18. yüzyılda yaşamış, musikimizde başyapıt sayılabilecek özellikte eserlerin söz yazarı, bestekârı ve icracısı Dilhayat Kalfa, Osmanlı dönemi kadın müzisyenlerin ne kadar üstün bir sanatsal birikimi olduğunu kanıtlıyor. 100’ün üzerinde eserinden sadece 12’si günümüze notalarıyla ulaşabilen Dilhayat Kalfa, aynı zamanda adı kayıtlarda geçen tek kadın bestekâr.
GÖKÇE BAHAR ERCAN
Klasik Osmanlı-Türk musikisinin oluşumunu 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren takip etmekteyiz. Toplumun her kesimine açık olan bu gelenek, bu tarihten itibaren müzik icra edilen tekke, kahvehane daha sonraları 18. yüzyılda gelişen yeni eğlence anlayışıyla beraber ortaya çıkan sahil sarayları, konaklar, yalılar, bahçeler ve mesire yerleri gibi yeni kültürel alanlarda, merkez çevre etkileşimiyle zenginleşerek, 20. yüzyıla kadar hiç ara vermeden dört yüzyıl devam eder. Bu musiki, kapalı bir gelenek olmakla birlikte her sosyal kesimden, her inançtan ve her kültürden müzisyenlere açıktı.
Osmanlılar’ın bu yeni geleneği büyük ölçüde şehirli bir müzik geleneğiydi. Merkezinde imparatorluğun payitahtı bulunur ve Edirne, Bursa, Selanik gibi kentlerden beslenerek, esas itibariyle kentli bir kültürel alana yayılırdı. Şehir kendi müzik stilini üretiyordu.
Bu geleneğin aktarımında “meşk usulü” denen eğitim sistemi kullanılmaktaydı. Temelinde üstad-şakird ilişkisi olan ve ezbere dayanan bu sözlü aktarım yöntemi, sadece bir aktarım veya eğitim değil, aslında talebenin bu geleneğe dahil olabilmek için yeterli olup olmadığını ölçen bir eleme sistemiydi. Eserler üstad ile tekrar tekrar meşk edilerek ezberlenirdi. Bu sabır isteyen uzun ve meşakkatli bir süreçti.
Müzisyen kadınlar
Osman Hamdi Bey’in
1880’de yaptığı “İki
Müzisyen Kız” tablosunda
Bursa Yeşil Cami
namazgahında tambur ve
def çalan Osmanlı kadınları.
Osmanlı sarayında musiki eğitimi, 17. yüzyılda IV. Murad zamanında Seferli Odası’nın oluşturulmasına kadar büyük ve küçük odalarda sürmekteydi. Erkekler Enderun Meşkhanesi’nde, kadınlar ise Harem-i Humayun’da ya da saray dışındaki konaklarda Osmanlı müziğine hizmetleri geçmiş Enderun’un musiki hocaları ya da dönemin gözde bestekar, hanende ve sazendelerinden ders almaktaydılar. Uzun süre şehirdeki musiki hocalarının evlerinde kalan cariyelerin aldıkları saz derslerinin ücreti ve kişilerin yiyecek masrafları da saray hazinesi tarafından karşılanmaktaydı. Örneğin Kantemiroğlu’nun tanbur hocası Rum Angeli, saraydaki cariyelere verdiği dersin karşılığında hazineden 70-80 akçe maaş alıyordu. Osmanlı toplumunda musiki kadın-erkek arasındaki bağları koparmamış, icra edilen her yerde kadın ile erkeğin karşı karşıya, haremlik-selamlık koşullarında yanyana gelebilmesini sağlamıştır.
Eğitim alan kadınlar, musikiyi sadece gündelik hayatlarının bir parçası olarak görmemiş, haremde hanende ve sazende olarak icralarına devam etmişler hatta hoca olarak da görev yapmışlardır. Sazendeler genellikle “kalfalık” derecesine kadar yükselmiş, bu terim 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sarayda ve konaklarda kullanılmaya başlanmış, daha önceleri kullanılan “bula”, yani abla kelimesinin yerini almıştır.
