Kasım
sayımız çıktı

Bièvre: Paris’in içinde, kayıp ırmağın peşinde

Şehri “içeriden” tanıyanlar, bulanık bir biçimde olsa da, Bièvre ırmağının varlığına ve yokluğuna âşinadırlar. Versailles yakınlarından doğan, 32 kilometrelik güzergâhının sonunda Paris’e sokulan, Austerlitz köprüsü dolaylarında Seine nehrine dökülen ırmak, şehrin dibine gömülmüştür.

Baron Haussmann, benim gözümde ilk modernist lerin başında geliyor. Pa-ris’e yaşattığı büyük dönüşüm bütün Batı metropolleri için model oluşturmuş. Bir Ortaçağ kentini yokettiğini gözden kaçırmıyorum, yapıcılığı kadar yıkıcılığı öne çıkan bir devrimci -onu sevmiyorum.
150 yıl öncesinden bugünün şehrini tasarlayabilmesi olağanüstü uzgörü yeteneğini belgeliyor şüphesiz. Kendi içine kapanmış; geniş çapta sefalet koşullarına teslim olmuş bir kenti dibinden tutup sallamış; sıradışı yetkilerle tersyüz etmiş; geniş bir gelecek zaman öngörüsü içinde altyapı hazırlıklarını başlatmış; Paris’e nefes aldırmak ne kelime, ciğerlerini temizlemiş. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Baron Haussmann’ı sevmiyorum: Keşke “Ortaçağ Paris’i”ni yıkacağına, “Yeniçağ Paris’i”ni onun dışına, çevresine kursaymış.

Eski nehir, yeni yol! Bièvre Nehri’nin uzandığı eski yollar, Paris’in “modernleştirilmesi” süreci sırasında toprakla kapandı ve üstüne yeni yollar yapıldı. Bugün yol üzerindeki bir yazıyla anılıyor.

Yaklaşık 10 yıldır yarıyarıya Paris’te yaşama düzeni, V. bölgeyi bir tür mikroskopik prizmadan görmeme yolaçtı; burada da suların peşine takılmakta gecikmedim. Oturduğum semtin, semtin dar bir kesitini temsil eden mahallenin (Village Bas Mouffetard) tarihini sokak sokak katededurayım, bir noktadan sonra geçmişini kafamda yeniden kurma çabasını verdiğimi, onu eski boyutları ve özellikleri içinden algılamaya çalıştığımı gördüm.

Târik-i Dünya Kuyusu Sokağı (Rue du Puits de l’Ermite) bugün de adını koruyor ya, ona adını veren kuyu çoktan sırra kadem basmış. Hillairet’nin varlığına işaret ettiği, Rue Mouffetard 35 numaranın avlusundaki kadim kuyu da yakın zamanda kapatılmış. Şehrin en sevdiğim sokakları arasında yeralan Rue Amyot’un adı üç yüzyıl boyunca “Konuşan Kuyu Sokağı”ymış. Hikâyesi bir içim sudur: Adam, çok konuşan karısını kuyuya atmış, kadın orada da söylenmeyi sürdürmüş! Bir hikâye daha bekliyor o kuyunun tarihinde: Münzevi bir adam, 30 yıl boyunca güyâ dibinde yaşamış. Sokağın Rue Lhomond’a bakan cephesinde üç karışlık bir gölet var bugün, bilmem kuyunun yerini mi almış.

Şehri içeriden tanıyanlar, bulanık bir biçimde olsa da, Bièvre ırmağının varlığına ve yokluğuna âşinadırlar. Versailles yakınlarından doğan, 32 kilometrelik güzergâhının sonunda Paris’e sokulan, bugün Place d’Italie ile Mouffetard arasında kalan bölgeyi katettikten sonra Austerlitz köprüsü dolaylarında Seine nehrine dökülen ırmak, 700 yıllık ortak tarihlerinin ucunda şehrin dibine gömülmüştür.

Ben işte, nicedir, kerterizleri takip ederek, Bièvre kıyılarında dolaşmayı âdet edindim. Sesler, ağır kokular, gündelik yaşamdan silinmiş sahneler birikti içimde.

