Kasım
sayımız çıktı

Savaşın korkunç yüzüne kadının sihirli dokunuşu

Üç boyutlu tasarım programlarının, silikonun ve akriliğin bilinmediği Birinci Savaş yıllarında, alçı, bakır ve boyayla yaptığı masklarla, cephede yüzünü kaybeden askerleri hayata bağladı. Heykeltraş Anna Coleman Ladd’in sıradışı adanmışlık hikayesi…

Birinci Dünya Savaşı, yü­zünün yarısını muha­rebe alanında bırakan talihsiz bir askerin hayatta kalmasının mümkün olabildi­ği ilk savaştı. Askerî teknolo­ji insanların suratını uzaktan darmadağın edebilecek silah­ları nihayet (!) mükemmelleş­tirebilmişti. Yüksek kalibre­li ve uzun menzilli toplar, el bombaları, makineli tüfekler ve özellikle gaz bombaları, sa­vaş alanlarında artık yaygın şekilde kullanılıyordu. Üstelik hem komutanlar hem askerler, özellikle savaşın başlarında, bombalardan saçılan şarap­nellerin ve seri tüfek atışları­nın ne kadar ölümcül olabi­leceğini tam manasıyla idrak edebilmiş değildi. Hızlı hare­ket ederlerse yaylım ateşten kaçabileceklerini sanıyorlardı.

Bununla birlikte, artık ön­ceki savaşlarda olduğu gibi yü­zünden isabet alan her asker hayatını kaybetmiyordu. As­kerî teknoloji gibi tıp bilimi de boş durmamış, bu ağır yaralı “yüzsüzler”i hayatta tutmayı sağlayacak tedavi yöntemleri­ni ve ilaçları geliştirmeye baş­lamıştı.

Detaycı bir sanatçı, duyarlı bir kadın Başarılı bir neoklasik heykel sanatçısı olan Anna Coleman Ladd, ürettiği estetikprotez bakır maskları kendi geliştirdiği emaye bir karışımla kullanıcısının ten rengine boyuyordu. Sanatçı, yeni bir yüze kavuşturduğu gazilerden biriyle, son provada.

Fakat bizzat cerrahlar bi­le, bir dizi ameliyatla hayata bağladıkları çeneleri kopmuş, alınları çökmüş, elmacık ke­mikleri göçmüş, gözleri çık­mış, burunları ve ağızları ye­rinde olmayan bu insanları is­ter istemez kendi yarattıkları canavarlar gibi görüyor, onlar için daha fazlasını yapmanın yollarını arıyordu. İnsan içi­ne çıkacak bir yüzden yoksun halde yaşamak istemeyen sa­vaş mağdurlarına sıkça rastla­nıyordu. Annesinin kendisini bu “ucube” suratla görmesini istemediği için hastaneden ta­burcu olmayı reddeden, mem­leketine dönmekte ayak dire­yen gaziler vardı.

Suratları paramparça bir halde hayata tutunmaya ça­lışan savaş gazilerinin im­dadına yetişenlerden biri de Amerikalı bir kadın olacaktı. Anna Coleman Ladd (Watts) ismini taşıyan bu kadın, Phi­ledelphia’nın kalburüstü bir ailesinde yetişmiş, Roma ve Paris’te sanat eğitimi görmüş, Boston’da yaşayan başarılı bir heykel sanatçısıydı.

Aslında savaşta yüzleri­ni kaybeden askerlere este­tik-protez maskelerle yeni yüz yapma fikri Ladd’e ait değildi. 1916’nın Mart ayında, plas­tik cerrahları çaresiz bıraka­cak kadar tarumar olmuş yüz­ler için Londra’da bir “mas­ke ünitesi” kurulmuştu. Halk arasında “Teneke Burunlar Dükkanı” diye anılan, resmî adı “Şeklini Kaybetmiş Yüzler İçin Maske Bölümü” olan üni­tenin başına, İngiliz heykelt­raş Francis Derwent Wood ge­tirilmişti. Wood, o güne kadar bu amaçla kullanılagelen da­yanıksız lastik maskeler yeri­ne daha kalıcı ve gerçekçi olan ince metal maskeleri yaratmış, klinik tecrübelerini 1917’de İngiliz tıp dergisi Lancet’te ya­yımlamıştı.

