Eğer aklımda yanlış kalmadıysa, Roma Cumhuriyeti tarumar olup da “Ne rejim değişikliği canım, bilakis cumhuriyeti kurtarıyoruz” diye diye bir imparatorluğa dönüştükten sonra bile, Roma’nın seçilmiş en üst düzey yöneticileri konsüller ve konsüllük de varlığına devam ediyor. Zaten konsülsüz bir konsüllük, konsüllüksüz bir konsülü de pek düşünemiyoruz. Ha nedir, bu ister istemez bir iki-başlılık yaratıyor, zira bir tarafta koskoca bir imparator var, diğer tarafta da koskoca bir konsül. Konsüllük makamı imparatorluğun başlarında devam ediyor etmesine ama görünürde ya da kâğıt üzerinde konsülleri halk seçse de, konsüller fiili olarak imparator tarafından aday gösteriliyorlar, yani aslında basbayağı atanıyorlar.
Tabii her ne kadar cumhuriyet olduğunu ileri sürse de tarihçilerin MS 27 yılından itibaren “yok abi ne cumhuriyeti allahaşkına, imparatorluksun sen” dediği Roma devletinde konsüllük önemli bir makam. Yani evet, cumhuriyet rejimindeki bir sürü yetkisi elinden alınmış, ama yine de spor müsabakalarında artık başlama vuruşunu mu yapıyor, protokolde kendisine önlerde yer mi buluyor, imparator yokken onun adına karar mı veriyor ne. Galiba spor müsabakasında görünüyor, gerisini tam olarak bilmiyorum.
Her neyse, her şeye rağmen devlette imparatorluğun ardından en önemli makam olan konsüllük, gel zaman git zaman devlet işlerinde iki-başlılık mı çıkarıyor, yoksa sadece imparator konsülün maçlarda başlama vuruşu yapmasına mı kıl oluyor tam hatırlamıyorum ama kimi imparatorun şimşeklerini üzerine çekiyor.
Roma tarihinin en renkli imparatorlarından Caligula mesela, bizzat kendi atadığı ya da aday gösterip seçilmesini sağladığı (artık farkı ne tam olarak çözemedim) Pomponius Secundus’a feci uyuz oluyor. İşin öncesine bakacak olursak Caligula, kendisini bugün renkli olarak tanımamızı sağlayan işleri yapabilmek için olsa gerek, son derece büyük paralara ihtiyaç duyan bir adam. Artık ben Cassius Dio’nun yalancısıyım, Caligula başa geçince yaptığı harcamalarla 3 trilyon sestercelik hazineyi sıfırlamış. Bugünkü kurdan ne kadar ediyor bilmiyorum ama külli bir miktar olsa gerek diye düşünüyorum.
Her neyse, har vurup harman savuran Caligula, bir yandan da kendi adına bir sürü yapı inşa ettirdiği için millet bir müddet “yiyor ama çalışıyor da” diyerek kendisine göz yummuş. İyice gaza gelen Caligula beğenmediği, hoşuna gitmeyen, tavuğuna kışt diyen ne kadar adam varsa hepsini de bertaraf ediyor. Zaten doğru dürüst bir insanı sevdiği yok, varsa yoksa sevgili atı Incitatus.
Elbette dünya tarihine geçen bugün bir Bold Pilot olsun, Devir olsun, Johnny Guitar olsun, bir sürü kimisi Gazi koşusu şampiyonu, kimisi her daim sürdirek favori; jokeyi sırtından atlasa da birinci geleninden hem kumda hem çimde galoplarıyla, sprintleriyle büyüleyen bir sürü at var ama, herhâlde hiçbiri Caligula’nın Incitatus’u sevdiği kadar sevilmiyor. Caligula, Incitatus’u yemeğe çıkarıyor, arpasını altın kaselere falan koyduruyor. Ama bunlar da yetmiyor, günün birinde artık daha düşük profilli bir konsül istediği için mi, yoksa atını çok sevdiğinden mi bilinmez, mevcut konsülün yerine Incitatus’u atamaya kalkıyor.
Tabii böyle çok ilginç hikâyelerin genellikle pek de gerçekle ilgisi olmadığını düşündüğümden bu işe şüpheyle yaklaşıyorum ve Caligula’nın o kadar da delirdiğini sanmıyorum ama neticede ben de o döneme daha yakın Suetonius, Dio gibi tarihçilerin yalancısıyım ve şimdi her zaman için bu adamların o dönemin Fuat Avni’si olma ihtimali var. Zaten sanırım mesele Caligula’nın atını konsül olarak atamak istemesi değil; hakkındaki “atını konsül olarak atayacak kadar delirmişti” şayiasının günümüze kadar gelmesi ve birilerinin böyle bir şey uydurması bile bize bir şeyler söylüyor.
Ha maalesef Incitatus hayli düşük profilli olsa da konsül olamıyor, oldurmuyorlar, o da başka bir konu.