Osman Darcan, Türk fotoğraf sanatının önemli köşetaşlarından biridir. Ankara’ya yolu düşen birçok ünlünün fotoğrafını çeken Darcan, aynı zamanda sahne fotoğrafçılığı alanının da öncüsüdür.
Bu yazıya, gerçeklere dayanan bir Agatha Christie öyküsüyle başlamak istiyorum. Mercek olmasaydı fotoğraf makinası da olmazdı. Yani bizim sanatımız fotoğrafçılığın tarihini insanların merceği bulması ve kullanıma sokması ile başlatabiliriz. Ancak ilk mercek ne zaman, hangi tarihte kullanılmış, bilen var mı? Hollandalılara mal ediyorlar ama, işin daha öncesi olduğundan da söz ediliyor… İlk örneği Mezopotamya’da Asur devletinin ilk başkenti olan Nimrut yerleşkesinin kazılarında bulmuşlar. Yaklaşık 3000 yıllık bir geçmişi var yani. Kuzey Irak’ta Musul’a 20-30 kilometre uzaklıkta, son zamanlarda IŞİD militanları tarafından yağmalandıktan sonra, matkaplarla gözleri oyulup balyozlarla parçalanan heykel ve kabartmaların bulunduğu, daha sonra bombalarla patlatılıp yok edilen bir antik kent kalıntısı. 1980’lerde dünya tarihinin en büyük altın definesi de burada bulunmuştu.
İlk keşfi ve kazı faaliyeti, 1845-1851 yıllarında yapılmış. Kazan ilk arkeolog Gilgameş Destanı’nı da ortaya çıkaran Austen Henry Layard. 1940’lı yıllarda kazılara yeniden başlanıyor. Bu kez kazı başkanı İngiliz arkeolog Max Mallowan. Bu kişi aynı zamanda bizim o zamanlar tazecik Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültemizin konuk profesörü. Söze bir “Agatha Christie öyküsü ile başlayacağız” dedim ya, işi nasıl ona bağlayacağım, açıklayayım: Bu Max Mallowan, Agatha Christie’nin kocası. Adam hep Ortadoğu’da kazılar yapmış durmuş. Eşi de ona asistanlık etmiş. Bu arada Agatha Hanım fotoğrafçılığı öğrenmiş, bir hayli de ilerletmiş. Çoğu polisiye roman, bir kısmı da tiyatro ve radyo oyunu olan 80 kadar eserin yazarı Agatha Christie’nin öykülerinde Ortadoğu coğrafyasının bir hayli yer alması şaşırtıcı olmasa gerek.
Agatha Christie Doğu Ekspresinde Cinayet romanı dolayısıyla İstanbul ve özellikle Pera Palas oteliyle ilişkilendirilip efsane haline getirilir de, onun Ankara ziyaretinden nedense pek söz edilmez. Oysa 1948 yılında Mallowan, Üniversite’de arkeoloji üzerine karşılıklı tartışmalı konferanslar vermek üzere Ankara’ya gelir. Yanında eşi Agatha Christie de vardır.
Bizi ilgilendiren, ünü dolayısıyla kendi ülkesinde pek çok fotoğrafa konu olmuş Bayan Christie’nin Ankara’da bir Türk fotoğrafçısına da özel poz vermiş olmasıdır. Bu fotoğrafçı Osman Darcan’dır. Osman Bey’in fotoğrafı hazırlayıp kendisine de imzalattığına göre Agatha Christie’nin bir süre Ankara’da kaldığı kesin.
Bu ziyaretten üç yıl önce bugün bile hâlâ sırrı tam çözülememiş çok esrarengiz bir cinayet işlenmişti. Seçkin tabakanın ve Sovyetler Birliği elçiliğinin doktoru olan Neşet Naci öldürülmüştü. Katil zamanın Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay mıydı, yoksa cinayeti önce üstlenen sonra inkâr eden arkadaşı Reşit Mercan mıydı? Mahkemenin tutumunu gurur vesilesi yapıp intihar eden Ankara’nın ünlü vali ve belediye başkanı Nevzat Tandoğan’ın olayın seyrini değiştirmek gibi bir rolü olmuş muydu? Başsavcı Fahrettin Karaoğlan’ın otomobilinde ölü bulunması normal miydi? Cinayet nedeni para mıydı, namus muydu, siyasal ya da bir casusluk olayı mıydı? Benzer bir yığın soru tam çözülememiştir. “Ankara Cinayeti” denilince sadece bu akla gelir (Bkz. #tarih 18-Kasım 2015). Agatha Christie’yi Ankara’ya mıknatıs gibi çeken bu esrarengiz olaylar zinciri miydi acaba!?
