Kasım
sayımız çıktı

İnsanoğlunun 12.000 yıllık cezası

Tarımla birlikte sadece çevremizin değil, ağızlarımızın da ekosistemini değiştirdik. Nişasta-karbonhidrat ağırlıklı yeni beslenme alışkanlığımız, ağızlarımıza diş çürüğü, dişeti rahatsızlığı ve diş ağrısı olarak geri döndü. İnsanoğlunun on bin yılı aşkın süredir muzdarip olduğu bu musibetlerle mücadelesinin satır başları…

İnsanoğlu sadece 600 kuşaktır, yani yaklaşık 12.000 yıldır tarımla uğ­raşıyor (#tarih, sayı 24, Fü­sun Ertuğ). Bundan önceki 2.5 milyon yıl boyunca yaba­ni bitki ve hayvanları yiyerek yaşayan avcı-toplayıcı atala­rımızda diş çürüğüne nadiren rastlanıyordu.

Tarım toplumunun geliş­mesi, beslenmenin değişmesi, diş çürükleri ve dişeti hasta­lıklarını da beraberinde ge­tirdi, adeta bir salgına sebep oldu. Hepsi hastalık etkeni ol­mayan birçok mikroorganiz­ma, bir zamanlar insan ağzın­da biyolojik bir denge içinde yaşıyordu. Tarih boyunca gi­derek daha çok nişastalı besin tüketimi, zararlı bakterileri artırdı. Ağız içindeki bu bak­teriler, diş taşları içinde saklı kalır. 100 yıllıktan 6000 yıllık fosile kadar iskelet dişlerinde­ki taşların analizinde ortaya çıkan bakteri DNA’ları, tarihi­mizin farklı zamanlarına ait ağız ekosistemimizin sırlarını açığa çıkarıyor:

1-İnsanlar çiftçilikle birlik­te daha çok buğday ve arpa ye­meye başlayınca oral ekosis­tem değişti; dişeti hastalıkları­na yol açan bakteriler çoğaldı.

2-İşlenmiş un ve şeker tü­ketimi ekosistemi yeniden değiştirdi; denge bu sefer diş çürüten bakteriler lehine bo­zuldu.

3-Beslenme alışkanlıkla­rı farklılaşırken ekosistemde­ki çeşitlilik de azaldı. Biyolojik çeşitlilikten yoksunluk, mo­dern insandaki diş problemle­rini daha da arttırdı.

Osmanlı dişçisi 15. yüzyıl Osmanlı dönemi hekimi ve cerrahı Şerafettin Sabuncuoğlu’nun cerrahi el kitabının 21. faslından bir minyatür. Osmanlı döneminde gezgin bir sokak dişçisi, hastasını iyileştirmeye çalışıyor.

Yakın zamana kadar diş tedavisine dair en eski bul­gunun, Pakistan’da İndus va­disi medeniyetlerine ait MÖ 7.000’lerden kalan bir fosil insan dişi olduğu düşünülü­yordu. Çakmaktaşıyla temiz­lenmeye çalışılmış bu çürük dişin pabucu, geçen yıl Kuzey İtalya’da bulunan müdahale görmüş 14.000 yaşındaki diş­ler tarafından dama atıldı. Bi­linen en eski diş dolgusu ise Slovenya’da bulunan 6.500 yıl önceye ait bir balmumu dolgu. Diş ağrısı ve diş çürümesine dair bilinen ilk yazılı belgeler ise Mezopotamya’da Fırat va­disinde oraya çıkarılan ve MÖ 5.000 yıl öncesine uzanan Sü­mer tabletlerinde yer alıyor. Bu tabletlerden, insanların binlerce yıl boyunca diş çü­rümesini nasıl açıkladıklarını anlıyoruz: Diş kurdu! Hindis­tan, Mısır, Japonya ve Çin’de aydınlanma çağına kadar hü­küm süren ve Homeros tara­fından da bahsedilen efsane­ye göre “diş çürümesine ve diş ağrısına diş kurdu sebep ol­maktadır”. Bu inanış, 14. yüz­yıla kadar sürdü.

