Kasım
sayımız çıktı

2 din, 2 uygarlık, 1 müze

Adını Tanrı’nın kutsal bilgeliğinden (sofia) alan bir Ortodoks kilisesi olarak inşa edildi; ardından Katoliklerin eline geçti. 2. Mehmed fethettiği kenti onun tepesinden izledi. Cami olduğu dönemde de müze olduktan sonra da tüm dünyanın gözbebeği oldu. Ayasofya’nın kaderi bugünlerde bir kez daha tartışılırken, yapının tarihî önemini de yeniden hatırlamak gerek.

İstanbul Ayasofyası dünyanın en meşhur ve önemli yapılarından biri. Aslında kentte 4. yüzyıldan beri bu isimli bir yapının varlığı biliniyor. Tanrının kutsal bilgeliğine (sofia) adanmış bir Ortodoks kilisesi… Yerinde olan ilk iki yapı iki büyük isyan ile yokolmuş. Hemen üçüncüsü 532-537 yılları arasında İmparator İustinianus ve eşi Theodora tarafından Anthemios ve İsidoros isimli iki mimara inşa ettirilmiş. Büyük bir imparatorluğun, ekonomik açıdan en güçlü dönemlerinden birinde, en hırslı imparatorluk ailelerinden birinin iktidarında, iki dâhi mimarın bu siparişi alması ile ortaya bu benzersiz anıt çıkmış. İnşa edildiği dönemde Hıristiyan dünyasının en büyük kilisesi olmuş ve neredeyse 1000 yıl boyunca bu niteliğini korumuş. Ona esin kaynağı olacak bir yapı göstermek mümkün değil. Planın bazı kısımları eskiden beri bilinen formlar ama bunların biraraya geliş şekli tamamen bu yapıya özgü. Orta bölümü büyük bir kubbe, iki yarım kubbe ve bunlarından açılan dört daha küçük yarım kubbeler ile örtülmüş. Tasarımındaki farklılık inşa edildiği dönemden itibaren hep tanrısal ilhamla açıklanmış. Bizans uygarlığı tarafından o kadar önemsenmiş ki bir daha bir benzeri asla inşa edilmemiş. Tüm dönemler boyunca onu ayakta tutmak için büyük çabalar harcanmış. Onarımlar yapılmış, her taraftan desteklenmiş. 

1204’te Haçlılar Bizans başkentini işgal ettiğinde zenginliği Katolik Hıristiyanları büyülemiş ama bu hayranlık hazinelerinin türlü hakaretler ile yağmalanmasına engel olamamış. Ortodoks papazlar yapıdan kovulmuş; 1261’e kadar kentin yeni sahiplerinin mezhebine göre Katolik kilisesi olmuş. Sonra tekrar Ortodoks kilisesine çevirmişler. 

Dünyanın esin kaynağı Yaklaşık 1000 yıl boyunca dünyanın en büyük Ortodoks kilisesi, uzun yıllar kapalı mekan bakımından en büyük camisi ve nihayet bütün dinlerden insanların esin kaynağı olacak bir dünya mirası Ayasofya…

29 Mayıs 1453 Salı günü kent Osmanlıların eline geçince onlar da önce bu yapıya ulaşmışlar. Fatih üzerinden kenti izlemiş. O hafta Cuma günü Müslümanlar Cuma namazını camiye çevirdikleri bu yapıda kılmışlar. Osmanlılar da yapıya hayran olmuş. Yapının fonksiyonu değişmiş, ama adı değişmemiş. Ayasofya Camii. O artık dünyanın en büyük camii olmuş. 

İnşasından 1000 yıl sonra yapı, yeni bir uygarlığın mimarisine yön vermiş. İstanbul’da gelişen cami mimarisi bir yönüyle Ayasofya’dan esinlenmiş. Bosna’dan Diyarbakır’a, Kırım’dan Mısır’a kadar tüm coğrafyada cami denildiğinde zihinde beliren imge bu yapı ve benzerleri olmuş.

1934’de bu anıtsal cami bir müze haline getirildi. Artık kentin ve devletin dinini değil laikliğini temsil etmeye başladı. Öte yandan bu değişimden sonra tartışmalar hiç bitmedi.

Bugün Türkiye’de kendini muhafazakâr hissedenler yapının tekrar cami olmasını istiyor. Liberal hissedenler ise müze olarak kalmalı diyor. Dindar Hıristiyanlar için yapının kilise geçmişi önemli. Kimse aksini bekleyemez. Ama dindar Müslümanlar da yapının cami geçmişine aynı duygularla bakıyor. Kendilerini bu yapının mirasçısı olarak görüyor.

Müze yönetimi bugüne kadar yapının tüm dönemlerine saygılı bir yaklaşım geliştirmeye çalıştı. Bugün için müze fonksiyonu Ayasofya için en geçerli çözüm gibi. Süreç zor. Dünyanın en kalabalık Müslüman şehirlerinden birinde bulunan müze ya da eski cami ve daha eski kilisenin fonksiyonu her durumda tartışılacak gibi.