Yani “Ey damadım, kızım sizin susamış dudaklarınızdan öper”. 3. Ahmed’in, damadı Nevşehirli İbrahim Paşa’ya yazdığı mektuptaki bu cümleyi, günümüzde dahi hangi baba damadına yazabilir? O sırada yanında bulunan kızı Fatma Sultan’dan bahisle damadına böyle bir ibareyi yazan padişah, maalesef 1733’te evladının ölümünü de görecekti.
Sultan 3. Ahmed, babası 4. Mehmed’in 1673’te Lehistan Seferi sırasında kışı geçirmek üzere bulunduğu Hacıoğlupazarı’nda (bugünkü Bulgaristan’da, Dobriç kenti) doğdu. Annesi Gülnuş Haseki’nin kendisinden önce doğurduğu kardeşi 2. Mustafa’nın “Edirne Vak’ası” sonucunda tahttan indirilmesi üzerine, 1703’te tahta çıktı.
Sefer sırasında, saray ortamından uzakta doğmuş olmasından mıdır bilinmez, savaştan çok barışa eğilimli bir tabiatı vardı. 1683’te Viyana Kuşatması ile başlayıp 1699 Karlofça Antlaşması ile sonuçlanan uzun savaş yıllarının devlet ve toplum üzerindeki tahribatını yakından izlemesi de barışseverliğinde etkili olmuştur mutlaka. Yine de tahta geçtikten sonra ilk hamlede barış ortamı oluşamadı. Avusturyalılarla olsun, Ruslarla olsun 15 yıl daha, 1718’deki Pasarofça Antlaşması’na kadar defalarca savaşıldı. 1718’den sonra, Patrona Halil İsyanı ile tahttan indirildiği 1730’a kadar “Lale Devri” adı yakıştırılan müstesna zamanın başmimarı oldu.
Bu devirde en büyük yardımcısı, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idi. 3. Ahmed’in ilk çocuğu ve sevgili kızı Fatma Sultan’ın kocası olan bu sadrazam, kayınpederi padişahtan yaşça büyüktü. 12.5 yıl sadrazamlık yaptı. Kâğıthane semtinde devrin modası olan lale bahçeleri arasında devletin ileri gelen yöneticilerinin inşa ettirdiği 120 civarında çok lüks köşk ile 3. Ahmed’in inşa ettirdiği saraylar, Sadabad eğlencelerinin odak noktası oldu. Halkın bir kısmı bu eğlencelere ayak uydursa da, gidişattan huzursuz kitlelerin bir kıvılcımla ateşlenen isyanı Lale Devri’nin sonunu getirdi. 3. Ahmed çok sevdiği kızını dul ve mahzun bırakmayı göze alıp damadını öldürterek isyancılara teslim etmekle kurtulamadı; tahtından da oldu. Bu sayede canını kurtardıysa da, yerine geçen 1. Mahmud’un saltanatı sırasında 6 yıl kaldığı kafes ardında, kızının da ölümünü görerek ömrünü tamamladı.
Sultan 3. Ahmed’in, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ile yazışmalarından günümüze çok sayıda belge intikal etmiştir. Aralarında kayınpeder-damat ilişkisinden öte bir dostluk olduğu bu belgelerde açıkça görülür. Damadına yazdığı, devlet işlerine dair resmî nitelikli hatt-ı hümayunlarında bile bir vesile ile kızına selam göndermeyi, hatırını sormayı ihmal etmez. Neredeyse üzerine titrediği kızını her an merak eden bir babadır. Çocuklarına çok düşkün olan 3. Ahmed’in, adını bilemediğimiz kızamık geçiren küçük çocuğunun tedavisi için nasıl uğraşıp didindiğini gösteren, Harem’deki anasının çocuğuyla hiç ilgilenmediğini Darüssaade Ağası’na şikâyet eden mektubunun, uzun Osmanlı asırlarında başka bir benzeri yoktur (BOA. HAT. 1447/41).
