Ekim 2024 Sayımız Çıktı

İNSAN DOĞDULAR, İNSANÜSTÜ OLDULAR AMA İNSAN KALDILAR

Gizli korku ve isteklerini olağanüstü yeteneklere sahip kahramanlara yansıtmak, insanlar için her zaman bir ihtiyaç oldu. Bir zamanların destan kahramanları, bugün fantastik edebiyat, çizgi roman ve sinema karakterlerine dönüştü. Ama misyonu ne kadar değerli, kendisi ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir süper kahraman kusursuz değildi, hepsinin insani zaafları vardı.

Tarihî ve modern efsaneler

Yunan mitolojisine gö­re Akhilleus, Tesal­ya’daki Myrmido­nes’lerin kralı Peleus’un oğ­luydu. Ancak annesi Thetis bir su perisiydi ve oğlunun kendisi gibi ölümsüz olma­sını istediğinden doğar doğ­maz bir ayağından tutarak bebeği Styks ırmağına sokup çıkarmıştı. Ne yazık ki bu süper kahramanın büyülü suya girmeyen topuğu be­deninin diğer parçaları gibi ölümsüz değildi ve Akhilleus’un hayatı topuğuna gi­ren bir okla sona erecekti.

Süper ötesi kahramanlar Korfu’daki freskoda Akhilleus, Ak Devle savaşan Rüstem, ejderhayı öldüren Aziz Yorgo ve gücünü kaybeden Süpermen.

İsfendiyar, Firdevsi’nin Şehname’si sayesinde bugün de adı yaşayan bir süper kah­ramandı. Zerdüşt’ün gözde bir müridi olarak onun ta­rafından olağanüstü güçler­le donatılmıştı. Ancak Zer­düşt’ün mucizevi yenilmez­lik havuzuna daldığında, maalesef gözlerini kapatmış­tı. Sonunda ölümü gözlerin­den olacaktı: Rüstem’in fır­lattığı simurg tüyünden ya­pılma okla kör olup ölecekti.

Rüstem ve İsfendiyar

Rüstem, İsfendiyar’ı gözlerine ok atarak yeniyor (solda). İsfendiyar, vahşi hayvanlarla savaşıyor (Şehname, 16. yüzyıl). Her ikisi de yedişer sınavdan geçen bu iki kahramanın karşı karşıya gelmesi, Şehname’nin en önemli bölümlerinden biridir. İsfendiyar babasının zorlamasıyla Rüstem’i esir almak ister ama Rüstem İsfendiyar’ı gözlerinden vurur. İsfendiyar ölmeden önce Rüstem’e kendisini suçlamamasını, gerçek suçlunun babası olduğunu söyler.

Almanya ve İskandinav­ya’daki Nibelungen veya Volsung Sigurd efsanelerine göre, bir zamanlar Siegfried (veya Sigurd) diye bir kah­raman yaşıyordu. Bu kah­raman bir ejderha öldür­müş, sonra da onun kanın­da yıkanmıştı. Ne yazık ki, bu kanlı banyo sırasında bir yaprak sırtına yapışmıştı. Siegfried’in bedeninde yeni­lebileceği tek yer, sırtıydı.

Yüzyıllar sonra 1938’de yazar Jerry Siegel ve çizer Joe Shuster, Süper­men (Superman) adında bir çizgi kahramanın serüven­lerinin ilkini yayınladılar. Süpermen başka bir geze­gende dünyaya gelmişti ve kesinlikle yenilmesi müm­kün değildi. Bir süre sonra, yazar Siegel, yarattığı karak­terin kırılgan bir noktası, bir zaafı olması gerektiğini farketti; aksi takdirde okur­lar sıkıntıdan patlayacaklar­dı. 1943’te “kriptonit” adlı bir maddeyi öyküye soktu: Bu madde, Süpermen’in ge­zegeni Kripton’da bulunan bir radyoaktif elementti. Bu maddeden yayılan radyasyo­na maruz kaldığında Süper­men’in bütün doğaüstü gücü yok oluyordu.

