Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunan 16 Türk Devleti, yakın zamanda üniformalar ve canlandırmalarla resmî kabul törenlerine de yansıdı. 1969’da başlayan tartışmalar alevlenerek sürerken, tarihe bakışımızdaki zihniyet, bilimsellikten daha da uzaklaşıyor.
KAHRAMAN ŞAKUL
Cumhurbaşkanlığı forsu 1934’te kanunlaşır. 35 sene sonra 1969’da, Akib Özbek, Türkiye Cumhurbaşkanlığı Forsu ve Taşıdığı Anlam isimli kitabında bu yıldızların Türk devletlerini temsil ettiğini söyler ve günümüze dek bitmeyen bir tartışma başlar. Bugünse, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı bünyesinde devlet protokolünde kullanılmak üzere eski Türk devletleri temalı bir tören kıtası oluşturma çabalarını gözlemlemekteyiz. 30 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı resepsiyonunda tarihte Türk ordularının kullandığı 21 farklı üniforma Muhafız Alayı’ndan seçilen erlerce giyilmiş ve davetlilere sergilenmişti. Daha sonra Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın 12 Ocak 2015 tarihli karşılama töreninde ‘16 Türk Devleti’ni temsilen tarihî üniformalar giydirilmiş 16 asker ‘Ak Saray’ tabir olunan yeni Cumhurbaşkanlığı konutunun merdivenlerine dizilerek değişik bir görüntü sergilediler.
Altın elbiseli adam
Kazakistan’ın Almatı kentindeki MÖ 4.-3. yüzyıla tarihlenen Issık kurganında muhtemelen bir Hun liderinin iskeleti, altın kıyafeti ve kılıcıyla bulunmuştu. “Altın Elbiseli Adam” bugün Margulan Arkeoloji Enstitüsü’nde sergileniyor. Oysa Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki “tarihî tören kıtası”nın kıyafet tasarımları bilimsel araştırmalardan nasibini almamış görünüyor.
En son 14 Ocak 2015 tarihinde Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in karşılanma töreninde bu giydirilmiş askerler tören kıtası olarak kullanıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kıtanın önünden geçerken Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Bandosu’nun çaldığı müzik ise TRT 1’de yayınlanan “Ertuğrul-Diriliş” dizisinin jenerik müziğiydi. ‘Bir kısım medya’ tarafından derhal ‘Diriliş Marşı’ ilan edilen bu jeneriğin marş formuyla hiçbir alakası bulunmadığı gibi AKP’nin seçim şarkısı olarak da kullanılan meşhur “Dombra” şarkısını andırdığı da yazılıp çizildi.
Forsun ortaya çıkış hikayesi gizemini korumaktadır. Cumhurbaşkanlığının resmî yayınları forstaki yıldızların tarihteki bağımsız 16 büyük Türk Devletini simgelediğini iddia etse dahi, “Cumhurbaşkanlığı Forsunun bugünkü biçimiyle ilk kez hangi dayanağa bağlı olarak ve hangi gerekçelerle kabul edildiği ve kullanılmaya başlanıldığına ilişkin resmi bir kayıt ve belge saptanamamıştır” demek suretiyle kendisiyle çelişmektedir.
Atatürk’ün talimatı mı?
Halen kullanılmakta olan forsa benzer bir flama Mustafa Kemal’in 1922’de İzmir’e girerken otomobiline çekilmişti. 29 Mayıs 1936 tarihinde ise Türk Bayrağı Kanunu ve 14 Eylül 1937 tarihli Türk Bayrağı Nizamnamesi ile mevcut fors yasal bir çerçeveye kavuşturuldu.
İstanbul Deniz Matbaası baş ressamı Hüsnü Tengüz’ün oğlu Ahmet Tengüz, dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’e konuya ilişkin bir mektup yazarak forsun üzerindeki armayı babasının tasarladığını iddia etmiştir. Buna göre, Hüsnü Tengüz, Atatürk’ün talimatı üzerine armayı bir gecede çizmişti. 1950’de vefat eden Tengüz tasarımındaki güneş ve yıldızların ne anlama geldiğini anlatmadığı için konu muallakta kalmıştır.
