhara’ya gitmiş; Rusya’nın çeşitli yerlerine dağılmış olan tutsak askerlerin anayurda dönmelerini sağlamakla bizzat ilgilenmişti (Raci Çakıröz, Çarlık ve Bolşevik Rusya’da 10 Yıl, Belge Yayınları, 1990, s.47-97).
Vladivostok limanında biriken esirlerin Türkiye’ye dönüşü ancak 1921’de Türk Kızılay Cemiyeti’nin Japon Kızılhaçı’na para göndermesi ile sağlanan bir vapur (Heimei-Maru) ile mümkün olabilmiştir. Esaretten dönebilen subayları ise bir sürpriz beklemektedir: Ya baştan emekli edilmişlerdir (İhsan Paşa, Arif Baytın…) veya Divan-ı Harp’te yargılandıktan sonra emekli edilmişlerdir (Kaymakam Şerif İlden…).
Türkiye Büyük Millet Meclisi İcra Vekilleri Heyeti’nin 15 Mart 1923 tarihli toplantısında alınan karar ise şöyledir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi İcra Vekilleri Heyeti, antlaşma ile birbirine bağlı iki komşu devletin esirlerinin (gerek Bakü’den gerekse geniş bir alan olan Rusya’nın iç mıntıkalarından gelecek esirlerin) müreffehen sevkiyatları hususunun gereğinin acilen yerine getirilmesini ve neticenin bildirilmesini rica ederim” (İcra Vekilleri Reisi Mustafa Kemal).
Prof. Dr. Nuri Köstüklü’nün yaptığı çalışmaya göre; bu dönemde 25 bin civarında esirin yurda dönüşünün sağlandığı anlaşılmakla birlikte, 40 bin civarında Türk esirin akıbeti kesin olarak bilinmemektedir. Bu esirlerden izi kaybolup oralarda evlenip yerleşenler; bir iş bulup hayatını sürdürmeye çalışanlar, başka ülkelere geçebilenler olduğu gibi hayatlarını kaybetmiş olanlar da vardır. Cemil Kutlu’ya göre asker esirlerden ancak 20- 25 bin kadarı Türkiye’ye dönebilmiştir (Benim ailemden de Bardız köyünden (Erzurum-Şenkaya) sivil esir olarak götürülen 25 aile büyüğünden ancak 12’si geri dönebilmiş, 1 kişi ise orada kalmıştır.
Genç Cumhuriyet 7 Mart 1926’daki bir yasa çıkararak, elçilik ve konsolosluklar aracılığıyla Sovyetler’de kalan esirlerimizin yurtlarına dönebilmelerini sağlamaya çalışmıştır. Ülkenin o yokluk zamanlarında bile her fırsatta Kafkas cephesi esirlerine sahip çıkması büyük bir vefa örneğidir.
Esirlerimiz hakkında ne kadar yazsak azdır. Esaret hayatının dayanılmaz zorluklarından, salgın hastalıklardan, açlıktan ve gördükleri zulümlerden kurtulup harap olmuş köylerine dönmeyi başaran esirlerimizin pek çoğu; memleketlerine gelme sevincini yaşamaya doyamadan, birer deneyimli asker olarak Anadolu’ya geçip savaşmakta tereddüt etmemiş; genç Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Mustafa Kemal’in hassasiyetini karşılıksız bırakmamıştır.