Thetis oğlu Akhilleus’u Styks ırmağına sokuyor.

Goscinny ve Uderzo’nun ünlü çizgi roman dizisi Aste­riks’te (Asterix), Romalılar tarafından sarılmış bir Gal­ya köyünde, büyülü iksir bir kazanda pişirilerek hazırla­nıyordu. Bunu içen Galya­lı köylüler, “üç köpük içen Köroğlu” gibi insanüstü güç­lere sahip oluyordu, ancak bu güç geçiciydi. Obeliks ise küçükken bu kazana düş­tüğünden, onun güç kazan­ması için ikide bir iksirden içmesi gerekmiyordu. Bu hi­kaye yukarıdakilerin aksine mizahiydi. Ancak Obeliks’in aslında “ciddi” süper kahra­manlardan farkı yoktu, kü­çükken büyü kazanına düş­müş ve kalıcı bir insanüstü güç kazanmıştı.

Bu efsanevi kahraman­lar arasındaki ortak nokta çok açıktı: İnsan (ölümlü) olarak doğmuş, ölümsüzlüğe ve yenil­mezliğe ulaşmak için tanrı­sal bir suya girmişti; ama son derece sıradan, insani neden­lerle bedenlerinin bir parça­sı açıkta kalmıştı. Bu yüzden ölümsüzlüğe ulaşamamış, tan­rılaşamamışlardı. Hepsinin de insani, ölümlü ve zayıf bir noktaları vardı.

Bazen bu kahramanların anlı şanlı ailevi kökenleri ola­bilirdi. Örneğin en eski efsa­nelerden birine adını veren Gılgamış bir süper kahraman­dı ama, üçte iki tanrı, üçte bir insandı ve ölümsüzlük peşin­deki yolculuğu ölümlülüğü ka­bul etmesiyle sonuçlanıyordu. Hayalî kahramanların öykü­lerini dinleyenleri, okuyanla­rı ve seyredenleri yüzyıllarca cezbeden, onlarla özdeşleşme­lerini sağlayan, işte bu kusurlu yanlarıydı.

Herakles’in 12 işinden biri: Kyrenitis adlı geyiği öldürüyor. Adolf Schmidt’in resmi (19. yüzyıl).

Dünyanın çeşitli toplum ve dönemlerini kapsayan bu öy­külerdeki ortak özellikler, İs­viçreli düşünür, psikiyatri ve psikolojinin babalarından Carl Jung’un “ortak bilinçaltı” ku­ramını geliştirmesine yol açtı. Ona göre “kahraman arketipi”, insanoğlunun ortak bilinçaltı­nın bir ürünüydü. Ortak kor­ku, kaygı ve isteklerimizi ifade ediyordu. Bu görüşe dayanan Amerikalı düşünür ve mito­loji uzmanı Joseph Campbell 1949’da Bin Yüzlü Kahraman (The Hero with a Thousand Faces) adlı kitabını yayınla­dı. Bu kitapta bütün mitoloji­lerin ortak noktalarını arıyor, “kahraman”ın binbir yüze sa­hip olsa da, aslında tek bir ar­ketipe indirgenebileceğini öne sürüyor, onun serüvenini 17 adımda özetlemeye çalışıyor­du. Bu kitabın etkisi büyük ol­du. Örneğin “Yıldız Savaşları” filmlerinin yaratıcılarından George Lucas, fantastik öykü­sünün ana hatlarını oluştururken Campbell’den esinlendiği­ni belirtti.