Fevzi Kurtoğlu Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadığı bir tarihte, 1938’de, forstaki güneş ve yıldızların sembolik olduğunu ifade etmişti; sol üst köşesinde “altın yaldızla 16 kıta beş köşeli yıldızın teşkil ettiği dairenin ortasında 16 şualı bir güneş motifi resmedilmiştir.” Forsun üzerinde “yüzlerce asırlardan beri Türk hükumet reislerinin sembolü olan güneşin altın ışıklarını serpmekte olduğu görülür.” Eğer forstaki arma gerçekten 16 tane Türk devletini birebir temsil ediyor olsaydı, muhtemelen en başta Atatürk, Kurtoğlu’nun bu görüşüne itiraz ederdi. Nitekim Türkçülüğün yetiştirdiği en meşhur adamlardan Nihal Atsız dahi 1969 senesine dek bu yıldızların 16 Türk devletini temsil ettiğini bilmediğini şaşkınlık ve kızgınlıkla ifade etmiştir.
1987’de Türk Tarih Kurumu üyelerinden “16 Türk Devleti” konusunda yazılı görüş istenmişti. TTK üyesi Türkolog Bahaeddin Ögel yazılı görüşünü üst makamlara sunmuş ve bunun bir özetini de bir makale yazarak kamuoyu ile paylaşmıştı. Ögel makalesinde ‘16 Türk Devleti sembolü’ üzerine dönen tartışmalara tepki göstermiştir. Zira, “Türk milleti, uzun ve şanlı geçmişi ile birlikte, bölünmez bir bütündür ve Cumhurbaşkanlığı forsu bu birliğin sembolüdür.” Ne var ki, Ögel kendi bakış açısını temellendirirken sembolün keyfiliğini kabul eder: “16 sayısı itibaridir. Yarım yüzyıl önceki bilgiler ile Türk devletleri böyle sayılmıştı. Aslında bu sayı, devlet anlayışına bağlıdır. Beylikleri de bir devlet sayarsak bu sayı belki 200’ün üzerine bile çıkabilir… 16 Devlet’e gelince, bu da itibaridir. Atatürk çağındaki bilgi ancak bu kadardı. Önemli olan ‘Türk devletlerinin birbirinin benzeri ve devamı oldukları’dır.
Ögel’in bu yorumu oldukça zorlamadır. Çünkü, Atatürk döneminde de Anadolu Selçukluları ve ’16 Türk devleti’ tezinde kendine yer bulamayan diğer birçok devlet Türk olarak bilinmekteydi. Fakat, Cumhurbaşkanlığı dahil tüm resmî yayınlar Ögel’in tezinin resmî söylemde kabul gördüğünün bir delilidir.
Fevzi Kurtoğlu’nun öğrencisi Coşkun Üçok, bu tartışmalara binaen aynı sene yayınladığı makalesini “Cumhurbaşkanlığı forsundaki güneş Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, Devlet başkanlığının sembolüdür. Çevresindeki 16 yıldız da süsten başka bir şey değildir” diyerek bitiriyordu. Kanımızca haklı olan bu görüşü daha da derinleştirmek şarttır. Tarihimizde kullanılan sancak ve bayrak formlarına şöyle bir göz attığımızda Cumhurbaşkanlığı forsundaki arma formunu açıklamak hiç de zor değildir.
Osmanlı güneşi
III. Selim zamanından bu yana sancak ve bayraklarda yapılan değişikliklere rağmen padişah ve hanedana ait sancaklarda güneş sembolü mütemadiyen bulunur. Örneğin, Atlas-ı Kebir tercümesinin (1803) ilk sahifesindeki kompozisyonda tuğranın sağ üst köşesinde parlayan güneş seçilmektedir.
Genel kompozisyon, ileride kabul edilecek olan arma-i Osmani’nin bir öncülüdür. Osmanlı sancak, arma ve forslarında güneşten etrafa serpilen şualar (ışın) şekli kullanılmıştır. Meşrutiyet ve Cumhuriyet rejimlerinin kullandığı forslarda bizim yıldız dediğimiz şekillere “şemse” denir. Kurtoğlu’nun belirttiği gibi “şems” Arapça güneş demek olduğuna göre bu şekilleri yıldız yerine güneşin serpintileri olarak yorumlamak gerekir.
