Türkiye yaklaşık 2 aydır sosyal medya üzerinden yayılan ve devlet kurumlarını, siyasetçileri, bürokratları, gazetecileri kuşatan yasadışı faaliyet iddiaları; kara para, rüşvet ve bunların hepsini “düzenleyen” mafya yapılanmaları ile çalkalanıyor. Dünyada ve Türkiye’de, Batı’da ve Doğu’da, tarihten günümüzün “ahbap-çavuş kapitalizmi”ne paranın ve adaletin-adaletsizliğin serüveni.
Rezilliğin tarihi üzerine çalışırken maddi temeli üzerinde durmaktan ziyade karakter analizlerine girişilebilir. Lakin mülkiyetle ilgili herhangi bir konuda konuşurken ilk akla gelen, işin ekonomi politiğidir. Korsanlık, ticari kapitalizm döneminde sermaye birikiminin vazgeçilmez dayanaklarından biriydi. İnsanların aşırı çalıştırılması, kırsal kesimdeki küçük üreticinin çökmesi, sömürgelerin talan edilmesi “gasp” yoluyla sermaye birikiminin yollarıysa, korsanlık ve köle ticareti de buna eklenmelidir. Para varsa ve çoğalmak istiyorsa, feryat “Meşruiyet bizi boğuyor”dur. Meşruiyet sanıldığının aksine alt sınıflardan çok, az zamanda büyük servetler yapmanın peşinde olanların kabusudur.
Kumar, haraç, eğlence ve fuhuş gibi sektörlerin cürüm sanayiine ait olduğu genel olarak kabul görür. Ardından bir çeşit turizm ve kimi lüks otel işletmeleri gelir.
Para varsa “ak”ının yanısıra “kara”sı da vardır. Ancak kara para karanlıkta kalınca kendini sınırlamış olur; dolayısıyla “normalleşme” için yeni sahalara ihtiyaç duyulur. Bayındırlık, inşaat, taşıma, emlakçılık, ithalat-ihracat, araba galerisi, örneğin ABD’de ve birçok ülkede mafyanın at oynattığı alanlardır. Belleğimizi zorlamadan “yerli ve millî” örnekler de bulabiliriz.
Kara paranın kaynağının çeşitliliği, şişkinliği bütün yasal yaptırımlara rağmen giderek artıyor. Özellikle devlet kaynaklarının kayırmacılık ilişkileri içinde harcanmasının öne çıktığı “ahbap-çavuş kapitalizmi” döneminde, “devlet, iş hayatı ve cürüm” arasındaki ilişkiler giderek girift hâle gelmekte. Devlet kurumlarının şu veya bu şekilde yol vermediği bir uyuşturucu kaçakçılığının pek mümkün olmadığını, artık dünya-âlem biliyor. Ancak bu kanallardan elde edilen paraların aklanmasının da yine meşru kanalların açılması için gerektiği de eklenmeli. Aklanan paraların sisteme dahil edilmesine, bizde görece yeni olsa da örneğin ABD’de 40 yıldır rastlanmakta.
Öte yandan devletlerin de aleni olmayan faaliyetleri için kullanacağı aygıtların kaynakları da, bütçede açık açık gösterilecek değildir. Şili’de Allende’yi deviren darbenin arkasında, CIA ve Pentagon’un desteklediği ITT olduğu biliniyor.
ABD deyince, devletin “örgütlü suçla” yakın ilişkisine dair kimsenin şüphesi yok. Küba’da Domuzlar Körfezi çıkarması (1961) mafya ile birlikte yürütülmüştür. Uzakdoğu’dan Batı dünyasına eroin trafiğinin en azından bir kısmının CIA aracılığıyla yürütüldüğüne dair raporlar vardır.
Siyasette paramiliter yapılanmaların, durumdan vazife çıkaranların belirdiği yerde, devletlerle suç örgütleri arasındaki ortak yaşam kaçınılmaz. Latin Amerika’da uyuşturucu kaçakçılığının bir dizi ülkenin en önemli ihraç kalemi olduğu ve bunun da ancak devlet ricali ile bir tür işbirliği içinde gerçekleşebileceği gerçeği hatırlanırsa, devlet ile organize suç örgütleri arasındaki ortak yaşamın zemini anlaşılır. ABD dışında da bu tür işlere bulaşacak her devletin örgütlü suç ile bir tür ortak yaşam kurması kaçınılmazdır.
Bu işte bir de emekliler meselesi var! Cezayir Savaşı sırasında merkezin politikasına karşı çıkan OAS’a karşı De Gaulle’cüler SAC diye özel bir teşkilat kurmuşlardı. Daha sonra bu teşkilat, bu “tür işleri” kendi çıkarı için yapmaya başladı. Bir dönem için “kahraman” addedilenler, şartlar değişince “adi suçlu” olabiliyor ya da kahramanlar “organize suç örgütü lideri”ne dönüşebiliyor. Bu tabloya, solculukla başlayıp kendi hesabına çalışanları da dahil etmek mümkün. Tabii eski askerlerin oluşturduğu güvenlik şirketlerinin özellikle uluslararası operasyonlarda yeri ve finansmanı da bu kalemde ele alınabilir.
Suç örgütlerinin toplumdaki yeri (tıpkı suç gibi), toplumsal yapıyla da yakından alakalı. “Ahbap-çavuş kapitalizmi” önceki dönemlerden daha farklı ama daha kapsamlı bir biçimde “meşruiyetin” sınırlarını zorlamakta (Meşruiyet sınırları içinde hareket kabiliyeti tıkandıkça sınırın ötesine geçilir).
Paradoksal olan, son 40 yılda genel olarak devletlerin sosyal harcamalarını kısıp güvenlik harcamalarını alabildiğine artırmasına rağmen; “örgütlü suç” alanının genişlemesi ve bunların devletle ilişkilerinin serpilmesidir. Oligarkların hakim olduğu eski Sovyet ülkelerinde bu “ortak yaşam” çok daha net bir biçimde gözükürken, dünyanın kutuplarındaki çoğalmaya paralel olarak belli ki yeni merkez adayları da peydahlanmakta. “Ahbap çavuş kapitalizmi”nin amiral gemisi özelleştirmelerin kütüğüne bakıldığında, bir anda beliren ve bir başka anda da ortadan kaybolan yani siyasetle ilişkili olduğu kadar “organize” de olan hüdayi nabit (kendiğinden yetişip büyüyen) işadamlarına sıkça rastlıyoruz.
Küreselleşme yalnızca sermayenin yeniden yapılanmasına yol açmadı; cürüm de yeniden yapılandı, buna uygun aygıtlar da.