Süper kahraman, bir tan­rı değildi. Hatta çoğu zaman sıradan bir insanoğlu olarak dünyaya geliyordu. Zor koşul­lar altında doğup büyüyordu. Annesinin emziremeden öldü­ğü, hayvanların sütüyle besle­nerek hayatta kalan kahraman hikayeleri çoktu. Bir yetim ve­ya yoksul bir ailenin çocuğu olarak büyüyen genç, ergen­lik çağına tam ulaştığı sırada bütün yaşamını değiştiren bir olayla karşılaşıyordu. Örneğin Anadolu’da anlatılan Köroğlu öykülerinden birinde olduğu gibi: Babası Bolu beylerinin atlarından sorumlu imrahor olarak çalışan genç Ali (yaşı yöreye ve hikayeye göre 12-15 arasında değişiyordu), babası­nın gözlerine haksız yere mil çektirilip kör edilince, bu ada­letsizliğe isyan ediyor ve süper kahramanlığa doğru yolculuğu başlıyordu. Bir bey veya kralın haksız, adaletsiz yönetimi ne­deniyle düzeni temsil eden kö­yü ve kenti bırakıp, doğa yasa­sının geçerli olduğu dağlara ve kırlara kaçan süper kahraman tipi, bütün kültürlere özgüydü. Bu nedenle Köroğlu destanı­nın bazı kollarına göre bu kah­raman Celâlî isyanları döne­minin bir tipi olarak karşımıza çıkıyordu. Kısacası, İngilte­re’de köylü ayaklanmalarıyla geçen Ortaçağ’ın son yılların­da baladları söylenen Robin Hood’dan pek farkı yoktu. Kahramanı yolculuğa çı­karan, büyük dönüşümünü başlatan kıvılcım, kendisinin veya ailesinin uğradığı haksız­lık olabilirdi; ama bu yeterli değildi. Bir de hedefi, misyo­nu olmalıydı. Bu misyon bazen Odysseus gibi evine dönmek, bazen halkı haksızlıklara karşı korumak, kimi zaman sadece şöhret kazanmak, bazen de di­nin hizmetinde savaşmak ola­bilirdi. Hatta bazı öykülerde kahramanın hedefinin gerçek­leşmesi imkansızdı. Güneşe ulaşmak, ölümsüzlüğe kavuş­mak gibi haddini aşan hedef­lere odaklanan kahramanların başarıya ulaşması mümkün değildi. Bu durumda, yolculu­ğun kendisi bir hedef haline geliyordu.

Digenes Akritas ve Battal Gazi Yarı Rum yarı Arap Digenes Akritas ile Emevilerin kölesi olarak doğan Battal Gazi, Arap-Bizans savaşları sırasında ortaya çıkmıştır. Her ikisi de aynı kahramanın iki versiyonudur.

Ortaçağ boyunca Hıristi­yanlık ve İslâmiyet öğeleriyle dolu pekçok süper kahraman ortaya çıktı. Bu kahramanları harekete geçiren neden diniî inançları, ulaşmak istedikleri amaç ise Tanrı’nın sevgili ku­lu olmaktı. Anadolu’daki Bat­tal Gazi (Delhemma ve Dige­nes Akritas destanları) gibi ilk gazi efsanelerinin, sonraki alp efsanelerinin başlıca te­malarından biri buydu. Hıris­tiyanların tarafında ise kutsal kâse peşinde koşan Percival/ Perceval gibi kahramanlar yer alıyordu.

Her iki dinin en büyük isimleri de halk efsanelerine konu oldular. Hıristiyanların en önemli azizlerinden Kapa­dokyalı (veya Kudüslü) hatip Yorgo, öyküye göre bir gün Li­bya’daki Silenos kentine geldi. Halkı perişan eden, her gün iki koyun yiyen ejderhayı kılıcıyla öldürdü ve bütün halkın vaftiz olmasını sağladı.