Eski zamanlarda
adamın birinin
diş ağrısı tutmuş,
ızdırap çektiği süre
zarfında Almanca’yı
icat etmiş.

Mark Twain

Diş tedavilerine dair en es­ki kayıtlara ise Mısır’da rast­lanıyor. Mısır’da yaşamış olan ve kitabesinde diş tedavisi yaptığı, “dişle ilgilenenler ve hekimler içinde en iyisi” ola­rak beyan edilen Hesy-Ra, bi­linen ilk diş hekimi olarak ka­bul edilir. Mısırlıların ağız ve diş temizliğine önem atfetti­ği, apse drenajı ve günümüz­de köprü olarak ifade edilen uygulamanın ilk denemelerini yaptıkları, Ebers Tıp Papirüsü içinde yer alan bilgiler ortaya koyuyor.

MÖ 1750 tarihi, dişlerin yasalarda geçtiği ilk ve belki de son tarih! Hammurabi’nin 200 ve 201 numaralı yasala­rı: “Bir kişi kendisiyle aynı sı­nıftaki bir kişinin dişine zarar verirse onun da dişi çekilir” ve “Bir kişi kendinden daha alt sınıftaki bir kişinin dişine za­rar verirse 166 gr. gümüş öder” hükümlerini içeriyordu.

Romalılar MÖ 600’den iti­baren diş çekiminin yanısıra, çürük dişlerde altın kaplama yapmaya, diş eksikliklerini sa­bit köprülerle tedavi etmeye başladılar. Roma’da ağız hijye­nine önem verilir, diş temiz­leme gayesiyle kemik, yumur­ta kabuğu veya midye kabuğu tozları kullanılırdı. Dişlerini temizletmek için özel köleler görevlendiren aristokrat sof­ralarında ise altın kürdanlar bulunur, bunlar gelen konuk­lara hediye edilirdi.

Tıbbın babası, Kos ada­sı doğumlu Hippocrates (MÖ 460-370), yaradılış, tükürük ve beslenmeyi diş çürümelerine neden olan faktörler olarak ta­nımlamış, diş ağrısı, çürük var­sa ve diş sallanıyorsa dişin çe­kilmesini; ağrılı ancak sağlam bir dişin ise tedavi edilmesini savunmuştu. Ayrıca dil kena­rında kronik yaralar olan birey­lerde keskin kenarlı diş olup olmadığının mutlaka incelen­mesi gerektiğini ifade etmişti.

Aristoteles (MÖ 384-322) ise diş ve diş eti hastalıkları­nın tedavisi, pense ile diş çeki­mi, kayıp olan dişi ve parça­lanmış çeneyi sabitlemek için tel kullanımı gibi konuları içe­ren diş hekimliği yazıları yaz­mıştı. Buna mukabil erkekle­rin kadınlardan iki diş fazlası olduğu gibi yanlış bir inanca da sahip çıkmıştı.

Bergamalı Galen (130-200), tıbba büyük katkılar yaptığı gibi diş hekimliği konusunda da önemli gözlemlerde bulun­muştu. Dişin içindeki sinirleri (pulpa) farkeden ve bunun diş­te hissetme unsuru olduğunu ilk kez tanımlayan odur. Dişleri şekillerine ve fonksiyonlarına göre sınıflandırarak, diş he­kimliğinde metodolojiyi başla­tan da Galen’dir.

“Ben şuyum, ben buyum” laflarının diş ağrısını hafife alan bir entelektüelin ifadeleri olabileceğini düşünüyorum.
Milan Kundera

Hem diş ağrısı çekenlerin hem de bunu tedavi edenle­rin sembolü ise Azize Apollo­nia’dır. 249 yılında, Roma İm­paratorluğu’nun Hıristiyan­lığı kabulünden önce Decius zamanında İskenderiye’deki ayaklanma sırasında inancı nedeniyle yakalanan Apollo­nia ağır işkencelere uğramış, dişleri sökülmüş ve ardından yakılmıştı.