TC’nin kabul ettiği kırmızı zemin üzerine beyaz ay-yıldızlı bayrak, ilk olarak III. Selim’in modern donanmasında sancak olarak kabul edildi; Kurtoğlu’na göre ay-yıldız formunu muhtemelen III. Selim şehzadeliğinde kafes hayatı sürdüğü esnada kendi icat etmişti. Bu sancakta hilal doğan/yükselen ay formunda olduğundan yıldız hilalin soluna düşmekteydi; bu, sekiz köşeli bir yıldızdı. bu ay-yıldız formu III. Selim’in tuğrası içerisinde kullanıldığı gibi (Kostantin Kapuğdağlı’nın III. Selim portresi) toplarının namlularına de nakşedilirdi.
Şimdiki bayrağımızın hilali, batan ay şeklinde olup, haliyle yıldız hilalin sağına alınmıştır. Abdülmecid devrinde (1844) yıldızın şuaları, yani köşeleri, kesinkes 5’e indirilerek bugünkü görünüme kavuştu. Abdülaziz ve Abdülhamit devirlerinde de hilal stilize edilerek uçları kapalı hale getirildi. Güneş ve serpintilerinden oluşan kompozisyon III. Selim devrinden itibaren birçok Osmanlı madalyasında da kullanılmıştır.
Forsu efsaneye uydurmak
16 rakamının Türk mitolojisinde sembolik bir değeri olduğu ve bir çok Osmanlı sancağında 16 tane güneş ışını demeti bulunduğu söylenegelmiştir. Halbuki, 1978’e kadar Cumhurbaşkanlığı forsundaki güneşin 10 tane oval başlı uzun ışın demeti, 10 tane de sivri uçlu kısa ışın demeti vardı. 18 Şubat 1978’de ise belli ki artık çok moda olan 16 devlet efsanesine forsu uydurmak maksadıyla kısa ve uzun ışın demetlerinin sayısı toplam 16’ya düşürüldü ve tamamının uçları sivri (üçgen biçiminde) olarak yeniden tasarlandı.
Bu haliyle Cumhurbaşkanlığı forsu, Osmanlılardan beri kullanılagelen sancak, bayrak, arma, fors ve madalyon biçimlerini şekil açısından takip etmek düşüncesiyle tasarlanmış görünmektedir. Zaten yukarıda değindiğimiz 1922 tarihli İzmir seyahatinde kullanılan flama da bu kompozisyonu takip eder. Nihal Atsız ‘16 Türk Devleti’ yorumunu savunanlara veryansın ettiği 1969 tarihli makalesinde tarihte en az 50 Türk devleti olduğunu iddia eder. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ise ’16 Türk Devleti’ tezinin ortaya atıldığı 1969’da Türk devletlerinin sayısını 113 olarak saptamıştı.
Fevzi Kurtoğlu’nun öğrencisi Coşkun Üçok, “merhum ve maktul” ilan ettiği TTK’da 1981’de düzenlenen bir konferansta 16 Türk devletinin saptanmasındaki ölçütlerin keyfiliğini yeren bir konuşma yapar. Benzeri itirazların artması üzerine Cumhurbaşkanı Kenan Evren, TTK ve Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı’ndan görüş ister. Bu tartışmalar üzerinde Cumhurbaşkanının masasının arkasına yerleştirilen 16 Türk devletinin bayrakları oradan kaldırılır. Gene de 16 rakamı bir şekilde tabuya dönüşür. Öyle ki, Ankara Üniversitesi 1984-85 öğretim akademik yılının açılış töreninde 16 Türk Devleti başlıklı bir kitap dağıtıp KKTC’yi 16 rakamını bozmadan listeye ekleyebilmek için Batı Hun Devleti’ni listeden atar hani, sosyal medyada ‘bornozlu’ ve ‘duşakabinoğulları’ diye dile dolanan şu talihsiz siyasi teşekkül!