Hz. Ali’nin ejderhayla cen­gi de Anadolu’da destanlara konu olmuş, hatta Evliya Çe­lebi’nin Seyahatname’sine bile girmişti. Bunlardan 15. yüz­yılda Kirdeci Ali’nin yazıya geçirdiği düşünülen Destan-ı Ejderha’ya göre, yedi başlı otuz iki dişli, günde elli deve yiyen bir ejderha peydah ol­muştu. Bunu duyan sahabeler hemen yola koyuldular. Ancak Zülfikâr adlı kılıcıyla ejder­hanın üzerine atlayan Hz. Ali bile başarılı olamadı, çün­kü peygamberden izin alma­mıştı. Cebrail hemen gökten yere indi, peygambere gitti, o da atına atlayıp geldi. Onu gö­rünce herkesin cesaret buldu. “Ya Ali” dedi Hz. Muhammed, “Zülfikârı sal, ejderhadan öcü­nü al”. Hz. Ali salavat getirip bir kere vurdu, ejderha iki par­çaya ayrıldı.

Gılgamış destanı Üçte iki tanrı, üçte bir insan olan Uruk Kralı Gılgamış, ebedi gençliğin sırrını keşfetmek için dünyanın öbür ucuna kadar gider ama başarılı olamaz.

Kahraman üstün güçlere, güçlü rehber ve yardımcılara, haklı bir davaya sahip olabilir­di ama yine de ölümlü, kusur­lu ve eksikti. Kısa bir süre için şeytana ayak uydurduğunda, yanlış bir yola saptığında, hat­ta ufak da olsa bir hata yaptı­ğında, dinleyenler, okuyanlar, seyredenler daha çok zevk alı­yordu. Örneğin Gılgamış aşı­rı derecede gururluydu, hatta öykünün başında Uruk halkı­nın yaka silktiği, yeni gelin­lerin peşinde koşan, şımarık bir prensti. İlyada destanının belki en “süper” kahramanı olan Akhilleus da gururluydu, sinirliydi, alıngandı. Troya’yı kuşatan Akhaların ordusuy­la birlikte yola çıkmıştı; ama bir kız yüzünden orduların başkomutanı Agamemnon ile çatışmış, çadırına kapanarak savaşmayı reddetmişti. Onu çadırından çıkaran, sevgili dostu Patroklos’un öldürül­mesi olmuştu. Troya Kra­lı Priamos’un oğlu Hektor’a meydan okuyuşu, teketek dö­vüşe çağırışı, Akhaların kuşat­masına destek vermek değil, arkadaşının intikamını almak istemesinden kaynaklanıyor­du. Yenilen Hektor, son anda ona cesedini anne babasına teslim etmesi için yalvarır­ken, Akhilleus “döşeğine yatıp ağlayamayacak seni doğuran; köpekler, kuşlar yiyecek bede­nini!” diye hırlamıştı. Akhil­leus’un merhamet göstermesi için Hektor’un yaşlı babasının önünde yerlere kapanıp ağla­ması gerekmişti.

Yunan-Roma mitolojisi­nin büyük süper kahramanı Herakles’in öyküsü de ilginç­ti. Herakles serüvenine aslın­da bir karşı-kahraman olarak başlamıştı. Bir delilik anın­da karısı Megara’yı, oğlunu ve kızını öldürmüştü. Kendine geldiğinde duyduğu derin piş­manlık, ona doğru yolu gös­termişti. Başarıyla verdiği 12 sınav, aslında Herakles’in öde­diği kefaretti.

Don Kişot

İspanyol yazar Cervantes, Don Kişot’un ilk kitabını yayınladığında o kadar büyük bir ilgi gördü ki, kahramanın maceralarını yazmayı sürdürdü. Don Kişot’un en bilinen serüveni, yeldeğermenleriyle yaptığı savaştı.

Kahramanla karşı-kahra­man arasındaki fark, ince bir çizgiden ibaretti. Baştan çı­karılması, şehvete veya gücün sarhoşluğuna kapılması an meselesiydi. Baştan çıkarma işini bazen bir kadın üstleni­yordu. Evine dönmek için yola koyulan Odysseus’u esir alan Kirke, Haçlı Seferi için gittiği Doğu’da Orlando/ Renaud/ Ri­naldo adlı şövalyeyi büyüleyen Armida/ Alcina, kötü güçle­rin emrinde birer büyücüydü. Kahramanların önce bu bü­yüye kapılıp sonra titreyerek kendilerine dönmesi, epik yol­culuklarının bir parçasıydı.