Makale, Boston’da yaşa­yan Ladd’in dikkatini çekmiş, onu heyecandırmıştı. Fakat eğer eşi çocuk doktoru May­nard Ladd, Toul’daki Ameri­kan Kızılhaç Çocuk Bürosu’nn yönetmek üzere Fransa’ya ta­yin edilmeseydi, tarih başka şekilde akacak, muhtemeldir ki Anna Coleman’ın heyecanı, yüzleriyle birlikte yaşama se­vinçlerini de kaybetmiş savaş gazilerine umut ışığı olacak bir faaliyete dönüşemeyecek­ti. Artık 39 yaşına gelmiş olan Anna, 1917’nin son günlerin­de eşiyle birlikte Avrupa’nın yolunu tuttuğunda, planları kafasında çoktan hazırdı: İle­ride günlüğüne “benim işim cerrahların işinin bittiği yerde başlıyordu” diye yazacak olan Wood’un Londra’da İngiliz as­kerleri için üstlendiği misyo­nu, Paris’te Fransız askerleri­nin hizmetine sunacaktı.

Anna Coleman Ladd, Ocak 1918’de dört asistanıyla bir­likte Kızılhaç Portre Maskla­rı Stüdyosu’nu kurdu. Çalışma mekanının “cesur suratsız­lar” diye adlandırdığı gazilerin birbirleriyle tanışıp rahatça sohbet edebilecekleri, hat­ta iskambil oynayabilecekleri sıcak bir atmosfere sahip ol­masına özen gösterdi. Este­tik protez masklar konusunda önemli bir deneyim birikimi olan Wood ile yazışarak ondan teknik ayrıntıları öğrendi ve hemen işe koyuldu. Kısa süre­de Wood’un tekniğini çok da­ha ileri götürecekti.

Gazilere rehabilitasyon Ladd, işinin savaşta yüzünden ağır yaralanmış askerlere maske yapmakla bitmediğini biliyordu. “Cesur suratsızlar” diye adlandırdığı gazilerin toplum içine çıkmadan önce yeni yüzlerine alışmaları gerekiyordu. Bunu için stüdyosunda, onların kolayca “sosyalleşebileceği” sıcak bir atmosfer yaratmaya özen gösterdi.

Çalışmasının ilk adımı, tah­rip olmuş yüzün alçı kalıbının alınmasıydı. Ardından Ladd, yaralı askerin yüzünün tamam olduğu eski bir fotoğraftan, o yoksa ayrıntılı bir tariften yararlanarak eksik bölümle­ri ekliyor, bozulmuş kısımla­rı düzeltiyor, yeni bir alçı kalıp hazırlıyordu. Bu kalıba iğne yapraklı ağaçlardan elde edilen bir tür latex olan Sumatra zam­kını dökerek elastik bir mas­ke elde ediyor, onu sıvılaştırıl­mış bakıra yatırıyordu. Verdiği elektrik akımı sayesinde maske bakırla kaplanıyor ve ortaya incecik, hafif ama ömür boyu kullanılabilecek dayanıklılıkta metal bir estetik-protez maske çıkıyordu. Son olarak maskeyi kendi geliştirdiği emaye bir ka­rışımla askerin ten rengine uy­gun olarak boyuyordu.

Renk tonlarını güneşli bir hava ile bulutlu bir havanın ışık seviyeleri arasındaki orta­lama bir ışığa göre kalibre ede­cek kadar özenli çalıştığından, sonuç çoğunlukla bir “başe­ser” oluyordu. Provalarda ge­rektiğinde kaş, kirpik, sakal ve bıyık eklenerek kullanıma ha­zır hale getirilen Ladd’in ince metal estetik-protez maskları gazilere adeta gerçek yüzlerini armağan ediyordu.

Savaşın çirkin yüzüne hassas müdahele Ladd, önce savaşta tahrip olmuş yüzün alçı kalıbını alıyor, ardından aynı yüzün hasarsız göründüğü bir fotoğrafa dayanarak ikinci bir alçı kalıp hazırlıyordu. Üst sırada dağılmış yüzlerin, alt sırada ise aynı kişilere ait düzeltilmiş suratların alçı kalıpları görülüyor.