Bugüne kalan eser: ‘Peşrev’
Dârülelhan İlmiyesi kayıtlarındaki Evcara makamında, çifte düyek usulündeki Peşrev, yüzden fazla bestesi olan bestekârın günümüze ulaşan on iki eserinden biridir (Atatürk Kitaplığı).
Walter Feldman’ın yazdığı Music of the Ottoman Court: Makam, Composition, and the Early Ottoman Instrumental Repertoire’da belirtildiği üze re Dilhayat Kalfa, genç şehzade Selim’in 1789’da tahta çıkmadan önce musiki hocalarından birisiydi.
Dilhayat Kalfa (1710?-1780) Osmanlı-Türk musiki tarihinde bilinen en önemli kadın bestekârdır. Musiki mecmualarından elde ettiğimiz bilgiye göre, 100’ün üzerinde sözlü eser ve saz eserinin bestecisidir ki bu bile başlı başına onun sıradışılığını göstermektedir. Bu eserlerden sadece 12’si günümüze notalarıyla ulaşabilmiştir. Bunlardan mahur ve rast makamındaki “beste” ve evcara makamındaki “peşrev” ve “saz semaisi” en önemli klasikler arasında sayılır. Kendi fasıl eserlerinin nadide güfteleri de onun eseridir.
Hanende ve sazende olan Dilhayat Kalfa, evcara makamında eser veren ilk bestekârdır. Her ne kadar Abdülbaki Nasır Dede 1794’te bu makamın Sultan III. Selim tarafından bulunduğunu yazsa da, Dilhayat Kalfa’nın şehzade Selim’in 1761-1789 yılları arasında musiki hocalarından biri olduğu düşünülünce, Mevlevi şeyhi Abdülbaki Nasır Dede’nin bu makamın terkibini bir cariye yerine sultana atfetmesi normal karşılanabilir.
Araştırmacı – akademisyen Talip Mert, 1999’da Musiki Mecmuası’nda “Dilhayat Kalfa’nın Mirası”nı yayımlamıştır. Belge üzerinde herhangi bir tarih bulunmamasına rağmen, belgenin tasnifi esnasında yapılan bir araştırma sonucu tahmini olarak 1737 (hicri 1150) tarihi konmuştur. Yazıda Dilhayat Kalfa’nın terikesinin incelenmesiyle ölüm tarihinin 1737 olduğu, III. Ahmed döneminde yaşadığı, bulunan 4 adet elmas iğneden (kabak çiçeği şeklinde beş yapraklı olan bu iğneler hazinedar ustaların resmî eşyasından sayılıyordu) ve saraydan ayrılmasından hareketle hazinedar usta olarak görev yaptığı, Patrona Halil İsyanı ile III. Ahmed tahttan indirildikten sonra saraydan ayrıldığı sonuçlarına varılmıştır. Bu sav, Dilhayat Kalfa’nın III. Selim’in tanbur hocası olmasını imkansız kılmaktır.
Klasik fasıl repertuvarındaki ustalığı sıradışı olan Dilhayat Kalfa, aynı zamanda adı kayıtlarda geçen tek kadın bestekârdır. Kadınlar tarafından icra edilen başka sözlü fasıl kaydına şimdiye kadar rastlanmamıştır.
Dilhayat Kalfa, bir bestekâr olarak döneminin ötesine uzanan dehasıyla Osmanlı-Türk musikisinin klasikleri arasına geçen nadide eserler üretmişti. Hakkında, günümüze ulaşan eserleri haricinde detaylı bir bilgi yok. Hayatının son günlerini saraydan ayrıldıktan sonra Sult anahmet’teki konağında iki cariyesiyle geçirdiği biliniyor. İki cariyesinden birini ölümünden önce çerağ etmiş, büyük bir ihtimalle gelin etmiş; diğer cariyesi Teravet’e ise iki adet elmas iğne, iki altın kuşak ve bir bilezik bırakmıştır.