Kasım
sayımız çıktı

Âyanağa Konağı önünden ürpererek geçer köylüler…

1838’de Divriği’de yapılan Âyanağa Konağı, hem tarihsel anlamı hem yapısal özellikleri, iki kata yayılan 20 odasıyla benzersiz bir örnek. Osmanlı Anadolu’sunda bir dönem yerel iktidarların konut merkezi olan ayan köşklerinden bugüne kalan en önemli yapı, olağandışı mimari özellikleri kadar, gerek gündelik hayatın gerekse taşra politikasının ayrıntılarına dair birçok tarihî detayı barındırıyor. Dünden bugüne Anadolu’da iktidar-konut ilişkileri.

Karamahmudoğulları/ Âyanağagil, Divriği’nin eski ailelerindendir. Ataları 17. yüzyılın son çeyre­ğinde Osmanlı tenkil güçlerine karşı yaşama mücadelesi veren yoksul Türkmen yığınlarına ön­derlik etmiş; fakat hayatı konu­sunda fazla bilgi bulunmayan bir Kara Mahmud’du:

“Kara Mahmud eydür beyler paşalar/

Parlayı parlayı çıktığım vardır

Karşıma gelenler beş mi on mu­dur/

Dördünü beşini yıktığım vardır

Sana da kalmaz dünya ey Cafer Paşa /

Çok tuğu, sancağı yıktığım var­dır”

Ozan İshak bu dizeleri ve devamında, 1686’daki Türkmen kıyımını gerçekleştiren Osman­lı serdarı Cafer Paşa’ya kar­şı yığınların öfkesini anlatmış. O mücadelede bir başıbozuk ayaklanmacı topluluğa başbuğ­luk eden Kara Mahmud ile oğlu Keleş Mustafa, yandaşları Kara Halil, Bayındır Halit, Gübeş ve ötekiler, yollarda-bellerde sava­şa vuruşa Tokat Kalesi’ne sığın­mış. Çağdaş ozanlardan Zülâlî de Kara Mahmud’un Cafer Pa­şa ile savaşırken öldürüldüğü­nü veya tutsak düşüp boynunun vurulduğunu anlatmış ama Ka­ra Mahmud’u “Türk-Türkmen düşmanı, Mehdilik iddiasıy­la köyleri kasabaları yağmala­yan bir Celalî idi!” diye tanıt­mak aymazlığından da kalemini kurtaramamış (Ali Rıza Yalkın, Cenupta Türkmen Oymakları C.1 s. 16 vd, Cahit Öztelli, Uyan Padişahım, Milliyet Yayınları, 1976, s. 158-162).

Âyanağa Konağı’nın Karayusuf Sokağı’na cepheli selamlık dairesi ve cümle kapısı ile ara sokağa cepheli Mabeyin… Sol arkada haremin bir bölümü görülüyor (M. Keskin restitüsyonu).
Konağın üst kat planı
Âyanağa Konağı’nın üst
kat planında (N.S. çizimi)
yapının içinde yer alan kış
odası,yaz odası, başoda,
kahve ocağı, selâmlık
ve haremlik sofaları,
Divanhane gibi bölümler
görülüyor.

Kara Mahmud’un torun­larının Divriği’ye niçin ve ne zaman yerleştikleri bilinmi­yor. Arşiv belgeleri 1700-1900 arasında “Ağa” sanıyla kentte âyanlık, mütesellimlik, malika­ne mutasarrıflığı yapan Kara Mustafa, Kara Yusuf, Mustafa (II), Kara Mehmed, Kara Yusuf (II) ağaların varlığını kanıtlıyor. Bu kentteki iki mahalle (Kara Yusuf, Kara Mahmud), bir cami (Kara Mahmud Camii. Maale­sef yıkılmıştır), bir mescit de (Kara Mahmud Mescidi) aileyle ilgilidir.

Bu yazının öznesi Mehmed Ağa (1798-1857?) ise Kara Mah­mudoğulları’nın yerel etkinliği­ni doruğa çıkartarak Tanzimat’a karşın derebeyi-ağa kimliğiyle yaşama tutunmuş bir mütegal­libe idi. Taşıdığı “âyan-zâdelik” sanından dolayı, sonraki kuşaklara da “Âyanağagil” denilmiştir.