16 rakamını tenkit eden bir başka Türkolog, Abdülkadir Donuk, Türk siyasi teşekküllerini imparatorluk, devlet, beylik, atabeylik, hanlık ve cumhuriyet olarak tasnif etmiş, kendi 108 devletlik alternatif listesini oluşturmuştur: 11 imparatorluk, 38 devlet, 34 beylik, 4 atabeylik, 17 hanlık, 4 cumhuriyet: Batı Trakya Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti, Hatay Cum- huriyeti ve KKTC. Donuk’a göre 20-22 Mayıs 1985 tarihlerinde düzenlenen “Tarihte Türk Devletleri” sempozyumunda 100’ün üzerinde ‘Türk’ devleti ele alındığına göre 16 rakamında ısrarcı olmanın bir anlamı yoktur.
Tüm bu gelişmeler ve yükselen itirazlar karşısında yasa yoluyla forsa yıldız eklemektense 16 devletlik listenin içeriğini değiştirmek yetkililerin kolayına gitmiş olsa gerek. Yetkililer, uzman görüşü alarak değişikliğe meşruiyet kazandırmak istemişlerdi. Gelgelelim görüş birliği sağlanamadığı için bu girişim sonuçsuz kaldı.
Kim Türk, kim değil?
Hangi devletin hangi ölçütlere göre bu listeye girmesi gerektiği tartışmanın odak noktasıdır. Örneğin Donuk, Batı Hun İmparatorluğu tabiri ile Avrupa Hun İmparatorluğu’nun anlaşıldığını hatırlatır. Listedeki Batı Hun diye geçen grubun ise Büyük Hun’un bir parçası olduğunu belirtir. Ayrıca, ona göre Altınordu aslen bir Moğol devleti olduğu için listeye hiç girmemeliydi.
‘16 Türk Devleti’ meselesini ele alan Üçok, kıstaslardaki muğlaklığı irdeleyen bir başka isimdir. Hanedanı Türk olup listeye giren kadar (Gazneliler) giremeyenler de vardır (Memlükler, Tulunoğulları, Akşitler). Halkı Türk olan devletlerin akıbeti de aynıdır; Altınordu listedeyken aynı durumdaki Şeybaniler, Mangıtoğulları, Hive ve Buhara hanlıkları unutulmuştur. Üstelik listede ne hanedan ne de halk bakımından Türk olmayan siyasi teşekküller bulunmaktadır; Avarlar, Avrupa Hun ve Ak Hun devletleri bunlardandır.
Anadolu Selçuklu yok
Tuhaftır ki, Türk-soylu hanedanların yönettiği ve halkın önemli bir bölümünün Türk olduğu bazı ülkeler ise tamamen görmezden gelinmiştir. Bu siyasi teşekküllere örnek olarak Anadolu Selçukluları, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Anadolu beylikleri ve Safeviler verilebilir. Üçok ayrıca, devamlılık açısından bakıldığında da ölçütlerde tutarsızlık olduğunu saptamıştır. Karahanlılar, Uygurların devamı olduğu halde listede yer alırken Büyük Selçuklu devletinin devamı olan Rum/Anadolu Selçuklu Devletine listede yer verilmemiştir.
Nihal Atsız’a göre asıl olan millettir. Osmanlı ve Selçuklu gibi hanedan ve sülale rejimlerini devlet kabul edip tarihte bilmem ne kadar Türk devleti kurulduğunu savlamak beyhudedir: “Adama sorarlar: elli devlet kurdun da neden hiçbirini yaşatamadın? Neden kala kala orta çapta bir Türkiye Cumhuriyetine kaldın?”
İbrahim Kafesoğlu da ‘16 Türk Devleti’ mefhumunun ilk tenkitçilerinden biridir ve Donuk’un hocasıdır. Kafesoğlu, ‘Türk Devleti’ tabirini kullanmak “Hanedanın Türk kökenli olması ve Türklüğünü koruması; ülkede Türk kültürünün hakimiyeti; Türk devlet anlayışı ve teşkilatının geçerliliği”ni kriter saymak gerektiğini belirtir. Tabgaç, Bulgar ve Macar hanedanları Türklüklerini koruyamamışken Timurlular, Babürlüler gibi zamanla Türkleşen hanedanlar da vardır. Kafesoğlu, bir devletin Türk olması için hanedanın Türk soylu olması ve bağımsızlık ilanını da temel kıstas kabul eder.
