Seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu günlerde… İlk üç kelimeyi internette “search” ettiğinizde, şu anki KKTC Başbakanı Tufan Erhürman’ın beş sene önce Yeni Düzen gazetesinde yazdığı nefis bir yazıyla karşılaşırsınız. Erhürman şöyle diyor:
“Satıh, yüzey demek, mail ise eğim. Bu durumda, seçim sath-ı mailine girmek, seçime doğru eğimi olan bir yüzeye girmek gibi bir anlam taşıyor… Seçim sath-ı mailine girildiği takdirde tüm konsantrasyon seçimin kazanılmasına odaklanır. Kazanmanın tek hedef olarak görüldüğü her ortamda olduğu gibi, bu durumda da, her yol mübah kabul edilecek, hedefe ulaşmak için seçilen yöntemlerin, ideolojiye, ilkelere, ahlaka uygun olup olmadığı, tali ve ancak (olabilirse) seçimden sonra değerlendirilebilecek unsurlar olarak algılanacaktı… Her toplumun da bir vasatı, bir ortalama insan tipi vardır. Bu ‘tip’ler bir araya gelirler ve toplumun en kalabalık kesimini oluştururlar. Toplumla ilgili başka birçok kararda olduğu gibi, seçimin sonucu üzerinde de belirleyici olan bu ‘vasat’tır. İşte seçim sath-ı mailine girildiği zaman seçimi kazanmak tek hedef hâline geldiğine göre, siyasi partilerin ve adayların programlarını ve sloganlarını belirlerken kullandıkları denek taşı bu ‘vasat’ olacaktır. Onların dışında kalanlar her durumda azınlıktadır ve azınlığın ne düşündüğü, ne beklediği önemli değildir”.
Erhürman’ın Kuzey Kıbrıs için sözünü ettiği “vasat”ın bile, bugün Türkiye için oldukça “seçkin” kaldığı ortada. Hele son zamanlarda bizdeki politikacıların demeçlerine bakınca, değil “vasat” neredeyse “trol” seviyesizliğinde bir ortama düştüğümüz anlaşılıyor. Ancak bu seviyesizliğin bile bir “karakter”i var. O da hep dediğimiz gibi reaktif yani “tepki verme” üzerine kurulu bulunması; düşman saydığı tarafa yönelik tutum alması, yayın yapması. Dahası, yapabileceği tek şeyin bu olması.
Tarih bize bu “trol karakteri”nin de, bunları kullanarak iktidar edenlerin de herhangi bir kültür, sağlam bir müessese ve doğal olarak kalıcı bir miras bırakamadığını gösteriyor. Umutsuzluk, güvensizlik ve alternatifsizlikle şişen bu anlayış, çeşitli kurnazlıklarla idare-i maslahat etmeye çalışır ve sonunda çöker, unutulur gider. Bize düşense, hak etmediği halde tarihimizin unutulanları arasına giren insanları, olayları ortaya çıkarmak; onların anı ve izlerini görünür kılmak.