Öykümüze başka bir damardan devam edelim. Osmanlı Devleti’nin son yıllarında İstanbul’da Jean Weinberg’in sahibi olduğu Foto Français isimli bir fotoğrafhane var. Stüdyosu Fransız kendisi Alman isimli bu kişi aslında bir Romanya Yahudisi. Kurtuluş Savaşı sona ermiş, Ankara’da Cumhuriyet neredeyse ilân edilecek. Pek becerikli olduğu anlaşılan Weinberg soluğu Ankara’da alır. Tam 45 gün ısrarla Gazi’den randevu almaya çalışır. Sonunda bunu da başarır. Çektiği fotoğraflar beğenilir. Atatürk’ün “cumhurreisi” olarak kalpaklı ve kalpaksız ilk fotoğrafları ona aittir. “Gazi’nin özel fotoğrafçısı oldum” diye çalım satıp dururken şansı tersine döner. 1929 Cumhuriyet Bayramı Ankarapalas’ta kutlanırken Atatürk’ün huzurunda bizim ilk resmi foto muhabirimiz genç Cemal Işıksel’in üçayağını kasten tekmelediğine tanık olunur. Tabii bu davranış Atatürk’ün gözünden kaçmaz. Fotoğraflarının artık onun tarafından çekilmesini yasaklar. Bu olaydan bir buçuk yıl sonra da çıkarılan bir yasa ile yabancı uyrukluların Türkiye’de ticaret yapmaları tümden yasaklanır. Weinberg’e yol görünmüştür. Altı yıllık kalfası ile birlikte Kahire’ye göç edecektir.
O sıralarda Vedat Nedim Tör, Matbuat Umum Müdürüdür. Yeni ve çağdaş Türkiye’yi dünyaya lâyıkıyla tanıtacak La Turquie Kemaliste dergisini çıkarmak üzeredir. Ancak kaliteli fotoğraf bulamamaktadır. Gördükleri içinde sadece Weinberg’in kalfası Avusturya asıllı Othmar Pferschy’nin fotoğrafları olağanüstü güzelliktedir. Onun Türkiye’de kalması ve Matbuat Umum Müdürlüğü adına çalışması için özel izin çıkartılır. Othmar 5-6 yıl boyunca Türkiye’yi dolaşır ve birbirinden güzel fotoğraflar çeker. O Matbuat Umum Müdürlüğü’nde çalışırken daireye genç bir film kameramanı alınır, adı Osman Darcan’dır. Othmar, onun çektiği portesini “Sevgili öğrencim ve arkadaşım” diye imzalamış. Demek ki Osman Darcan’ın ustası o.
Geçen ay başında Osman Darcan hakkında kapsamlı bir albüm-kitap yayınlandı. Kitapla birlikte Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde bir de sergisi açıldı. Kendisi de iyi bir fotoğraf sanatçısı olan sevgili dostumuz Uğur Kavas’ın gayretiyle hazırlanan kitapta gördüğüm iki imzalı fotoğraf bana bunları anımsattı.
Osman Darcan çok değerli bir fotoğrafçımız. Onu hayırla anmak boynumuza borçtur. Daha 1959 yılında ben henüz İstanbul’dayken Muhsin Ertuğrul, Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter, yeni açılan Karaca Tiyatro’nun Saat 6 oyunlarını başlatmışlardı. Hayat dergisi için ilk oyunlarının fotoğraflarını çekmiştim. Muhsin Bey onları görünce “Paşam, Ankara’da Osman Darcan’ı tanır mısın” demişti bana. “Adını işittim, eserlerini de görmüşlüğüm var” demiştim ben de. “İşte Türkiye’de ondan başka doğru dürüst sahne fotoğrafı çeken yok. Çok arıyorum, bulamıyorum. Sen bu konuda istidatlısın; aman devam et. Ben seni Şehir Tiyatroları’na da tavsiye edeceğim” diye de eklemişti.
Saim Alpago ve Asuman Korad’ın şirin bir pozları.
Kısmettir, birkaç ay sonra ben Ankara’ya atandım. İlk ziyaret ettiğim kişi Osman Darcan olmuştu. Birkaç yıl boyunca kimi oyunlarda ben gazeteci, o tiyatronun fotoğrafçısı olarak yan yana çalıştık, hemen hemen aynı sahneleri çektik. O vefat edince el alışkanlığım dolayısıyla onun işini bana verdiler, 15 yıldan fazla (Bence Devlet Tiyatroları’nın altın yılları) bu işi sürdürdüm.
Stüdyo fotoğrafçılığı yanında Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşundan Tatbikat Sahnesi’ne, oradan Devlet Tiyatrosu’na kadar süren fotoğrafçılık serüveni hakkında çok şey söylenebilecek Osman Darcan için sayfalar yetmez. Onun birbirinden güzel portreleri ve sahne fotoğraflarına daha çok yer ayırabilmek adına sözü burada keselim.
Osman Darcan’ın kendi portresi