Kasım
sayımız çıktı

Kafamız düzelmeden dil de imla da düzelmez

Yahya Kemal “İmlâmız, lisanımız düzelince; lisanımız da kafamız düzelince düzelecek çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil” demiş. Bugün ne yazık ki az da değil!

Eski Türkçe tartışmasının alevlendiği, abuk sabuk boyutlar almakta doğal olarak gecikmediği bir dönemde, asıl önemli olanın “eski yazı” mı, “eskimiş yazı” mı, yoksa “eskimeyen yazı” mı olduğu sorusu çıkıyor karşımıza.

Eski yazının, “Osmanlıca”nın okullarda öğretilmesine karşı çıkmak ne denli saplantılı bir ideolojik konumsa, “ecdâd”ı yüceltme uğruna bu amacı siyasal değnek hâline getirmek o denli ürkütücü. Yahya Kemal’in Dergâh dergisinin 18. sayısında dile getirdikleri belirleyici: “İmlâmız, lisanımız düzelince; lisanımız da kafamız düzelince düzelecek; çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil!”. Bugüne döndüğümüzdeyse, ne yazık ki az da değil!

Eski yazıyı mezar kitabeleri için sökeceksek, bütün Anadolu dilleri ve alfabeleri sırada. Yapıtları, belgeleri okumaksa derdimiz tasamız, eski bir yazıyı sökmek yetmez, “eskimiş” bir dili öğrenmek için yüklü çaba harcanmasından dem vuruyoruz demektir; buysa ortaöğrenimde seçmeli dersle düşünülecek iş değildir, yüksek öğrenimde de yüklenmeyle varılacak eşiktir.

“Osmanlıca”dan Türkçeye geçişin öyküsü Harf Devrimi’nden çok öncesine gidiyor, biliyoruz. Dilin “üst düzey” kullanıcıları arasında yaşanan fikir ayrılıklarını serimleyen yazılar, yaşanan kanlı canlı polemikler biraraya getirilse binlerce sayfalık bir kütle oluşur. “Harf Devrimi” konusuna gelince, Hüseyin Yorulmaz’ın hazırladığı Tanzimattan Cumhuriyete Alfabe Tartışmaları’nda biraraya getirilen yazılar yeterince geniş bir ufuk açacaktır (Kitabevi, 1995). Bu bağlamda, Yahya Kemal’in aynı yazıda kurduğu bir başka cümle, devrimden yedi yıl öncesine aittir: “… İkinci uç da tam ıslâhattır, o ise en müfritleri bile korkutur. Çünkü elifbâ bahsinden başlar.”

Kafamız düzelmeden dil de imla da düzelmez
Alfabe değişikliğinden en çok etkilenenler arasında mühürcüler de vardı.

Geçen zaman bize korkunun ecele faydası olmadığını gösterdi, Türkçe aldı yolunu gitti, gelişti, genişledi. Bakmayın kimilerinin “Türkçenin Barbarlıkla İmtihanı” başlıkları atmasına!

Eski Türkçenin “iyi” öğrenilmesi, öğretilmesi canalıcı hedef. Nerede, kimlerle, nasıl? Hele Türkçe öğretmekten aciz bir ülkede.

Dört yıl kadar önce NTV Tarih’in konuyla ilgili hazırladığı dosyada şunları yazmıştım: “Cumhuriyet’in dil ideolojisin- deki büyük yanlışın, ‘iç diller’e yönelik bir tür dahili emperyalizm uygulamasından kaynaklandığını, yalnızca Kürtçeye, Lazcaya değil Rumcaya, Ermeniceye, Süryaniceye de, ‘vatandaş Türkçe konuş’ mantığıyla kapatılan kapıların bizi kültürel kısırlaşmaya götürdüğünü düşünüyordum (…) Ama biz hem nalına hem mıhına vurmayı savsaklamayalım. Gelenek deposuyla bağların bu denli kopmuş olmasının tek açıklaması Harf Devrimi’ne iliştirilemez: İki avuç kahraman sayılmazsa, Türkiye’nin üniversiteleri üstlerine düşen görevi yerine getirmişler midir? Neden yeterince çevrimyazı çalışması yapılmadı? (…) Sonuçta, üç çeyrek yüzyıl sonra, iyi ki Harf ve Dil Devrimleri yapılmış diyorum. Doğurduğu olumsuz sonuçlarla başedemediysek, bunu tembelliğimize, kısırlığımıza, Cahit Arf ’in deyişiyle ‘üniversite diye ortaokullar’ açmış olmamıza borçluyuz. Türkiye, özellikle son otuz yıl içinde, diplomalı cahil sayısının artışıyla övünen bir ülkeye dönüştü – bunda iki devrimin de günahı yoktur.”