Geçen aylarda Aslan Yürekli Richard’ın makus talihini anlatmıştım. Hani bu garibimi “Sen devam et biz arkandan geliyoruz” diye Haçlı seferine yollamışlardı da geride bıraktığı malına mülküne çökmüşlerdi; garibim de yollarda dönerken perişan olmuştu. Hah işte bu Richard’ın küçük kardeşi Yurtsuz John, hatırlarsanız Richard yola çıkar çıkmaz krallığa çökmeye kalkmıştı. Yurtsuz John’u da anlamak lâzım; küçük kardeş olduğu için babasından toprak kalmamış, bir de dalga geçer gibi adama “Yurtsuz” diye isim takmışlar. E o da hırs yapmış, abilerine bilenmiş.
Bu Yurtsuz John, Richard dönüş yollarında mahpus kalınca utanmadan “Hadi beyler rehine parası topluyoruz” diye vergi üzerine vergi bindirmiş. Hayır topladığı vergileri gerçekten fidyeye verse tamam da, onları da cebine indirmiş. Yanlış hatırlamıyorsam otoriteye karşı savaşan halk kahramanı Robin Hood figürü de bu dönemin ürünü. Zaten bir yerde eşkıyaların hikayeleri anlatılmaya başlanmışsa, anlayın ki orada halk yönetimden illallah demiştir.
Aklımda kaldığı kadarıyla Richard güç bela geri döndükten sonra yine de “Kardeştir, atsan atılmaz, satsan satılmaz” diyerek John’u affeder; krallığının Normandiya’daki topraklarını da az çok geri alır ama sefasını sürmeye ömrü yetmez. Richard’ın ardından tahta geçen John, şimdi nereden baksanız tatminsiz, kompleksli bir adam. Herhalde sürekli bir mağdur olduğunu, kendisine haksızlık edildiğini düşünüyor, komplekslerini gidermek için kardeşim dediği adamları (ki kardeşi neticede) satacak kadar hırslı. E bu kral olunca sapıtıyor tabii tahmin edebileceğiniz gibi.
Hayır içkisi falan olsa sarhoşluğu pis diyeceğim ama, bu çapsız John güç sarhoşu, kendini dev aynasında gören bir manyak. Tutturuyor “Vay atalarımızın topraklarıdır” diye (ki kendisi aslında İngiliz değil Fransız, zaten İngilizce bile bilmiyor herif) Normandiya’daki eski topraklarına kafayı takıyor. “Üç aya kalmaz Rouen Katedrali’nde pazar ayini yapacağız!” diye savaşa giriyor. Ama arkadaş, insan bunca böbürlenmeye karşın bu kadar mı basiretsiz olur? Dayak üstüne dayak yiyor, efelendikçe yeniliyor, eğer yanlış hatırlamıyorsam tek bir askerî zafer de elde edemiyor.
Yalnız bu savaş işi, kazanıyor olsanız bile bedava değil. Silahı var, askeri var, iaşesi var derken bizim eski adıyla Yurtsuz yeni adıyla da “yumuşak kılıç” John, yükleniyor vergiye. Bardağı taşıran son nokta hangisidir bilmiyorum; artık millî içki viskiye %225 vergi mi koydu, atı, eşeği olana özel tüketim vergisi mi bindirdi, o kısmı aklımdan çıkmış. Ama tüm derebeylerinin John’a karşı ayaklanması kuzeyden başladığına ve bu işin en başta gelen önderi de İskoç kralı Alexander olduğuna göre, gerçekten viskiye vergi koymuş olabilir. Malum, İskoçlar o devirde viskiye buz koyanı bile mancınığa bağlayıp okyanusa fırlatıyorlar (günümüzde sınırdışı etmekle yetiniyorlar).
E bu derebeylerine John’un vergilerinden iflahı kesilen şehirliler de katılıp adamlara surların kapılarını açınca, bizim bölgesel güç olma heveslisi John pes ediyor. Zaten bakmayın esip gürlediğine; hayatı boyunca ciddi bir rakibinin meydan okumasına karşılık verebilmiş değil, biraz korkak bir adam. Ama işte bu derebeyleri de John’un yıllarca esip gürlemesinden dolayı psikolojik olarak çekiniyorlar mıdır bilinmez, John’u devirecek yerde önüne bir anlaşma koyuyorlar. O da hepinizin çok iyi bildiği meşhur Magna Carta işte. Tabii maddelerden biri, kralın kafasına göre vergi koymasını engelliyor. Ama herhalde en önemli maddesi “Hiç kimse, hukuksuz bir şekilde tutuklanıp hapsedilemez, malına mülküne el konulamaz, sürgün edilemez” diyen ve hukukun üstünlüğüne göz kırpan madde.
Tamam, bu anlaşma dönem dönem çiğneniyor falan ama netice itibariyle bundan 803 yıl önce, tam da dergimizin bu sayısını okuduğunuz Haziran ayında imzalanıyor mu imzalanıyor. Hayırlı Haziranlar.