Rue de Bièvre’den tutkuyla sözettiğimi anımsayanlar olacaktır Paris tutkunları arasında. Saint-Germain bulvarından Seine kıyısına ulaşan, son dönemde François Mitterand’ın evi orada olduğu için adı sıkça anılan bu dar, uzun sokak gerçekten de pek alımlıdır. XIII. yüzyılda Dante buradaki bir evde konaklamış, rivayet doğruysa Commedia’sının ilk dizelerini, kıyısından ırmağın nehre süzüldüğü sokaktaki odasında kâğıda düşmüş. Neden bilinmiyor, sonrasında adı değişmiş sokağın; Rue de Bièvre adını 1636’ya dek (diyor Hillairet) şimdiki Rue des Gobelins devralmış; 350 yıl önce geri dönmüş sokak ismi, eski yerine yeniden oturmuş.

Şehri kucaklayan pis nehir!

Bièvre, kurutulmadan önce Paris’in yaşam dolu caddelerinin, sokaklarının arasından geçiyordu. “Hastalık tohumlarının 19. yüzyıl ortalarında köşesinde bucağında cirit attığı irinli bir yatak” haline gelmişti.

Sonuçta, yıllardır, bu iki sokak arasında mekik dokuyorum. “Kerterizler” dedim, sahiden de, şehrin zeminine mıhlanmış, dikkat kesilmedikçe gözden kaçabilecek, değirmi ve kare pirinç parçalar ırmağın seyir coğrafyasını gösteriyor bugün.

Bugün Haussmann’ın bir dizi geniş bulvar açarak soluklandırdığı bölgede Dün gizleniyor. Birinin ortasından deliyorum Zaman’ı ve ötekinin, yukarıdan aşağıya yönelen bir salınımla içine geçiyor, ne geçmesi, düşüyorum.

Irmak, Versailles yakınlarında birkaç kaynaktan gelen sularla doğuyor, 32 kilometre sonra Seine nehrine dökülüyor. Ortaçağ öncesinde, kıyısı boyunca salkım söğütlerin serpildiği berrak bir su. Şehre iki koldan girdikten sonra, Butte aux Cailles’dan Saint-Médard’a yöneliyor, iki kolu orada buluşuyor, oradan Seine’e doğru ilerliyor Bièvre. Pastoral bir evren. Kadınlar çamaşır yıkıyor, adamlar balık tutuyor, çocuklar yıkanıyor, ufarak kayıklar dolaşıyor üstünde. İlkyazdan güz sonuna bir cümbüş alanı. Kış aylarında zaman zaman taşkınlaşıyor.

17. yüzyıla dek süren bu görünümünün coşkulu tanığıyım, yürüyüşümde. Paris kapılarından birinden, şehir surlarının bulunduğu yerden sabah çıkıyorum yola, dura oyalana ilerliyorum Seine’e kavuştuğu noktaya dek, dere tepe düz gitme deyiminin hakkını veriyorum. Neden sonra değişiyor sahne: Artık Gobelins imparatorluğunun topraklarındayım, pastel renklerin yerini kopkoyu lekeler alıyor.

O tarihten başlayarak yazgısı dönüşüyor Bièvre ırmağının; bütün atıkların içine boca edildiği, hastalık tohumlarının 19. yüzyıl ortalarında köşesinde bucağında cirit attığı irinli bir yatak. Tabakhane işçileri, tabakhaneye bok yetiştirenler, kumaş fabrikasının boyacıları, kim ne döküntüsü varsa yüklüyor fakirin sırtına.

İnsanlık tarihinin ilk fotoğraf karelerinin Paris’te çekildiğini, şehrin çarçabuk yeni buluşun merkezi olduğunu biliyoruz. Kartpostal koleksiyonlarında rastladığımız Bièvre sahnelerinden izbelik fışkırıyor. Dikkatli bakana derin kokularını transfer edebilecek zenginlikte bir sefâlet kuşatıyor mahalleyi. Atkımı yüzüme sarmış, Butte’den Gobelins’e iniyor, oradan Saint-Médard’a uzanıyorum. Yeni bir çağın yeni fakirlerinin yarattığı acımasız tablonun bir ucundayım. Kaynaklar, kumaş atölyelerini kuşatan ve bugün elden geçirilmiş örnekleriyle karşılaştığımız konutlarda yaşanan düşkünlüğü betimlemekte zorlanıyor: Pislik diz boyu, çoluk çocuk balık istifi odalara doluşmuşlar, pek çoğu yatak döşek bulamamış, ahşap zeminin üstünde, tahtakurusu bit pire içinde uyumaya çalışıyorlar. Koku kokuyu kovalıyor burnumda, görüntüler üstüste binerek bulanıyor retinamda.

Versailles’da doğum Versailles yakınlarında birkaç kaynaktan gelen sularla doğan Bièvre, 32 kilometrelik bir yolculuğun ertesinde Seine Nehri’ne dökülüyordu.