Diş ağrısı ağacının hikayesi Türkmenistan’da diş ağrısına iyi gelen bir ağaç vardır. Ağacın dalları yakılır, külleri ağrılı dişe sürülür. Yanma sırasında çıkan duman da etkilidir. Britanya Kütüphanesi’nde bulunan minyatürde, yüzü şişmiş diş ağrısı çeken genç, diş ağrısı ağacının ateşinin yanında uzanmış acısını dindirmeye çalışıyor.

Dünya tarihinin bilinen en eski tıp eseri Nei-Ching’i (Tıp Yasası) yazan Çinliler, ağız hastalıklarını, iltihap­lar, yumuşak doku hastalıkla­rı ve diş çürükleri olmak üzere üçe ayırıyordu. İlk diş fırça­sı da Çin’de Tang hanedanı (619-907) zamanında üretildi. Amalgamla diş dolgusu yine aynı dönemde, 659 yılında Su Kung tarafından gerçekleşti­rildi. Çağdaş örneğine benzer ilk diş fırçasını yine Çinliler 15. yüzyılda yapmıştı ve sey­yahlar bunu iki yüzyıl sonra Avrupa’ya getirdi. 20. yüzyılın ortalarına kadar, at kılından yapılmış diş fırçaları İngilte­re’ye hâlâ Çin’den geliyordu.

Diş macununu da MÖ 5. yüzyılda Çinliler keşfet­ti. Marco Polo 1280’de yazdı­ğı seyahatnamesinde, Çinli kadın ve erkeklerin dişlerini ince altın plaklar ile kapladık­larını, bu plakların dişin şekli ve yapısına uygun olduğunu ve devamlı kaldığını belirtmişti.

7-15. yüzyıllar arasında Müslüman toplumlarda te­mizlik ve ağız sağlığına da önem verilirdi. Müslümanla­rın dişlerini günde en az bir kere “misvak” ile fırçalamak zorunlulukları vardı; ağız ko­kusu boşanma sebebi olarak kabul edilebiliyordu. Taberi, Razi, Ali bin Abbas, Zehravi, İbn-i Sina, Abdüllatif, Hekim Ahmedi, Akşemsettin, Sa­buncuoğlu gibi Türk ve İranlı Müslüman hekimler, tıbbın ve diş hekimliğinin gelişmesine önemli katkılar sağladılar.

Ortaçağ’da diş hastalıkla­rı üzerine çalışan hekimler­den biri olan Taberi (9. yüzyıl), ağız kokusunun gastrointesti­nal kökenli olabileceğini, dişe­ti iltihaplarının dişler arasın­da kalan gıda artıklarından kaynaklanabileceğini ifade etmiş ve bunların giderilmesi için çeşitli gargaralar önermiş­ti. Diş çürüklerinin de ağız kokusuna neden olabileceğini belirten Taberi, tedavi için çü­rük kısımların eğelenmesi, diş ağrısının tedavisi için de çürük dişin kızgın yağla dağlanması gerektiğini yazmıştı.

Yine 9. yüzyılda yaşamış olan Razi, El Havi (Tıp Ansik­lopedisi) adlı kitabında, diş hekimliğine de yer veriyor­du. Razi, diş çürüklerine sakız ve şaptan oluşan bir muhteva ile dolgu yapmış, diş çekimini ise diğer tedavi yöntemlerinin başarısız olduğu durumlar­da uygulamıştır. Razi’ye göre dişleri çürükten korumak için yatmadan önce zeytinyağı ile yağlamak gerekir. Ayrıca sert kabuklu yemişler dişlerle kı­rılmamalıdır. Sıcak besinler­den hemen sonra soğuk besin­ler alınmamalıdır. Ünlü hekim diş ağrısına karşı “afyon ve al­kol kullanın” demiş, böylelikle diş ağrısında gerçek analjezik etkili ilaçları öneren ilk kişi olarak da tarihe geçmiştir.

