Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş günlerinde bile hukuk sisteminin kadına karşı şiddete bugünkünden çok daha tavizsiz yaklaştığı anlaşılıyor. Arşivdeki bir belge grubuna göre, henüz 15 yaşındaki hamile karısını işkencelerle öldüren adam idama mahkum ediliyor. Üstelik, katil kocanın savaş gazisi bir ‘kahraman’ olması dahi hafifletici sebep kabul edilmiyor.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki (BOA) belgelerin daha çok devlet erkanıyla ya da kurumlarıyla ilgili olduğu düşünülür. Oysa burada, kimileri olağan günlük hayat hallerine ışık tutan, kimileri büyük trajediler barındıran birçok insan hikayesi de saklanır. Karşımda duran belgeler belki de bunların en yürek sızlatıcı olanlarındandı. O zamana kadar, arşivde günümüze intikal eden belgeler arasında bir kadın cinayeti davasının tüm safhalarını içeren, hukuk tarihimiz açısından önem taşıyan, yaklaşık 400 sayfadan ibaret, böylesine zengin bir başka belge grubuna rastlamamıştım. Okudukça nüfuz ettiğim hadiselerle toplumsal bir nevrozun girdâbına çekiliyordum. 1910’dan itibaren savaşlarla mahvolan bir ülkenin, perişan edilen fertlerinden bazılarının kayda geçmiş dramı tüm ayrıntılarıyla önümdeydi.
4 Mart 1920’de Çanakkale’nin Ayvacık kasabasında, henüz on beş yaşında, beş aydır evli, dört aylık hamile Suad Hanım, iki oda bir sofa evde ölmüştür. Ayvalık Askerlik Şubesi İkinci Bölük Kumandanı Mülazım-ı Evvel (Üsteğmen) Ahmed Tevfik Efendi, eşinin vefatını önce komşularına, sonra hükümet tabibine bildirir. Aslında bütün mahalle, hatta tüm Ayvacık, böylesine acı bir ölümü beklemektedir. Onlara göre eceliyle bir ölüm değildir gerçekleşen. Kocasının işkence, darp ve şiddetine her gün maruz kalan şanssız bir kadının vahşi cinayete kurban gitmesi söz konusudur. Ahmed Tevfik Efendi bağlı olduğu Binbaşı İbrahim Edhem tarafından gözaltına alınır. Savcılık ve adli tabip hemen olaya el koyar ve Tevfik Efendi tutuklanır. Bundan sonrası her satırı okunurken insana eziyet veren bir sürecin ayrıntılı dosyasında saklıdır.
Ahmed Tevfik Efendi paşa çocuğu bir askerdir. Uzun yıllar Irak bölgesinde görev yapan İsmail Hakkı Paşa’nın 1304’de (1888-1889) Bağdat’ta doğan oğludur. Beş erkek kardeşten Tevfik’in büyüğü Celal de yüzbaşıdır. Elli beş yıl askerlik hizmeti olan paşa babaları vefat edince yerleştikleri İstanbul’da annesi Eşref Hanım ile Başıbüyük’teki köşklerinde ailece oturmaktadırlar. Tevfik, Çanakkale gazisi olmuş, zaferden sonra birliği ile birlikte sevk edildiği Bitlis cephesinde çeşitli muharebelerde on iki yerinden yaralanmıştır. Şişli Hastanesi’nde 3,5 yıl tedavi görür. Bir mektubunda “Yemen’in o ateşli sahrasıyla, Irak’ın kumlu ovalarında, Çanakkale’nin kanlı ateş püsküren savaşlarında, Kafkas ve İran cephesi harpleriyle o karlı buzlu yüce dağlarında göğsümü hedef ederek defetmeye uğraştığımız düşmanın süngü, bomba, şarapnel ve kurşunlarından aldığım yaralardan delik deşik olan vücudumu, kol ve bacaklarımı bu uğurda bıraktım. Üç buçuk sene hastane köşelerinde operatörlerin bıçaklarıyla kesilen et ve çıkarılan kemikleri, o ameliyat masaları üzerinde inleyerek geçirdiğim o kanlı ve feci günleri kendime bir saadet telakki etmiştim” diyerek vatan uğrunda çektiği acılarını dile getirir. Yaraların tesiri uzun tedavi sürecinde tamamen giderilememiş, el ve göz seğirmelerine maruz kalmıştır. Ne var ki bu seğirmeler hayatının geri kalanını etkileyen en önemli unsur olmuştur. Eli veya gözü seğirdiğinde yapacağı işi bırakır, beraberindeki kişileri uğursuz sayar, aklına biri gelirse mutlaka başına kötü bir şey gelmiştir hissine kapılır.
