Üç boyutlu tasarım programlarının, silikonun ve akriliğin bilinmediği Birinci Savaş yıllarında, alçı, bakır ve boyayla yaptığı masklarla, cephede yüzünü kaybeden askerleri hayata bağladı. Heykeltraş Anna Coleman Ladd’in sıradışı adanmışlık hikayesi…
Birinci Dünya Savaşı, yüzünün yarısını muharebe alanında bırakan talihsiz bir askerin hayatta kalmasının mümkün olabildiği ilk savaştı. Askerî teknoloji insanların suratını uzaktan darmadağın edebilecek silahları nihayet (!) mükemmelleştirebilmişti. Yüksek kalibreli ve uzun menzilli toplar, el bombaları, makineli tüfekler ve özellikle gaz bombaları, savaş alanlarında artık yaygın şekilde kullanılıyordu. Üstelik hem komutanlar hem askerler, özellikle savaşın başlarında, bombalardan saçılan şarapnellerin ve seri tüfek atışlarının ne kadar ölümcül olabileceğini tam manasıyla idrak edebilmiş değildi. Hızlı hareket ederlerse yaylım ateşten kaçabileceklerini sanıyorlardı.
Bununla birlikte, artık önceki savaşlarda olduğu gibi yüzünden isabet alan her asker hayatını kaybetmiyordu. Askerî teknoloji gibi tıp bilimi de boş durmamış, bu ağır yaralı “yüzsüzler”i hayatta tutmayı sağlayacak tedavi yöntemlerini ve ilaçları geliştirmeye başlamıştı.
Fakat bizzat cerrahlar bile, bir dizi ameliyatla hayata bağladıkları çeneleri kopmuş, alınları çökmüş, elmacık kemikleri göçmüş, gözleri çıkmış, burunları ve ağızları yerinde olmayan bu insanları ister istemez kendi yarattıkları canavarlar gibi görüyor, onlar için daha fazlasını yapmanın yollarını arıyordu. İnsan içine çıkacak bir yüzden yoksun halde yaşamak istemeyen savaş mağdurlarına sıkça rastlanıyordu. Annesinin kendisini bu “ucube” suratla görmesini istemediği için hastaneden taburcu olmayı reddeden, memleketine dönmekte ayak direyen gaziler vardı.
Suratları paramparça bir halde hayata tutunmaya çalışan savaş gazilerinin imdadına yetişenlerden biri de Amerikalı bir kadın olacaktı. Anna Coleman Ladd (Watts) ismini taşıyan bu kadın, Philedelphia’nın kalburüstü bir ailesinde yetişmiş, Roma ve Paris’te sanat eğitimi görmüş, Boston’da yaşayan başarılı bir heykel sanatçısıydı.
Aslında savaşta yüzlerini kaybeden askerlere estetik-protez maskelerle yeni yüz yapma fikri Ladd’e ait değildi. 1916’nın Mart ayında, plastik cerrahları çaresiz bırakacak kadar tarumar olmuş yüzler için Londra’da bir “maske ünitesi” kurulmuştu. Halk arasında “Teneke Burunlar Dükkanı” diye anılan, resmî adı “Şeklini Kaybetmiş Yüzler İçin Maske Bölümü” olan ünitenin başına, İngiliz heykeltraş Francis Derwent Wood getirilmişti. Wood, o güne kadar bu amaçla kullanılagelen dayanıksız lastik maskeler yerine daha kalıcı ve gerçekçi olan ince metal maskeleri yaratmış, klinik tecrübelerini 1917’de İngiliz tıp dergisi Lancet’te yayımlamıştı.
Makale, Boston’da yaşayan Ladd’in dikkatini çekmiş, onu heyecandırmıştı. Fakat eğer eşi çocuk doktoru Maynard Ladd, Toul’daki Amerikan Kızılhaç Çocuk Bürosu’nn yönetmek üzere Fransa’ya tayin edilmeseydi, tarih başka şekilde akacak, muhtemeldir ki Anna Coleman’ın heyecanı, yüzleriyle birlikte yaşama sevinçlerini de kaybetmiş savaş gazilerine umut ışığı olacak bir faaliyete dönüşemeyecekti. Artık 39 yaşına gelmiş olan Anna, 1917’nin son günlerinde eşiyle birlikte Avrupa’nın yolunu tuttuğunda, planları kafasında çoktan hazırdı: İleride günlüğüne “benim işim cerrahların işinin bittiği yerde başlıyordu” diye yazacak olan Wood’un Londra’da İngiliz askerleri için üstlendiği misyonu, Paris’te Fransız askerlerinin hizmetine sunacaktı.
Anna Coleman Ladd, Ocak 1918’de dört asistanıyla birlikte Kızılhaç Portre Maskları Stüdyosu’nu kurdu. Çalışma mekanının “cesur suratsızlar” diye adlandırdığı gazilerin birbirleriyle tanışıp rahatça sohbet edebilecekleri, hatta iskambil oynayabilecekleri sıcak bir atmosfere sahip olmasına özen gösterdi. Estetik protez masklar konusunda önemli bir deneyim birikimi olan Wood ile yazışarak ondan teknik ayrıntıları öğrendi ve hemen işe koyuldu. Kısa sürede Wood’un tekniğini çok daha ileri götürecekti.