Çeksen bir türlü… The Poetry of Robert Burns isimli eserde yer alan “Diş Ağrısına Hitabe” adlı şiire eşlik eden illüstrasyon, William Brassey Hole, 1897 (en üstte). Gagaya benzeyen şekilleri yüzünden “diş pelikanı” ismi verilen ve 1400’lere kadar kullanılan korkunç görünümlü aletler (üstte).

Zehravi de Al-Tasrif fi’t- Tıb adlı kitabında diş hekim­liği konularına değinmiş, bu alanda değerli ve kalıcı kat­kılarda bulunmuştur. Dişle­rin sürekli temizlenmesinin önemini vurgulayan Zehravi, doğal dişlerin ağızda tutul­ması gerektiğini, çekilen bir dişin yerinin hiçbir zaman ta­mamen doldurulamayacağını ifade etmiştir. Travma sonucu sallanan dişlerin iki tarafta­ki sağlam dişleri içine alacak şekilde birbirine bağlanması­nı, bu amaçla ağızda renk de­ğiştirdiği için gümüş tel yerine altın tel kullanılmasını, bu te­lin ömür boyu ağızda kalması gerektiğini söyleyen de odur.

Ortaçağ’dan 19. yüzyıla ka­dar diş hekimliği bağımsız bir meslek değildi. Dişçilik berber­ler ve hekimler tarafından uygulanıyordu. Çoğu kez yapıla­bilen tek şey, ağrıyan dişin çe­kilmesiydi. 1258’de Fransa’da kurulan Berberler Loncası, iki gruba ayrılmıştı: Karmaşık cerrahi operasyonlar icra ede­bilecek düzeyde eğitilmiş he­kim-berberler; traş, kanama ve diş çekimi de dahil olmak üze­re daha rutin hijyen hizmeti veren berber-hekimler…

Aşk, sadece fakirlik ve diş ağrısının üstesinden gelemez.
Mae West

Dönemin en ünlü cerrahı olan Fransız Guy de Chauliac, 1343’te ünlü eseri Inventori­um Chirurgicalis Medicinae’yi yazdı ve “dentista” sözcüğü ilk kez bu kitapta yer aldı. Diş çekimi için pelikan gagasına benzemesinden ötürü “dental pelikan” denen bir çeşit kerpe­ten icat etmişti ve 18. yüzyılın sonlarına kadar diş çekiminde bu alet kullanıldı.

1530’da Almanya’da tama­men diş hekimliğine adanmış olan, “Tüm Hastalıklar ve Diş Güçsüzlüğü Konusunda Kü­çük Tıbbi Kitap” adlı eser ya­yınlandı. Ağız hijyeni, diş çe­kimi ve altın dolgu yapımı gibi konuları içeren kitap, 200 yılı aşkın bir süre standart ders kitabı oldu.

Dişe dokunur reklamlar Amerika’da 1900’lerde yaygın biçimde kullanılan “diş ağrısı macunu”nu pazarlayan bir reklam (solda) ve 20. yüzyılın ortalarında Amerikalılara kendilerine bakma ve çalışma görevini yükleyen bir diş fırçası ilanı (sağda).

1575’te cerrahinin babası olarak bilinen Ambroise Paré, diş çekimi, diş çürüğü ve çene kırıklarının tedavisi gibi konu­ları içeren “Tüm Çalışmalarr” adlı kitabını yayınladı.