Yaşadığı dönem dikkate alındığında, babası veya ata­sının âyanlığına karşın Meh­med Ağa’nın âyanlığı sözkonu­su değildir. Onun 1850’lerde Divriği Küçük Meclisi’nde âzâ olduğunu, bu onursal konumu­nu, âyan-zâdeliğini, yaptırdığı paşa saraylarını kıskandıracak konağında sofrasını gelene gi­dene açmasını, ama asıl, sözde vergi borçlarını ödemek üzere köylülere “murabaha” (aşırı fa­izli borç) senetleri imzalattığı­nı, köylüleri köleleştirdiği için “Memleket umurundan mes’u­lüm” dediğini belgelerden öğre­niyoruz (4 Hicri 1260 R tarihli Divriği Kazası Esami Defteri, varak 79 b; Başbakanlık Arşi­vi İrade, Meclis-i vâlâ no: 6595, 10832, 13418, kartonlarındaki belgeler).

Kara Mahmudlu Yusuf Ağa II’nin oğlu, Divriği Nüfus Me­murluğu’ndaki Hicrî 1260 /M 1844 tarihli Esami Defteri’ne “Kara Mahmud-zâde Hane­dan-ı belde, uzunca boylu, kır sakallı, Mehmed Efendi bin Yu­suf Ağa. Sinni (yaşı) 48” diye yazılmış.

Baba ve atalarının malikâne mutasarrıflığı, bir dönemdeki âyanlığı; Mehmed Ağa’ya -dö­nemin koşullarında- “memle­ket işlerinden mesul zat”, “taşra eşrafından”, “hanedan-ı belde” sanlarını yapıştırmış! Merkezî yönetimin denetiminden çok uzakta, yerliden kaymakamı, yerliden mal müdürünü güdü­müne almış. Derebeyi kalın­tısı Mehmed Ağa, böylelikle 1830’larda geçici bir şan ve şans yakalamış.

Onun rakipleriyle mücade­lesi; o ve kardeşi Emin Ağa’nın memleket işlerine müdahale­leri; vergi sorununu çıkmaza sokmaları; murabahacılık yap­maları; köylerden İstanbul’a gönderilen şikayet mektupları­nı Saray’a ve Bâbıâli’ye sunduk­ları; Bâbiâli önünde toplanıp zulme karşı gösteri yaptıkları da belgeleniyor.

Ayanzâdelerin, Divriği Kay­makamı Mir İmam Hüseyin Bey’le nüfuz çekişmeleri de Tanzimat dönemi başlarken Bâbıâli bürokratlarını uğraş­tırmıştı. Bu konu, “Divriği Me­selesi” başlıklı bir dosya ola­rak Mehmed Ağa’nın ölümüne kadar arşiv torbalarına konul­muş, çıkartılmış, yargılamalar sürmüş. Sözlü anlatılara göre sorun, Hac için Mekke’ye giden Mehmed Ağa’nın orada ölü­müyle kapanmış. Bu konuda 1830-1860 dönemine tarihle­nen yaklaşık 150 kadar belge vardır (Bu belgelerin birçoğu, Köse Paşa Hanedanı (1998-Ta­rih Vakfı Yurt Yayınları) adlı ki­tabımızın 180. ve izleyen sayfa­larında da kullanılmıştır).

Yıkılmadan önce selamlık bölümü Selamlık dairesinin önündeki Hasanbey tarlasında ekin biçilirken 1930’larda çekilmiş bir fotoğrafı…

Âyanağa Konağı

Karamahmudoğulları’nın Div­riği Şehir Mahallesi’ndeki eski konağı, Ulucamii’ye yakın 20

odalı, toprak damlı, iki katlı azman bir yapı imiş. O döne­min yaşama düzeni gereği, gü­neyde kasaba dışında da aile­nin bağ evleri varmış. Söylen­tiye göre yerliden Kızıl Kadı sanlı ünlünün kızıyla evlenen Mehmed Ağa, adı geçenin ka­sabanın batısındaki büyük tarlasının bir bölümüne “ağa­lık konumuna yaraşır” kendi görkemli konağını yaptırmış. Divriği’de Mengücekoğulla­rı döneminden (12.-13. yüzyıl) başlayarak 20. yüzyıla kadar gelişen yerel konut mimarisi­nin günümüze ulaşan örnekle­rine bakıldığında; tarihsellik, kimlik, ölçü, mimari/üslup ve işlev açılarından ilk sırada bu konak yer alır.

17. yüzyılda Evliya Çele­bi’nin, adlarını verse de özellik­lerine değinmediği Divriği ko­nakları arasında yerli paşala­rın görkemli sarayları vardı. 18. yüzyıl sonlarında da Vezir Köse Mustafa Paşa (öl. 1802) ve oğlu Vezir Hafız Veliyeddin Paşa (öl. 1809), bir köprü-geçitle birbi­rine bağlı “Köprülü Konak” de­nen saraylarını yaptırmışlardı. Yine çağdaşları Memiş Paşa’nın “Serey” denen konak kompleksi de kasabanın güneydoğusunda ayaktaydı.