Daha önce iki evlilik yapmış, eşlerinin görev yerlerine gitmek istememesi yüzünden boşanmıştır. Küçük bir kız çocuk babası olan Tevfik Efendi hastaneden çıktıktan sonra, üçüncü evliliğini 9 Ekim 1919’da Tekirdağı Vilayet Muhasebecisi Kazım Bey ve Fatma Hanım’ın kızı Şam doğumlu Suad Hanım ile yapar. Fatma Hanım sonradan İslam’a girmiş bir mühtediyedir. Kızına yazdığı mektupların yazısı çok kötü olsa da üslup itibarıyla Türkçeye hâkimdir. Aşırı düşkün olduğu kızıyla bir arkadaş gibi yaşadığı anlaşılıyor. Kızının mektuplaştığı Tevfik ile evlilik kararı almasına karşı çıkar ama baba Kazım Bey rıza gösterince evlilik gerçekleşir. İlk şoku da bu sırada yaşarlar. Ayvacık’a tayini çıkan damatları kızlarını da beraberinde götürmek isteyince pek canları sıkılır. Suad Hanım da gitmek konusunda kararsızdır ama kocası kayınpederinin ailesi önünde “gelmezsen seni öldürürüm” diyerek tehdit eder. Kızın ailesi naçar sessiz kalır ama bu tehdide göz göre göre sessiz kalmasalardı belki de kızlarını yaşatabilirlerdi.
Ayvacık’a geldiklerinde kira evlerinde kalırlar. Tevfik Efendi kız kardeşinin kızı 12 yaşındaki Cemile’yi de yanlarında getirmiştir. Güya yardımcı olması düşüncesiyle getirilen bu kız aslında Tevfik’in evdeki gözü kulağı olacaktır. Karısını sürekli izletir, evde olup biteni kızdan öğrenir. Tevfik’in ruhi durumu gün geçtikçe kötüleşir. İlk evlerini güvenlikli bulmaz başka eve çıkarlar. Yeni evin komşuları, merak ettikleri bu aileyi ziyaret ettiklerinde alışılmışın dışında evin erkeği de odadan ayrılmaz. Suad Hanım sıkı sıkıya örttüğü çarşaf ile misafirlerin yanında oturur, neredeyse hiç konuşmaz. Binbaşının hanımı davet ettiğinde de o evde aynı kıyafetle oturur ama oradakiler ilk defa gözlerindeki morlukları görürler. Suad hanım ud çalıp şarkılar söyleyen bir İstanbul kızı olarak Ayvacık sakinlerinin epey ilgisini çeker ama bir türlü o çevreye dâhil olamaz. Bu gidip gelmeler ilk aydan sonra tamamen kesilecek ve Suad Hanım kocasının her sabah evden çıkarken kilitlediği odada Cemile ile bütün gün kapalı kalacaktır. Komşular için merak konusu haline gelen bu evin önünden gelip geçenler inleme sesleri, “cankurtaran yok mu?” feryatları duymaya başlarlar.
Toplumumuzda yaygın olan “karı-koca arasına girilmez” anlayışı o devirde de aynen geçerlidir. Büyük çoğunluk sessiz kalsa da o evde neler döndüğünü merak edip fırsat kollayanlar da vardır. Bazı komşular bir şekilde bu fırsatı yakalar. Altmışlarında bir komşu kadını evlerine çağıran Tevfik, karısının hamur yoğurmayı bilmediğini, un eleğini alıp gelmesini söyler. Kadın evde bir yandan yoğurtlu makarna hazırlar öte yandan kaş göz işaretleriyle yüzündeki yara bereyi sorar. Korkusundan ağzını açamayan Suad Hanım zorlukla kocasını işaret eder. Daha sonra küçük Cemile’den bu durumu öğrenen Tevfik, o yaşlı kadına da şiddet uygulayarak darp edecektir.
Bu sıralarda evinin etrafında zamparalar dolaştığına, karısının gayrimeşru ilişkisi olduğuna dair bir saplantıya kapılan Tevfik, ulu orta bu endişelerini yaymaya başlar. Komşuları Tevfik’le konuşmaktan korkar hale gelmişlerdir. Binbaşıdan bir tüfek ister ve alır. Zampara iddiası karşısında iki neferi de evinin çevresine nöbetçi olarak diker. Artık bütün gece uykuyu terk ederek eve gelecek zamparaları yakalamaya çalışır. Suad Hanım’a uyguladığı şiddetin dozu iyice artmış ve kendini aldattığına dair kafasındaki kurguların gerçekliğine yönelik yazılı ifadesini almaya kalkmıştır. Bir ara Edremitli bir adamın karısının aşığı olduğunu diline dolar. Binbaşı şubede de huzursuz olan Tevfik Efendi’nin ahvalinden tedirgin olunca biraz takibe başlar. Bunun üzerine Tevfik, Edremitli aşığı unutup binbaşıyı hedef seçer. Binbaşının yüzüne karşı karısının aşığı olduğuna dair ithamda bulunur. Edhem Bey ne kadar yemin etse, inkâr etse inandıramaz. Suad Hanım’ın bu adamın elinde ölüp gideceği düşüncesi kendisini huzursuz edince doktor, kadı, müftü, müddei-i umumi gibi kasaba erkânı ile neler yapabileceklerini dile getirir. Mevzuata göre hiçbir şey yapamayacaklarından oturup beklemeye başlarlar.