Bugünkü anlamıyla bilim­sel diş hekimliği 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ge­lişmeye başladı. Modern diş hekimliğinin kurucusu kabul edilen Fransız cerrah Pierre Fauchard, bu dönemde son de­rece kısıtlı olanaklarıyla saat tamircilerinden, kuyumcular­dan, hatta berberlerden aldığı aletleri geliştirerek dişçilik­te uygulamaya koydu. Çürük dişlerdeki oyukları (kavite) tedavi etmek için diş dolgusu­nu geliştirdi. İlk kez, şeker­li besinler tüketilirken açığa çıkan tartarik asit gibi mad­delerin diş çürümesine yol aç­tığına dikkat çekti. Takma di­şin (protez) öncülüğünü yaptı. Dişlerdeki şekil bozukluğunu düzeltmek için tel uygulama­yı başlattı; başlangıçta bunun için altın kullanırken, daha sonra mumlu keten ve ipekle de iyi sonuçlara ulaştı.

Diş ağrısına
katlanabilen filozof
gelmedi hiç.
William Shakespeare

1815’teki meşhur Water­loo savaşı, diş hekimliği bakı­mından da sonuçlar yarattı. Savaşta ölen yaklaşık 50.000 askerin dişleri söküldü ve “Waterloo dişi” diye bilinen protezlerin fabrikasyonun­da kullanıldı. Porselen diş ve yeni materyallerin daha yay­gın hale gelmesine rağmen, bu dişler 1860’lara değin protez yapımında kullanıldı. 1816’da Auguste Taveau gümüş ve civa kullanarak ilk amalgamı yap­tı. 1840’ta ise ilk modern diş hekimliği okulu olan Baltimo­re College of Dental Surgery açıldı. 1851’de Charles Good­year, ucuz ve uyumlu protez­lere imkan sağlayan bir madde olan sertleştirilmiş lastiği ge­liştirdi ve bu keşif daha önce kullanılan altının yerine geçti; böylelikle diş tedavisi sadece üst sınıfa ait bir lüks olmaktan çıktı. İlk diş macununu (kava­nozda) 1873’de Colgate üretti ve 12 sene sonra ABD’de diş fırçası üretimi başladı.

1895’te Wilhelm Roent­gen’in X ışınlarını keşfetme­si, tıbbın her alanında olduğu gibi, diş hekimliğinde de çığır açtı. 20. yüzyıl ise özellikle lo­kal anestezi teknikleri, naylon ve elektrikli diş fırçaları, im­plant tekniklerinin gelişme­siyle, dişleri yeniden yaratan yarı-tanrı diş hekimlerinin yüzyılı olacaktı.

Hâlâ gülümseyen başkan ABD’nin ilk başkanı George Washington’ın takma dişleri, Heinz Tarih Merkezi, Pittsburgh.

ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA

Eski Türklerin de diş kurtları vardı

Orta Asya Türklerinde ağız hijyenine önem verilirdi. Çeşitli bitkisel fırçalarla dişleri ovmak, ağız yıkamak ve “hi­lal”adı verilen kürdanlar kullan­mak bir gelenekti. Diş taşlarının temizlenmesinde kullanılan araç ve gereçler yine Rus arkeologlar tarafından bulunmuştur. Ye­mekten sonra ellerin yıkanması, temiz havlular kullanılması ve ağzın suyla çalkalanması, halk sağlığına verilen önemi gösterir.

Uygur dilinde yazılmış olan ve günümüze kadar gelebilen, 8-12. yüzyıla ait belgelerde, diş çürüklerinin müsebbibi olarak Uygurlarda da diş kurdunun et­ken görüldüğü anlaşılmaktadır. Karahanlılar başta olmak üzere, bölgede kurulan diğer Türk devletlerinde de diş hastalık­larının nedeni olarak diş kurdu gösterilmektedir.

Uygurlarda diş çekimi cerrahlar ve berberler tarafın­dan yapılmaktaydı. Anadolu Selçuklularında da diş çekimleri yine berberlere ve cerrahlara bırakılmıştı.

Diş kurtlarını cehennem zebanisi olarak tasvir eden fildişi oymalar, 18. yüzyıl.