Yolculuk zaten bir dizi sı­navdan ibaretti. Kimi hika­yelerde bu sınavlar bir liste halinde açıktan açığa kahra­manımızın eline veriliyordu. İsfendiyar çeşitli kurt, ejder­ha, aslan, simurg ve büyücüle­ri öldürdükten sonra, bir çöl­den geçmek ve üç gün boyunca fırtınaya dayanmak gibi yedi görevi başarıyla yerine getir­miş, ancak ondan sonra yenil­mez kaleye girebilmişti. Rüs­tem, ordusuyla birlikte devlere esir düşan Keykâvus’u kurtar­mak için aynen onun gibi yedi sınavdan geçmişti. Herakles ise aralarında elma ve koyun çalmak, kuş, aslan, boğa vb. öl­dürmek gibi görevlerin de bu­lunduğu 12 işi tamamlamıştı. Bu sınavlar, bir yandan da öy­kü karakterinin büyümesini, olgunlaşmasını, bilgeliğe eriş­mesini, kendisini dönüştür­mesini, kısacası kahramanlaş­masını sağlayan birer araçtı.

Cervantes, Don Kişot’un (Don Quijote de la Mancha) ilk kitabını 1605’de yayınladı. Yukarıda anlattığımız türden hikayeleri okuya okuya dün­yasını şaşıran elli yaşlarında­ki Alonso Quijano, tıpkı süper kahramanlar gibi bir at (ke­mikleri sayılan Rosinante), bir yardımcı (şişko Sancho Panza) ve bir zırh edinerek yollara düşüyor, önüne geleni “kurtarmaya” kalkıyordu. An­cak bu hikayede herşey ter­sine işliyor, bütün efsaneler yıkılıyor, yenilmesi gereken bütün devler sıradan değir­menlerine dönüşüyordu. Don Kişot’un durumu, bir anlam da “tüfek (modernite) icat oldu mertlik bozuldu” diye­rek sır olup kırklara karışan Köroğlu’nunkine benziyordu.

“İlk modern roman” deni­len Don Kişot’la, yani modern zamanların kapıyı çalmasıy­la en azından Avrupa’da süper kahramanların sonu mu gel­mişti? Bu soruya evet cevabı­nı vermek kolaysa da, aslında sonu gelen kahraman tipi de­ğildi. Modern çağda çocuklar peri masallarını ve çizgi ro­manları, yetişkinler doğaüs­tü güçlere sahip olmasa bile yine de “süper” sayılabile­cek kahramanların öykülerini okumaya devam etti. Örneğin Yaşar Kemal’in 1955’te ya­yınladığı İnce Memed, yeni­den anlatılan epik bir süper kahraman hikayesiydi; Ab­di Ağa adlı bir beyin zulmü­ne uğrayarak dağa çıkan genç delikanlının misyonunu ta­mamladıktan sonra “bir kara bulut gibi köyün içinden sü­zülüp gözden yitmesi,” bir da­ha ondan haber alınamaması, Anadolu destanlarının birçok özelliğini barındırıyordu.

Günümüzde insanlığın yüzlerce yıldır aşina oldu­ğu destanları yeniden kale­me alan fantastik edebiyatın ve çizgi roman karakterlerin­den esinlenen yüksek bütçe­li filmlerin gördüğü ilgi, süper kahraman arketipinin hâlâ yaşadığını gösteriyor. Bugü­nün okurları, artık Donkişot gibi devlere ve ejderhalara inanmıyorlar ama yine de al­nında kader çizgisini göste­ren bir yara iziyle doğan Harry Potter’ın (yedi romanlık dizi, 1997-2007) “kötülüğü” yenme misyonuyla çıktığı yolculu­ğu heyecanla izlemeye devam ediyorlar.

