Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tahtının varisi Arşidük Franz Ferdinand ve hamile karısını, güneşli bir 28 Haziran sabahında öldürür. Princip, ardından diğer suikastçı arkadaşlarıyla anlaştıkları gibi intihar etmeye çalışır. O sırada arkasında duran birisi engel olur ve 20 yaşından küçük olduğu için idam edilemez, hapse atılır. Savaşın bitmesine aylar kala hücresinde tüberkülozdan ölür. Tarih bize olguları veriyor ama insan yine de merak ediyor, Princip ölmeden önce ne düşünüyordu? Milyonlarca insanın öldüğü savaştan kendini ne kadar sorumlu tutuyordu?
Biliyoruz ki Büyük Savaşı başlatan tek bir kurşun değil. Tarih büyük generallerden, suikastlardan, taktiklerden, ölümcül teknolojilerden bahseder, ama savaşın gerçeği yine de bizden uzakta kalır. Yalnızca ölüm, pişmanlık ve acı değil, sevgi, cesaret, güzellik de yaşanır cephelerde. Siperinde bütün gece sabahı bekleyerek uykusuz kalan, sabah büyük olasılıkla öleceğini bilen bir askerin, güneşin doğuşuyla yeniden uyanan doğayı seyredip hayatında ilk defa yaşamın görkeminin tadını çıkardığını hayal edebiliriz ve bunun yaşandığını da biliriz içten içe. Büyük Savaş sırasında gönderilen milyonlarca mektubun taşıdığı hüznü, özlemi, komik ayrıntıları, dedikoduları ve kaybolup giden sayısız ayrıntıyı da hesaba katmalı. Valiant Hearts: The Great War (Cesur Yürekler: Büyük Savaş), savaş sırasında oradan buraya savrulan, yaralanıp hastaneye düşen, sevdikle- rinden ayrı kalan insanların hikayeleriyle dolu bir tarih dersi. Yıkık dökük apartmanlarda, siperlerde, savaş meydanlarında gezinip bulmacalar çözerken bir yandan da savaşa dair bir dolu şey öğreniyorsunuz. CC&C firmasının hazırladığı Apocalypse, World War I (Kıyamet, 1. Dünya Savaşı) adlı belgeselin renklendirilmiş fotoğraflarını ve verilerini kullanan Valiant Hearts: The Great War, yalnızca bir oyun değil, aslında bir tarih dersi de. Siperlerde bir köşede bulduğunuz, üzerine işenmiş bir bez parçasının derme çatma bir gaz maskesi olduğunu okuduğunuzda, kimyasal silahların ilk defa bu yoğunlukta kullanıldığı Büyük Savaş’a dair kolay kolay unutmayacağınız bir ayrıntıyı öğreniyorsunuz. Oyunun gizli kahramanı olan köpeği takıldığı dikenli tellerden kurtarmaya çalışırken, hem savaş meydanlarında kullanılan on binlerce köpeğin kaderine üzülüp, hem de savaşta ne kadar önemli roller oynadıklarını anlıyorsunuz. Üstelik bu kahramanların hepsinin hikayeleri yüreğinizin ayrı köşesine dokunacak güzellikte kurgulanmış.
Bir oyun olarak pek bir özelliği yok Valiant Hearts: The Great War’un, ama kocaman bir kalbi var. Bu kocaman kalbin arkasında da akıllıca kurgulanmış ve aklınızda yer edecek bir tarih dersi saklı.
Sovyetler’in iliklerine işleyen müzik
Demir Perde’nin ardında günün birinde, Moskova metrosunun karanlık bir köşesinde gizli bir alışveriş yapıldı. Birkaç rubleye karşılık Elvis Presley’nin Heartbreak Hotel parçasının basılı olduğu bir plağı satın alan Sovyet müziksever, bu kanundışı nesneyi parkasının kıvrımlarına gizledi. Evine gidip plağı yerleştirdi. Elvis’in hüzünlü sesi, isimsiz bir yoldaşın köprücük kemiklerinden yayılmaya başladı. Müzik, hastanelerin bir kenara attığı röntgen filmlerinden birine kayıtlıydı. O zamanlar Sovyetler Birliği’nde pop müziği dinlemek neredeyse imkansızdı. Batı kültürünün etkisini durdurmak için, “zararlı” olduğuna karar verilen her türlü eser yasaklanıyordu. Dünyayı yeni yeni kasıp kavurmaya başlayan Rock müziği de sansürlerden nasibini aldı elbette.
O tarihlerde Ruslan Bogoslowskij, Stanislaw Filon’un 1946’da Leningrad’da açtığı stüdyoya uğradı. Gündüzleri Sovyet hükümetini rahatsız etmeyecek tebrik mesajları ve küçük müzik kayıtları yapan stüdyo, akşamları Filon’un kendi keşfettiği bir cihazla yasaklı müzikleri gizlice kaydedip, el altından satıyordu. Ruslan, Filon’un bir türlü çözemediği sorununa ürpertici ve yaratıcı bir çözüm üretti. Plak yapmak için kullanılan malzeme zor bulunduğu için Filon talebi karşılayacak kadar müzik basamıyordu. Ruslan ise müziği hastanelerin bir kenara attığı röntgen filmlerine basmayı akıl etti.
Göğüs kafeslerine, kafatasları, akciğerler ve bacaklara basılan plakların çoğunda Batı müzikleri vardı. Duke Elligton, Elvis ve Beatles’ın notaları, Sovyet vatandaşların kemiklerinde hayat buluyordu. Sesler, özel bir cihaz aracılığıyla röntgen filmlerine aktarılıyor ve bu filmler tırnak makasıyla 23-25 cm çapında daireler halinde kesilip, ortaları sigarayla deliniyordu. Bu kayıtlara “roentgenizdat” (röntgen ve yayıncı kelimelerinden türetilmiş), “kaburgalar” ya da “kemikli Jazz” diyorlardı. Talep büyüktü ve Ruslan bu uğurda 15 yılda üç defa hapse girdi. Ama yılmadı. Bu yeraltı müzik akımının sonunu ise Sovyet hükümeti değil, o zamanların yeni teknolojisi kaset getirdi.
30’larda buldu Flaş baba oldu
MIT elektrik mühendisliği profesörü Harold Eugene Edgerton, hareket hâlindeki nesneleri ve olayları daha iyi gözlemlemek için1930’ların başında bir teknik geliştirdi. Stroboskopları, yani düzenli aralıklarla ışık veren lambaları kullanmaya başlayan Edgerton, birçok çarpıcı fotoğraf çekti. Saniyede 120 defa çakan bu cihazla çektiği fotoğraflar çok sayıda sanatçıya ilham kaynağı oldu. Edgerton, belgesellerinde kullanması için Jacques Cousteau’ya, icat ettiği bu elektronik flaş teknolojisinden faydalanan kamera ve radarlar üretti. Tarihe “Flaş baba” olarak geçti.