Asya’dan Hint Okyanusu’na uzanan dev bir kara kütlesi olan Hint altkıtası, tarihte Britanya Rajı dışında hiçbir zaman tek bir yönetim altında toplanmamıştı. Bu topraklarda yaşayan halkların Britanyalı “yabancı hükümdar”a karşı bağımsızlık mücadelesi, ancak dine dayalı millet kavramı temelinde bölünerek gerçekleşecekti. Ancak hem bu süreç hem de sonrası acılarla dolu olacaktı.
Britanya bölgeden planladığından 1 sene önce çıkmak zorunda kaldı
2. Dünya Savaşı sırasında Britanya, 1. Dünya Savaşı’nın aksine Hindistan’dan ancak kısıtlı bir askerî destek alabilmişti. Hindistan’ın başat partisi Hindistan Ulusal Kongresi, Britanya’ya savaşta destek verme konusunda tereddüt etmiş; Müslüman Birliği olarak bilinen Cinnah liderliğindeki grup ise savaş ertesinde bağımsızlıkla beraber ayrı bir ülke, yani Pakistan’ı kurma planında elini güçlendirmek adına İngilizlere desteğini açıklamıştı.
İngiltere, artık 20. yüzyılın başındaki gibi dünyanın süper gücü değildi; iki dünya savaşında edindiği “Pirus zaferi” ülkenin hem mali hem de beşeri kaynaklarını tüketmişti. Artık Hindistan’da ve diğer okyanusötesi topraklarda yönetici olarak kalmak anavatana yük oluyordu. Bunun için İngiliz hükümeti hem gücün devrinin planlanması hem de burada birliği korumak adına kabine üyelerinin yer aldığı bir misyonu Hindistan’a gönderdi. Merkezin yetkilerinin kısıtlı, yerelin ise kendi bölgesinde daha otonom olduğu bir birlik önerisi sunan misyon, özellikle Müslüman Birliği lideri Cinnah ve Kongre Partisi tarafından destek gördü. Nehru’nun plana karşı çıkan ünlü konuşmasının (10 Temmuz 1946) ardından ise ilk çatlak oluştu. Cinnah, Kongre’nin bu hamlesini bir ihanet olarak yorumladı ve plandan desteğini çekti.
Gücün ellerinden kaydığının farkında olan İngilizler alelacele Nehru’ya geçici hükümet kurdurdular. Cinnah oyun dışı kaldığını düşünerek, çoğunluğu Müslüman nüfustan destekçilerini “Doğrudan Eylem”e çağırdı ve özellikle Kalküta’da büyük karışıklıklar meydana geldi. Hindistan’daki çoğunluk olan gayrimüslimler (ağırlıklı olarak Hindular) ve azınlıktaki Müslümanlar arasında gerilim gittikçe artarken, İngiltere Başbakanı Attlee 20 Şubat 1947’de Britanya’nın en geç Haziran 1948’de ülkeden çekileceğini duyurdu. Ancak Müslüman nüfusun “Pakistan” talebinin güçlenmesiyle, Britanya 4 ay içinde, üstelik çift devletli yapıyı kabul ederek bölgeden çekilmek zorunda kaldı.
Son ana kadar tek-devletli bir çözüm tercih edilmekteydi
Hindistan tarih boyunca dillerle bölünmüştü. 1947’ye gelindiğinde Britanya Rajı’na bağlı 565 irili ufaklı prenslik bulunmaktaydı. 1940’larda artık bazı anlamlarda (özellikle tarih birliği) Batı’dakine benzer ulusal kimlikler şekillenmeye başlamıştı. Hindistan’daki tarihsel varlığı daha geç fakat daha belirgin olan Müslüman nüfus, burada kurduğu devletler ve yönetici/asker sınıf olmasıyla güçlü bir ortak belleğe sahipti.
Bu altkıtada geçmişi çok daha kadim fakat kimliksel olarak muğlak kalmış Hinduluk ise bir inşa sürecindeydi. Batı’dakinin aksine dine dayalı bu “ulusal” kimliklerin tek devlet yapısı altında çatışacağı pek düşünülmüyordu. Britanya çekilirken planlarını tek-devletli bir çözüme dayandırırken, dönemin güçlü siyasi ve ruhani figürü Mahatma Gandhi de bölünmeye karşıydı. Müslümanlar arasındaki yaygın Diyubendi tarikatı da yine bağımsızlık sonrası kozmopolit ama tek bir devleti savunmaktaydı.