16 Türk devleti tezini topa tutan Üçok ise kıstaslar konusunda Türkologlardan ayrı bir yaklaşım izler. Çok devlet kurmanın Türklere özgü bir hususiyet olmadığını vurgular. Nasıl ki Cermenler, Slavlar, Latinler ve Araplar var ise bir de Türkler vardır. Bunların tamamı da tarihte bir çok devletler kurmuşlardır.
Açıktır ki Türkler, Cermenler vs. gibi tasnifler özünde dil birliğine dayanır. Örneğin, TC’nin yurttaşlarını oluşturan kitle çoğunlukla anadil olarak Türkçe konuştuğundan Türki halkların bir mensubu kabul edilir. Eski devir göçebe bozkır devletlerinin çoğunun hangi dili/dilleri konuştuklarını dahi bilemezken bunların etnik kimliğini hanedanın, kitlenin veya her ikisinin ana diline binaenbelirlemek beyhude bir çaba gi- bi duruyor. Kaldı ki, bozkırlarda siyasi teşekküllerini oluşturan göçebeler çoğunlukla dil ayrımı yapmadan kavimler konfederasyonu halinde örgütlenmişlerdi. Onları biraraya getiren ortak yaşam biçimi ve birarada tutan da karizmatik liderlikti. Dolayısıyla, günümüzde Avrasya’da bulunan devletler ’16 Türk Devleti’ içinde saydığımız siyasi teşekkülleri kendi ataları olarak görebilmektedirler. Örneğin, kendisini Hunların devamı olarak gören Moğolistan, 26-27 Ağustos 2011 tarihinde Hun İmparatorluğu’nun kuruluşuna atfen Moğolistan devletinin kuruluşunun 2220. Yıldönümünü kutladı.
TRT, 1966 senesi için bastırdığı 16 Türk devleti temalı takvimde bunların bayraklarına yer vermişti. Bu durumu eleştiren Atsız, Türk devletlerinin bayraklarını bilmediğimizi belirtir. Donuk’a göre resmi listedeki 16 devlete ait olduğu ileri sürülen bayrakların sadece 3 tanesinden eminiz: Göktürklerin kullandığı kurt başlı sancak, Selçukluların kullandığı ok-yay (Kınık boyunun damgası) ve ay-yıldız (Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı). Ögel ise çeşitli kuruluşlar tarafından çıkarılan bayrakları savunamayacağını söylemekle birlikte bunları iyi niyetli amatör ve yararlı girişimler olarak olumlar. Ona göre, ABD çift başlı kartalını koruyorsa Türkler de kendi kartallarına sahip çıkmalıdırlar.
Üniforma karmaşası
Listede yer verilen devlet ordularında askerî üniforma kullanıldığı da bir varsayımdan ibarettir. Bizim anladığımız cinsten askerî üniformalar tarihte çok eskiye gitmez. Her ‘savaşçının’ farklı giyindiği bir devirde, dostu düşmandan ayırmak için tıpkı halı saha maçlarında forma niyetine yelek giymek gibi çeşitli yöntemler kullanılırdı. Misalen, Haçlılara haçlı denmesi askerlerin üzerlerine giydikleri haç işaretli yeleklerden ötürüydü. Yeniçerilerin ak börk giymelerinin ilk vakitlerde kanun olması onları diğer askerlerden bir bakışta fark edebilmek içindi. Bu tür ayırıcı unsurların gelişip askerî üniformaya dönüşmesi çok sonralarıdır. Dolayısıyla, 16 devleti temsilen 16 savaşçı (‘asker’ değil) kullanılacaksa, bunların zırh takımlarına, silahlarına ve giysilerine üniforma denmemelidir.
Gariptir ki attığı tweetle bu noktaya işaret eden ve sonrasında hedef gösterilen Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Herken, AKP tabanından gelen tepkiler karşısında görevinden istifa etmek zorunda kaldı. İstifa dilekçesinde ise “Amacım Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Sayın Cumhurbaşkanımızın makamını itibarsızlaştırmak olmadığı gibi, mensubu olmaktan gurur duyduğum milletimiz ve şanlı tarihimizle de alay etmek değildir” diyor.