HER ADIM BİR SINAV

Süper kahramanın 17 aşamalı yolculuğu

Baştan çıkarma Ortaçağ resminde Odysseus, büyücü Kirke’nin eline düşüyor.

1- Maceraya Çağrı: Bir insanın yaşamını temelden değiştiren olay.

2- Çağrının Reddi: Müstakbel kahraman, kendisine yapılan çağrıyı önce reddeder. Korkar veya mevcut yaşamındaki görevlerini öne sürer.

3- Doğaüstü Yardım: Sonunda kahraman yolculuğuna başlar. Ona doğaüstü bir rehber yar­dım eder.

4- İlk eşik: Bu ilk sınavda kahra­man bilinmeyen bir dünyaya girer.

5- Balinanın Karnı: Kahra­manın en kötü anıdır. Ancak bu noktada yeni bir benliğe kavuşmayı kabul eder.

6- Sınavlar Yolu: Sınavlar yolu önünde açılır. Bunlar kahra­manın dönüşmesi için bir dizi görev veya zorluktur.

7- Tanrılarla Buluşma: Tanrı veya tanrılar, koşulsuz sevgi ve kahramanın kendi kendisiy­le barışmasını temsil eder.

8- Baştan Çıkarıcı Kadın: Kahra­manı yolundan döndürmek için karşısına birçok hile ve büyü çıkar. Kadın baştan çıkarma metaforudur.

Bin Yüzlü Kahraman’ın ilk basımı, 1949.

9- Babayla Karşılaşma: Kahra­man kendi üzerinde en büyük güce sahip kişi/kurum/olay/ şeyle yüzleşir. Baba figürü bunun simgesidir.

10- Zirve noktası: Kahraman tanrısal özellikler kazanır.

11- Son Lütuf: Yolculuğun misyonu gerçekleşir, aranan şey bulunur.

12- Dönmeyi reddetmek: Kahra­man ulaştığı zirve noktasından geriye dönmek istemez.

13- Sihirli Uçuş: Bazen kahraman ulaştığı “şey”den kaçmak zorun­da kalır; dönüş yolculuğu gidiş kadar tehlikeli olabilir.

14- Kurtulma: Kahraman eğer yaralanmış veya zayıflamışsa reh­berlerinin desteğine ihtiyaç duyar.

15- Dönüş Eşiği: Kahraman geri dönerken, arayış sırasında ka­zandığı bilgeliği kaybetmemek zorundadır. Bu da bazen çok zor olur.

16- İki Dünyanın Efendisi: Kah­raman, maddi ve ruhani dünya arasında bir denge bulmalı, her iki dünyaya da egemen olmalıdır.

17- Yaşama Özgürlüğü: Kahra­man ulaştığı bilgelik sayesinde ölüm korkusundan kurtulur, dö­nüşünde de yaşama özgürlüğüne sahip olur. Artık ne geçmişten pişmanlık duyar ne de geleceğe bel bağlar.  

ÇİZGİ ROMANDAKİ TARİH

Kaptan Amerika: Bir süper vatansever

Kaptan Amerika komünistlere karşı

Çizgi roman kahramanı Kaptan Amerika’nın Hitler’i yumrukladığı ilk sayı, 1941. Soğuk Savaş döneminde Kaptan Amerika komünistlerle mücadele ediyor.

Amerikalı tarihçi Bradford Wright’ın Comic Book Nation (2001) adlı kitabına göre, süper kahramanların maceralarını anlatan “re­simli romanlar tarihtir”, 20. yüzyıl Amerikan tarihine bir pencere açarlar. “Bir dünya görüşünün çerçevesini çiz­meye yardım etmiş, onlarla büyüyen kuşakların özbilinci­ni tanımlamışlardır”.