Ancak böyle bir tek devletli yapıda azınlıktaki Müslümanların savunmasız ve ikinci sınıf vatandaş olacağını düşünen Muhammed Ali Cinnah, Britanya ile çift-devletli yapının pazarlığını yapacak ve Müslümanlar için bir vatan talep edecekti.
Cinnah bir İslâm devleti değil, “Müslüman millet” için bir devlet istedi
Bugün Pakistan bir İslâm devleti olmuşsa da ülkenin kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın aklında böyle bir yapı yoktu. Bir İslâm devletinden ziyade bağımsızlık sürecinde Müslümanlar için toprak talebinde bulunan Cinnah şöyle demişti:
“Pakistan Devleti’nde tapınaklarınıza, camilerinize veya başka ibadethanelerinize gitmekte serbestsiniz. Herhangi bir dine, kasta veya gruba bağlı olabilirsiniz ve bu durum devleti hiç ilgilendirmez”. Cinnah’ın, Pakistan’ın kurulmasından 1 sene sonra ölümü ülkenin en büyük şanssızlığı oldu. Pakistan siyaseti onun ölümünden sonra belli bölgelerin ailelerinin ve ordunun kontrolünde bugünlere kadar geldi.
Birliğin heykeli
Hindistan’ın Gucerat
eyaletindeki Patel heykeli,
“Birlik Heykeli” olarak da
anılıyor. Heykelde tasvir
edilen Sardar Vallabhbhai
Patel, Hindistan’ın
eyaletlerinin birleşmesinde
kilit rol oynamıştı.
Kast sistemi anayasal olarak kaldırılsa da uygulamada sürdü
Kast sisteminin ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl dönüştüğü bilinmese de Hindistan toplumsal hayatında çok büyük bir rol oynamıştır. Bölgelere göre farklı kast sınıflandırması olmasına rağmen Hindistan’da 4 ana kast ve kastdışı topluluklar mevcuttur ve bu sınıflar arasında geçirgenlik yok denecek kadar azdır. Bağımsız Hindistan’ın kuruluşunda bu sınıfsal bölünmüşlük ciddi problemler oluşturmuş, gelenekçi siyasetçiler bunun devamlılığında ısrar etmiştir.
Örneğin bağımsızlık hareketinin popüler figürü Mahatma Gandhi, İngiliz gazetelerine kast karşıtı söylemlerde bulunurken, aynı dönemde memleketi olan Gücerat’taki gazetelere toplumun kastlara bölünmüş yapısını övebiliyordu. Yine Gandhi, toplumdaki en düşük sınıf olan ve “Dokunulmazlar” da denilen kastlar dışı gruba “Tanrı’nın Çocukları” gibi mistik bir isim takarak, bu konudaki toplumsal tepkiyi daha soyut bir noktaya getirmişti. Bunu en çok eleştiren kişi ise Hindistan Bağımsızlık Yasası’nın hemen ardından anayasa taslağı hazırlamak üzere görevlendirilen ünlü hukukçu Ambedkar olmuştur. Kendisi de doğduğu bölgede kastdışı sayılabilecek en düşük sosyal sınıflardan birine mensup olan Ambedkar, yaşadığı toplumdaki bu eşitsizliği düzeltmek istiyordu. Dünyanın en uzun ikinci hukuki metni olan ve Ambedkar’ın liderliğinde hazırlanan anayasa ile yüzlerce yıldır süren kast sistemi 1950’de yasal olarak kaldırıldı. Ancak kast sistemine bağlı sosyal eşitsizlik zayıflamış da olsa hâlâ Hindistan’da devam etmektedir.
Pakistan’ın mimarı
Muhammed Ali Cinnah, Müslümanların kurulacak olan Hindistan’da ikinci sınıf vatandaş olacağını düşünmüş ve “Müslümanmillet” için bir Pakistan (pak: saf anlamında) hayal etmişti.