1980 Darbesi sonrasındaki ortamda bile bu mesele gündeme geldiğinde darbeci cumhurbaşkanı Evren çeşitli kurumların görüşlerini resmî olarak sorma gereği duymuştu. Çeşitli dergilerde uzmanlar görüşlerini belirtebilmişlerdi. Seçimle iktidara gelen ilk cumhurbaşkanının zamanında bir dekanın istifa etmek zorunda kalması demokrasi bilincimizin gerilediğinin apaçık bir delili olsa gerek!
Bugün dünyanın önde gelen saygın devletlerinde de, tarihî askerî üniformalar giyen tören kıtaları olduğu bir gerçektir. Her devlet geçmişle sürekliliği vurgulamak, istikrar duygusu yaratmak ve dayanışma ruhunu güçlendirmek için tören ve teşrifata dair gelenekler icat eder. II. Abdülhamit Osmanlı hanedanının meşruiyetinin iyice aşındığı bir zamanda bir gelenek icat etmiş ve Ertuğrul Süvari Alayı’nı kurmuştu. İmparatorluğun kurucusunun babasının adını taşıyan bu alayın askerleri, resmen Osmanlı hanedanının aşireti kabul edilen Söğüt’ün Karakeçili aşiretinden seçilmekteydiler. Bu alay Yıldız Sarayı’nı korumakla görevliydi.
Basit bir internet taraması dahi buna benzer örneklerin diğer devletlerde de görüldüğünü anlamaya yeter. Fransa’da “Garde républicaine” bünyesinde süngülü tüfek taşıyan piyadeler, Napolyon dönemi üniformaları içindeki süvari bandosu, temsili gösteri yapan el humbaracıları bölüğü bulunur. Tarihî bir bütünlük ve devamlılık arz ederler. Birleşik Krallık’ın yüksek ve tüylü (aslen ayı kürkü) şapkalar giymiş kırmızı üniformalı meşhur Kraliyet İrlanda Alayı da böyledir. Atina’da Meçhul Asker Kabri önünde nöbet tutan Evzoni (Efzun) muhafızlarının tarihi de 1830’lara kadar iner.
Cumhurbaşkanlığının uygulaması ile bu saygın örnekler arasında farklar bulunmaktadır. Bu örneklerde tarihî devamlılık vardır. Bizde bunun karşılığı ancak Mehter takımıdır (Kaldı ki bugünkü Mehter de, 1911- 12’de hem kıyafetleri hem müzikleriyle Ahmet Muhtar Paşa tarafından yeniden yorumlanan bir tasarımdır). Ayrıca bu tören kıtaları ortaya karışık salata cinsinden Türk farzedilen siyasi teşekküllerin güya kullandığı ‘üniformaları’ giymiş ‘piyade’ askerlerden oluşturulmaz.
Bu türden gösteri amaçlı tören kıtaları oluşturulacaksa izlenecek yöntem bellidir. Öncelikle tarihte gerçekten varolmuş bir askerî kıta seçilir. Bu birliğin zırh ve silah takımları ile kılıkları uzmanlarca saptanır. Bunların üretilmesi için, konuya dair çalışmalar yürüten dernek ve gruplarla ilişkiye geçilir. Bugün geleneksel Türk okçuluğunu canlandıran Tirendaz grubu bu türden güzel bir örnektir.
Saygın tören ve gösteri kıtaları istiyorsak, işe deneysel tarihin önünü tıkayan yasal düzenlemelerden kurtulmakla başlamalıyız. Bu ise zihniyet değişikliğiyle olur.
ARKEOLOJİK ANALİZ
Arkaik Türk tarihi ancak kazılarla aydınlatılabilir
ŞEVKET DÖNMEZ
Avrasya coğrafyasında bulunan Türk uluslarının tarihsel geçmişleri ile ilgili kurulabilecek gerçekçi bağlantılar, ancak arkeolojik kazılarda açığa çıkmış olan bulgular yardımıyla gerçekleşebilir. Buradaki temel sorun, Türk unsurunun Avrasya coğrafyasındaki başlangıcının uluslararası bilim dünyasındaki kabulüdür. Moğolların, Slavların ve Perslerin Türklerle aynı coğrafyada uluslaşmış olmaları, Avrasya’nın yazıöncesine ait erken arkeolojik bulgularının kimliklerini tartışmalı bir hale getirmektedir.
Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldızın temsil ettiği 16 Türk devletinin tarihsel kimliklerini, söz konusu devletlerin “Türklük unsurları”nı Avrasya coğrafyasında aramak günümüzün en doğru bilimsel yaklaşımdır. Bu arayışta dikkat edilecek husus, arkeopolitik unsurlardan mümkün olduğunca sıyrılmak ve Türk tarihi için doğru bulguları kullanmaktadır.
Kronolojik düzende Karahanlılara kadar olan devletlerin Müslüman olmadıkları bilinmektedir. Bunlar içinde Hunlar, Göktürkler, Avarlar (yarı) göçebeydiler ve yazı ile resim sanatı unsurları kendilerini bize sağlıklı bir şekilde anlatacak düzeyde değildi. Daha çok yerleşik toplumlar üzerine kurgulanmış olan arkeoloji biliminin göçebe toplumlar için en doğru kullanımı, bunların mezarlarını araştırma noktasında olmalıdır. Hunlar, Göktürkler ve Avarlar ölen soylular ile komutanları için kurgan adı verilen yığma mezar tepeleri inşa etmişlerdir. Türkçe bir kelime olan “korugan”dan türediği anlaşılan kurganlar şekil itibariyle göçebenin yaşadığı çadırın siluetinden başka bir şey değildir. Kurganlar Avrasya’da oluşmuş Türk uluslarının geçmişleri ile ilgili henüz daha doğru dürüst okunmamış arkeoloji kitaplarıdır. Silahlardan aksesuarlara, at koşum takımlarından kıyafetlere kadar kurganlarda keşfedilmiş olan ve keşfedilmeyi bekleyen onbinlerce arkeolojik bulgu, göçebe soylularını her yönüyle tanımamıza ve anlamamıza olanak verebilir.
Avrasya coğrafyasının tüm mevsimleri kapsayan soğuk iklimi çoğu kurganın donmuş bir durumda ve bünyesindeki organik bulguları koruyacak şekilde günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Bunlar içinde deriden ya da kumaşlardan yapılmış kıyafetler de bulunmaktadır. Bu durumu en çarpıcı biçimde yansıtan kurganlar Sibirya’ya yakın bir konumdaki Pazırık’ta keşfedilmiştir. Pazırık’tan Karadeniz’in kuzeyindeki steplere ve Kafkasya’dan Orta Anadolu’ya değin uzanan çok geniş bir coğrafyada görülen kurganlar üzerinde yapılacak arkeolojik çalışmalar tarihsel Türk devletleri hakkında yalnızca askeri kıyafetler ve silahları değil, aynı zamanda bilinmeyen pek çok konuyu doğru bir şekilde anlamamızı sağlayacaktır.
Kurganların yanısıra, Türkiye topraklarında yakın geçmişte saptanmış bazı arkeolojik bulgular, Avrasya coğrafyasının göçebe özelliklerini yansıtması bakımından arkaik Türk tarihi için oldukça önemlidir. 1998’de Hakkari Kalesi’nin kuzey eteğinde yapılan bir kazı sonucu ortaya çıkarılan 13 adet insan figürlü stelin balbal kültürü ile ilişkili olduğu gözlenmektedir. MÖ 13. – 11. yüzyıllara tarihlenen stellerin üzerindeki kıyafetsiz figürler bazen rütbe ya da sosyal statü belirten silahlarla, bazen geyik ve dağ keçisi gibi av hayvanları ile bazen de göçebeliklerine işaret eden çadır betimleri ile birlikte resmedilmiştir.
Günümüzün tarihsel Türk kimliği ve unsurlarını içeren tartışmalı konularını çözebilmemiz, Avrasya coğrafyasındaki erken göçebe bulguları doğru bir şekilde algılamamız ile gerçekleşebilir. Bunun için Hunlardan da önceye Avrasya Türk coğrafya- sının erken dönem sakinleri olan İskitlere, hatta MÖ 3000’lere, Kurgan Kültürü’nün sahiplerine kadar gidilmelidir.