Bu kahramanlardan biri olan ve son yıllarda filmleri Türkiye’de de ilgiyle izlenen Captain America’yı (Kaptan Amerika) örnek alalım. Karak­ter, 2. Dünya Savaşı sırasında doğdu. ABD savaşa girmeden dokuz ay önce yayınlanan ilk sayının kapağında (Mart 1941) Kaptan Amerika, Hitler’in suratına yumruğu yapıştırı­yordu. Bu kahraman, Steve Rogers adıyla New York’ta İrlandalı bir göçmen çocuğu olarak doğmuştu. Prof. Josef Reinstein’ın yönettiği bir bilimsel deneye katılmış, süper asker serumunu kendi bede­nine enjekte edince güçlü bir erkeğe dönüşmüştü. Gestapo Prof. Reinstein’ı öldürmüştü ancak Steve Rogers Amerikan bayrağının renk ve simgelerini kuşanarak ABD’yi korumayı görev edin­mişti. Yaratıcısı Jack Kirby “Amerika’nın bir süper vatansevere ihtiyacı vardı” diye yazıyordu.

Soğuk Savaş döneminde Kaptan Amerika “komünist avcısına” dönüştü. Göğsünde kırmızı bir orak-çekiç bulunan kötülük simgesi Elector’a karşı savaştı. Ancak ünlü kahraman 1960’la­rın sonunda Vietnam savaşı konusunda sessiz kaldı. Water­gate skandalı sırasında kendisini “göçebe, ülkesiz insan” olarak tanımladı. 21. yüzyıl başında ona yeni bir rol bulmak çok zordu. Dizinin yazarı Ed Brubaker şöyle açıklıyordu: “Solcu hayranları, Kaptan’ın sokak köşelerinde George Bush yönetimine karşı nutuk atmasını istiyor, sağcı hayranları ise Bağdat sokakların­da Saddam Hüseyin’le savaşma­sını…” Bu nedenle Mart 2007’de yayınlanan bir sayıda yazarlar onu öldürdüler. Ancak 2009’da yeniden dünyaya geldi çünkü 2008 ekonomik krizi, bu “vatan­severin” dönüşü için uygun bir ortam yaratmıştı.

KIRAT’TAN BATMOBİLE’A

Kahramanın yoldaşları: Önce atlar, sonra arabalar

Süper kahramana yolcu­luğu sırasında doğaüstü güçlerle donanmış pek çok yaratık yardım eder. Eski ef­sanelerde bunlar çoğu zaman hayvanlar, özel olarak da attır. Kahramanın atını, daha doğrusu atın kahramanını seçmesi, sık sık tekrarlanan bir kalıptır. Örneğin Plu­tarkhos’un (MS 1. yüzyıl) anlattığına göre, Makedonya Kralı Filip’e kimseyi sırtına bindirmeyen genç bir vahşi at getirirler. Kralın 12 yaşındaki oğlu İskender, babasından izin isteyerek atın üzerine atlar. Bukephalus adlı at, onu kabul eder. Bu öyküde, gerçek bir tarihî kişilik olan Büyük İskend­er, artık efsaneleşmiş bir süper kahramandır; Bukephalus ise bu efsanenin bir parçasıdır.

Batman için özel olarak tasarlanmış “Batmobile” adlı aracın, Köroğlu’nun atı Kırat’tan farkı yoktur: Her ikisi de kahramanın hayatını kurtarır.

Aynı öyküyü Şehname’de okuruz: Zal, küçük oğlu Rüstem’e uygun bir at bulmaya söz verir. Rüstem, kimseyi yanına yaklaş­tırmayan Rahş’ı seçer ve ona bin­meyi başarır. Köroğlu’nun Kırat’ı da böyle bir öyküyle hikayenin parçası olur: Beyin beğenmediği tayı karanlıkta büyüten delikanlı, onunla adeta bütün­leşir. Kırat pekçok kere Köroğlu’nun hayatını kurtaracaktır. İşte çağımız süper kahramanlarının, örneğin Batman veya James Bond’un olağanüs­tü teknolojik özelliklere sahip otomobilleri, eski kahramanların atlarından farksızdır.