Anna, neoklasik bir hey­keltraştı. Sanat ve güzellik an­layışı o dönemin prensipleri, oranları ve temaları etrafın­da şekillenmişti. Kariyerinin bir yıl kadar süren bu sıradışı aşamasında savaşın acı izleri­ni taşıyan birçok yüzü, ürettiği masklar aracılığıyla huzurun duru güzelliğini yansıtan ne­oklasik portrelere dönüştür­dü. Gerçek anlamda ne tıp ne de sanat tarihlerinin konusu olan, günümüzde “anaplosto­loji” adı verilen disiplininin alanında o günlerde yarattığı farkın sırrı, sanat formasyo­nunun yanısıra olasılıkla ka­dın duyarlılığıydı.

Ladd, Paris günlerinde 100 civarında estetik-protez mas­kın üretim sürecini yönetti. Ateşkesi izleyen günlerde, 1919 başlarında Amerika’ya döndük­ten sonra, Paris’te yetiştirdiği yardımcıları çok daha fazlasını üreterek savaşın korkunç yü­züyle mücadeleye devam etti­ler. Savaştan sonra Amerika’da heykel çalışmalarını başarıyla sürdüren Ladd, 1932’de Fran­sa tarafından Légion d’Hon­neur’le onurlandırıldı. 1939’da 60 yaşında Santa Barbara’da öldüğünde, arkasında ben­zersiz bir adanmışlık hikaye­si, bazıları halka açık alanlar­da sergilenen pek çok kıymetli heykel ve “cesur suratsız”ının hayır dualarını bıraktı.

Önce, sonra Anna Coleman Ladd, Paris günlerinde savaşta yüzü tanınmaz hale gelmiş 100 civarında gaziyi ürettiği masklarla hayata döndürdü. Sonraki yıllarda kendisine Fransa’dan gönderilen çok sayıdaki minnet mektubundan birinde şu ifadeler yer alıyordu: “Sevdiğim kadın artık beni itici bulmuyor, oysa buna hakkı var. Ne de olsa yakında eşim olacak!”

ANAPLASTOLOJİ NEDİR?

Alçı kalıptan dijital tasarıma

Anna Coleman Ladd’in 1. Dünya Savaşı sırasında sınırlı imkanlarla yaptığı işe günümüzde “anaplastoloji” adı veriliyor. Anaplastoloji, eksik ya da bozuk bir anatominin yapay maddeler yardımıyla tamam­lanması veya düzeltilmesiyle uğraşan, sanatla bilimi biraraya getiren bir disiplin. Anasplasto­loji uzmanları bugün yüz pro­tezlerinde çoğunlukla silikon ve akrilik malzeme kullanıyor, maskeleri üç boyutlu bilgisayar programlarıyla tasarlıyorlar. Bunlar vücuttaki yerlerine implantlar ve mıknatıslarla sabitleniyor. Anaplastoloji, Irak ve Afganistan’da yüzlerinden yaralanan askerlerin rehabili­tasyon programlarıyla dünya gündemine gelmişti.

MODERN SİPER SAVAŞININ ETKİSİ

‘Suratsız gazilerin dramı’

10 milyondan fazla askerin öldüğü, 21 milyon kişinin yaralandığı 1. Dünya Savaşı’nın karakteristiklerinden biri de baş ve yüzleri kolay hedef haline getiren siper savaşıydı. Yetersiz kasklar kafayı bir ölçüde korurken, yüz en savunmasız bölge durumundaydı. Gaz bom­balarının yol açtığı surat travma­larında da müthiş bir artış vardı. İngiltere’de çıkan Social History of Medicine dergisinde 2011’de yayımlanan bir makaleye göre 60.500 İngiliz askeri yüzünden ya da gözünden yaralanmıştı. Fransız ve Alman ordularında da durum pek farklı değildi. Üs­telik ne hekimler ne de sıradan insanlar bu duruma hazırlıklıy­dı. Çoğunlukla basit yaraları onarmaya alışık olan estetik cerrahlar bir anda yarısı kayıp bir yüzü toparlamak gibi zor bir görevle karşı karşıya kalıyor, geleneksel savaşlarda kolunu, bacağını kaybeden askerlere kısmen alışık olan siviller ise bu “suratsız gaziler”i kabullenmek­te güçlük çekiyordu.