SARAYDA DİŞ PROBLEMLERİ

Harem’in macunu II. Abdülhamid’in cesareti

Tarihteki tüm Doğu sarayların­da şekerlemeye düşkünlük vardır. Osmanlı sarayında da özellikle Harem kadınlarının zevklerinden biri şekerleme ve macunlardı. Şekerin dişlere ver­diği zararın bilinmediği dönem­lerde, kadınların dişleri sıklıkla çürüyor, çarpıklıklar artıyordu. Şişmanlamanın yanısıra ağız kokularına da yol açan bu durum, özellikle sultanın gözdelerinin cazibelerini kaybetmeleriyle sonuçlanıyordu. Harem’de “lu’uk” denilen bir macun türü yaygındı. Bunun bir de “keke” denilen ucu eğik kaşığı vardı.

II. Abdülhamid’in ise pek şeke­re düşkünlüğü yoktu, ancak çok tütün kullanır, sigara sardırırdı. Bundan dolayı hayatı boyunca diş ağrısı problemleri yaşamıştır. Mabeyn katiplerinin yazdıklarına göre, II. Abdülhamid diş bakımını kendisi yapar; hatta ağrıyan dişle­rini kendisi kerpetenle çektiğine dair tanıklıklar vardır.

İslâmi diş fırcası Latince ismi Salvadore Persica, Arapaçası arak olan ağacın ince dallarından yontularak hazırlanan misvak, Müslüman ülkelerde geleneksel olarak kullanılan doğal bir diş temizleme aracıdır. Misvakın ince lifleri tükürüğe temas edince, kendine has kokulu, anti bakteriyel bir sıvı salgılar.

TÜRKİYE’DE DİŞ HEKİMLİĞİNİN GELİŞİMİ

Dua ve muskadan üniversite eğitimine

Osmanlı diş hekimliğindeki modernleşme 20. yüzyıl başlarındadır. O döneme kadar uygulanan tedavi metotları şu şekildeydi:

Telkin tedavileri: Bu amaçla, dua yazılı bir kaptan su içilir, dua okunur ya da muska takılırdı.

Cerrahi uygulamalar: Apse boşaltma, koterizasyon (dağla­ma), kerpetenle diş çekme gibi usuller uygulanırdı.

Tıbbi tedaviler: Gargara, solüsyon, hap, tütsü gibi ilaç terkipleri kullanılırdı.

Osmanlı döneminde diş hekimliği berberler, cerrahlar ve özellikle küçük cerrahi ile uğra­şanlar, hatta ebeler tarafından icra edilmiştir. Sivil tıbbiyenin 1908’de fakülte unvanını alma­sından sonra resmî bir yapıya kavuşturulan Dişçi Okulu, 28 Ekim 1909’da fiilen eğitime baş­ladı ve diş hekimliği eğitimi de çağdaş bir şekil aldı. Dişçi Okulu ilk mezunlarını 30 Temmuz 1911 tarihinde verdi.

1928’de çıkan “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanun”un 30. maddesi, dişhekimliği uygulama yetkisini yalnızca Dişçi Oku­lu’ndan mezun olanlara tanıdı. 1933 Üniversite Reformu’na kadar, eczacı ve dişçi okulları tıp fakültesine bağlı olarak yöneti­lirken, 31 Temmuz 1933’de Dişçi Okulu, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Yüksek Okulu adını aldı ve eğitim süresi 3 yıldan 4 yıla çıkarıldı.

Diş Hekimliği Yüksek Okulu 11 Temmuz 1964’de Tıp Fa­kültesi’nden ayrılarak İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakül­tesi’ne dönüştürüldü ve eğitim süresi 5 yıla yükseltildi.

Sabit protezin mucidi Etrüskler Etrüskler eksik dişin yanındaki sağlam dişe genellikle bir hayvan dişini altın bantla ve metal vidalarla tutturuyordu. Toskana yakınlarında bulunan bir Etrüsk diş protezinin 1930’larda üretilen tıpkıyapımı, Londra Bilim Müzesi.