Bu yazıda tanıtmak istediğimiz hatt-ı hümayunun da, muhtevası itibarıyla bir başka benzerine rastlanamamıştır. Damat İbrahim Paşa, kendisine gelen bir raporu padişaha sunmuş. Padişah da bu rapor üzerine düşmanın hareketliliği, askerin firar etmemesi için geride kuvvet bırakılmasını; firar edenlerin aman verilmeden katledilmelerini içeren bazı uyarıları sadrazamına beyaz üzerine hatt-ı hümayun ile bildirmiş. Sadrazam böylesine dikte edici üsluptan gücenmesin diye de, araya “bunları yazmaktan muradım sana öğretmek değildir, aklıma geldi yazdım” cümlesini sıkıştırıvermiştir. Klasik dua cümleleri ile de mektubunu bitirmiştir.
İşte buradan sonra, zannederim ki kağıdın altındaki boşluğu da doldurmaya karar vermiştir. Neyle başlasın? Kızı Fatma Sultan, mektubun yazıldığı sırada anlaşıldığı kadarıyla kendisinin yanındadır. Kızından kocasına bir haber gönderse iyi olur elbette! İşte burada, çok şaşkınlık verici bir ibare kullanmıştır: “Zevceniz sultan leb-i teşnenizi bûs ederler”. Yani “Ey damadım, kızım sizin susamış dudaklarınızdan öper”. Böyle yazabilmek kimin harcıdır? Günümüzde dahi, hangi baba bu cümleyi damadına yazabilir? Acaba o günlerin ortamında dudaktan öpmek, yanaktan öpmekten farklı değil miydi? Yazının devamı da ilginç… “Rüya gördüm, şüphe yok, zafer bizim ama ne zaman olacağını bilemedim”. Kimbilir, belki de laf olsun diye kağıdın boş kalan kısımlarını doldurmuştur. Ancak laf da laftır!
1BELGENİN BELGESİ
Padişahtan damadına pek samimi cümleler…
Tarihsiz olduğu için tahminen 1727’de yazıldığı düşünülen mektup, padişahın Damat İbrahim Paşa’yla samimiyetini de ortaya koyuyor. Ancak 3. Ahmed, çok değil 3 yıl sonra, kızını dul ve mahzun bırakmayı göze alıp damadını öldürtecek ve isyancılara teslim edecekti!
“Sen ki Vezirim,
İki kıt’a telhisin meali malum-ı hümayunum oldu. Düşman elbette bir tarafa hücum eder demiş. Ederse belasın inşallah bulur. Düşman tarafından hareket olmadıkça sizin tarafınızdan hareket olunmasun. Münasibi budur. Bu hususa pek takayyüd eyleyesiz. Cenk muhakkak olur ise askerin ardını boş komayup pekidesiz. Firar eder olur ise bil[a] aman katlettiresiz. Askerin gerisi bi’l-külliye boş olduğundan havfları olmaduğından cüz’i şeyden firar ederler. Bunları muradım sana talim değildir. Lakin hatırıma geldiğinden yazdım. Hak Teâlâ sebat ihsan eyleyüp düşman üzerine galip ve mansur eyleye. Âmin yâ Rabbe’l-Âlemîn.
Zevceniz sultan leb-i teşnenizi bûs ederler ve cümle evlatlarım duanızda daimlerdir. Heman Cenab-ı Hak düşman-ı dinden muradımız üzre ahz-ı intikam müyesser ve mukadder eyleye. Âmin. Zaman-ı devletimizde bu düşmandan intikam alınmak rayamızda [rüyamızda] şehade olundu ve şüphemiz kalmadı. Lakin vakti tayin olmaduğından ne vakitte oldığı malumum değil. Ümiz ederim ki bu sene nusret vardır. Hak Teâlâ lutf [u] keremi ile nusret-i kâmile ihsan eyleye. Âmin yâ Muîn” (BOA.A.AMD 2/80).