Beklerler ama Suad Hanım Tevfik’in iddiasına göre iki defa kendini asarak intihara kalkışmıştır. Bu intiharlardan kurtarabilmek için ipten indirip müdahale ettiği iki seferde de vücudunda çeşitli yara bere oluşmuştur. Bir seferinde intihar etmek isterken merdivenden düşmüştür. İkinci intiharda Tevfik ipi kesmek isterken karanlıkta yanlışlıkla Suad’ın iki kulağını da kesmiştir. Sol kulağından düşen parçayı atmamış, madalya kutusunda saklamıştır.
O sıralarda İspanyol nezlesi ve frengi Ayvacık ile civar kazaları kırıp geçirmektedir. Suad da hastalanmaya başlar. Tevfik, hükümet doktorunu çağırdığında Suad Hanım’ı eziyetten kurtarmak isteyenlere gün doğar. Ne var ki Suad Hanım yanlarında Cemile’nin de bulunduğu odada doktorun karşısına yüzü tam manasıyla “mesture” bir şekilde çıkar. Sorduğu sorulara “intihar edeceğim” gibi cevaplar verir. Gözleri mosmor çürüktür ve açamamaktadır. Suad Hanım’ın cinnet geçirme taklidi yaptığını ama eziyet gördüğünün kesin olduğunu anlatması üzerine müşahede altına alarak Tevfik’ten bir süre ayrılmasını sağlamak isterler. Tevfik buna izin vermediği gibi şiddetin dozunu arttırır ve İstanbul’a kendi tedavisi için gitmek ister. İzin beklenirken denkler hazırlanır ve bir araba kiralamaya kalkar. Bulduğu ilk arabacıya “Eğer yolda arkaya dönüp bize bakarsan seni öldürürüm” deyince arabacı vaz geçer.
Güçlükle bulduğu arabayı hazırlattığı akşamın sabahında İstanbul’a yola çıkacaklardır. Maalesef o gece Suad Hanım iyice fenalaşır ve ölür. Tevfik’in tutuklanması ve sonraki mahkeme safhasında verilen ifadeler korkunç gerçeği tüm yalınlığı ile ortaya koyar. Suad Hanım, taammüden ve kasten kocası Tevfik tarafından öldürülmüştür. Kızgın şiş batırmak, dizlerini yanan sobaya dayamak, cinsel organını kızgın maşa ile yakmak, kulağını kesmek, bütün gün penceresiz ve karanlık bir odada kilitli bırakmak, tuvalet ihtiyaçlarını aynı odada gidermek gibi akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakılmıştır. Dinlenen şahitlerin tamamı Tevfik’in, karısı Suad Hanım’a işkence ettiğini gözleriyle görmediklerini ama tevatüren ve belirtileri ortada olarak bu kanaatte olduklarını söylerler. Baştan sona Tevfik ve bilhassa annesi Eşref Hanım daima şahitleri yalancılıkla, para ile satın alınmışlıkla suçlamaktadırlar. Suad’ın annesi ve ailesi de Tevfik ve ailesini itham edip dururlar. İki ailenin aslında birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları anlaşılıyor. Mahkeme sürecinde defalarca ifadeler alınır, yenilenir, deliller değerlendirilir. Hatta otopsi yapılır, el yazısı sahteliğini tespit için yeminli komisyon kurulur. En son küçük Cemile dayısının hapiste olduğu sürede doğru ve dayısını suçlayan ifadesini verdiğinde hüküm netleşir. Karısını ve dört aylık çocuğunu bile isteye vahşi işkencelerle öldürmekten dolayı idama mahkûm edilir.
Mahkeme sürecinde Ayvacık Yunan işgaline uğramış, Biga çevresinde de Kuva-yı Milliye çeteleri etkili olmaya başlamışlardır. Yolları bazen kapatan Yunan işgal güçleri, şahitlerin Çanakkale’ye gitmesine engel oldukça mahkeme uzar. Bu arada Biga’ya sevk edilen Tevfik, Kuva-yı Milliye güçlerinin hapishaneleri boşaltması sebebiyle tahliye benzeri bir şekilde serbest kalıp İstanbul’a gelmiştir. Kızının katilinin serbestçe dolaştığını gören Kazım Bey İstanbul mahkemelerine yazdığı bir mektupla bu durumu ihbar eder. Anında yakalanıp Çanakkale’ye gönderilen Tevfik için uzun bir tutukluluk süreci başlar. İdam hükmü temyizden dönse de yeniden yargılanır ve idam hükmü kürek cezasına tahvil edilir. 22 Haziran 1922 tarihli Takvim-i Vekayi ile ilan edilerek kesinleşir. Dosya muhtevası burada bitmekle, mahkûmun hayatının bundan sonraki kısmı takip edilememiştir.