Çalışmasının ilk adımı, tahrip olmuş yüzün alçı kalıbının alınmasıydı. Ardından Ladd, yaralı askerin yüzünün tamam olduğu eski bir fotoğraftan, o yoksa ayrıntılı bir tariften yararlanarak eksik bölümleri ekliyor, bozulmuş kısımları düzeltiyor, yeni bir alçı kalıp hazırlıyordu. Bu kalıba iğne yapraklı ağaçlardan elde edilen bir tür latex olan Sumatra zamkını dökerek elastik bir maske elde ediyor, onu sıvılaştırılmış bakıra yatırıyordu. Verdiği elektrik akımı sayesinde maske bakırla kaplanıyor ve ortaya incecik, hafif ama ömür boyu kullanılabilecek dayanıklılıkta metal bir estetik-protez maske çıkıyordu. Son olarak maskeyi kendi geliştirdiği emaye bir karışımla askerin ten rengine uygun olarak boyuyordu.
Renk tonlarını güneşli bir hava ile bulutlu bir havanın ışık seviyeleri arasındaki ortalama bir ışığa göre kalibre edecek kadar özenli çalıştığından, sonuç çoğunlukla bir “başeser” oluyordu. Provalarda gerektiğinde kaş, kirpik, sakal ve bıyık eklenerek kullanıma hazır hale getirilen Ladd’in ince metal estetik-protez maskları gazilere adeta gerçek yüzlerini armağan ediyordu.
Anna, neoklasik bir heykeltraştı. Sanat ve güzellik anlayışı o dönemin prensipleri, oranları ve temaları etrafında şekillenmişti. Kariyerinin bir yıl kadar süren bu sıradışı aşamasında savaşın acı izlerini taşıyan birçok yüzü, ürettiği masklar aracılığıyla huzurun duru güzelliğini yansıtan neoklasik portrelere dönüştürdü. Gerçek anlamda ne tıp ne de sanat tarihlerinin konusu olan, günümüzde “anaplostoloji” adı verilen disiplininin alanında o günlerde yarattığı farkın sırrı, sanat formasyonunun yanısıra olasılıkla kadın duyarlılığıydı.
Ladd, Paris günlerinde 100 civarında estetik-protez maskın üretim sürecini yönetti. Ateşkesi izleyen günlerde, 1919 başlarında Amerika’ya döndükten sonra, Paris’te yetiştirdiği yardımcıları çok daha fazlasını üreterek savaşın korkunç yüzüyle mücadeleye devam ettiler. Savaştan sonra Amerika’da heykel çalışmalarını başarıyla sürdüren Ladd, 1932’de Fransa tarafından Légion d’Honneur’le onurlandırıldı. 1939’da 60 yaşında Santa Barbara’da öldüğünde, arkasında benzersiz bir adanmışlık hikayesi, bazıları halka açık alanlarda sergilenen pek çok kıymetli heykel ve “cesur suratsız”ının hayır dualarını bıraktı.
ANAPLASTOLOJİ NEDİR?
Alçı kalıptan dijital tasarıma
Anna Coleman Ladd’in 1. Dünya Savaşı sırasında sınırlı imkanlarla yaptığı işe günümüzde “anaplastoloji” adı veriliyor. Anaplastoloji, eksik ya da bozuk bir anatominin yapay maddeler yardımıyla tamamlanması veya düzeltilmesiyle uğraşan, sanatla bilimi biraraya getiren bir disiplin. Anasplastoloji uzmanları bugün yüz protezlerinde çoğunlukla silikon ve akrilik malzeme kullanıyor, maskeleri üç boyutlu bilgisayar programlarıyla tasarlıyorlar. Bunlar vücuttaki yerlerine implantlar ve mıknatıslarla sabitleniyor. Anaplastoloji, Irak ve Afganistan’da yüzlerinden yaralanan askerlerin rehabilitasyon programlarıyla dünya gündemine gelmişti.
MODERN SİPER SAVAŞININ ETKİSİ
‘Suratsız gazilerin dramı’
10 milyondan fazla askerin öldüğü, 21 milyon kişinin yaralandığı 1. Dünya Savaşı’nın karakteristiklerinden biri de baş ve yüzleri kolay hedef haline getiren siper savaşıydı. Yetersiz kasklar kafayı bir ölçüde korurken, yüz en savunmasız bölge durumundaydı. Gaz bombalarının yol açtığı surat travmalarında da müthiş bir artış vardı. İngiltere’de çıkan Social History of Medicine dergisinde 2011’de yayımlanan bir makaleye göre 60.500 İngiliz askeri yüzünden ya da gözünden yaralanmıştı. Fransız ve Alman ordularında da durum pek farklı değildi. Üstelik ne hekimler ne de sıradan insanlar bu duruma hazırlıklıydı. Çoğunlukla basit yaraları onarmaya alışık olan estetik cerrahlar bir anda yarısı kayıp bir yüzü toparlamak gibi zor bir görevle karşı karşıya kalıyor, geleneksel savaşlarda kolunu, bacağını kaybeden askerlere kısmen alışık olan siviller ise bu “suratsız gaziler”i kabullenmekte güçlük çekiyordu.