Coğrafyacı-oryantalist Vital Cuinet (1833-1896), “19. yüz­yılın sonlarında eski Divriği sarayları ayakta ama haraptı” dedikten sonra ekler: “… Bir za­manlar önemli bir ticaret mer­kezi olan burası, derebeylerinin küçük bir başkenti konumun­daydı. Zamanla koşullar deği­şince derebeyleri yetkisiz kaldı­lar. Şimdilerde avlularını deve dikenlerinin kapladığı sarayla­rında münzevi yaşamaktalar (Seyahatname C. III. S s 212; Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, Paris 1892 C.1 s. 685; Necdet Sakaoğlu, Divriği’de Ev Mima­risi, s.15).

 Öncesi/Sonrası Konağın selamlık başodasının ve selamlık cümle kapısının 1960’lardaki hâlini Necdet Sakaoğlu fotoğraflamış (en üstte). Prof. Dr. Metin Sözen ve Prof. Dr. Cengiz Eruzun’un önerisiyle 2002’de yerli yapı ustalarının başardığı ilk kısmî restorasyonun ardından yapı bambaşka bir görüntüye kavuşmuş (üstte).

Söylendiğine göre Mehmed Ağa, Selamlıklı-Haremli “şehir evi” yaptırmak için Sivas’tan ustalar getirtmişti. Doğal ki ağa, davalar nedeniyle arada gittiği Sivas’ta beylerin -örneğin Abdi Ağa’nın- konaklarını görmüştü. Divriği’deki yapı ustalarından da işe koşulanlar vardı.

Sivas ve Divriği’deki üslup­lar ile Mehmed Ağa’nın istek ve önerileri doğrultusunda; Köse Mustafa Paşa’ların 1790’larda yapılmış, yorgun ama korku ve hayranlık uyandıran çifte sa­raylarından esinlerle, Kızıl Ka­dı tarlasının bir köşesine yeni bir taşra mütegallibesi konağı 1838’de boyut, biçim ve görke­miyle oturuverdi! Selamlık, Ma­beyn ve Harem daireleri ile ha­mam ve müştemilatı kapsayan; taş, kerpiç hımış, ahşap malze­meden; 1.100 m2 temele oturan 2 katlı, yer yer çıkmalı, 3 avlulu, bahçeli konak; mimari-sanatsal ür­kütücü bir görüntüyle somut­laştı. Sakin ve sessiz kasabanın işinde-gücünde mütevekkil in­sanları, artık Âyanzade Meh­med Ağa’nın bu azametli konağı önünden geçerlerken pencere­lere, kanatlı kapılara bakarak cümle kapısını bekleyen elinde teber, Habeş köleden çekinir­ler; kimi kez dizgin tutan kölesi, elpençe bekleyen çubukçusu, binek taşında, gümüş ve sırma işlemeli eyerli atına binen ağayı etekleyerek uzaklaşırlardı.

Mehmed Ağa’nın bu alım­lı konaktaki yaşamı 20 yıldan azdır. Bu evrede konak, sözde resmî havada ağalık makamıy­dı. Kâhya, çubukçu, seyis, köle, uşak, kentliden köylüden ge­len-giden, giren-çıkan, konuk olan eksik değildi. O dönemin koşullarında varsıl bir otori­tenin (ağanın-paşanın) ara­cılığına gereksinim vardı. Bir Arap atasözünden gelen “Şere­fü’l-mekân bi’l-mekîn” (Konu­tun onuru oturandandır) ger­çeği için çarpıcı bir kanıttı bu konak. Önündeki Hasan Bey Tarlası’nda düğün alayları, cirit müsabakaları yapılırdı.

Yapının yerel-toplumsal ta­rih açısından önemi, mimari özelliklerinden öndeydi. Konak, başlı başına bir etki ögesiydi. Bugün bile ayakta kalabilen bö­lümleri bu gerçeği yansıtıyor. Üzerinde çalışmak isteyenler önce bu vurguyu görmek-tanı­mak durumundadır. Güneyba­tıdan tarihî kente ulaşan eski yolun kent sokaklarına bağlan­dığı noktadaki konağın, ahşap bindirmelere oturtulmuş dıştan 10x10x8 m. ölçüsündeki selam­lık başodası, bu ürkütücü boyu­tuyla aşılmaz bir gücü yansıtı­yordu. Usta, bu “köşe dikilişi” ile sanki Mehmed Ağa’yı res­metmiş!

Sanat eseri çarh-ı felek tavan Âyanağa Konağı selamlık başodasında, 1830’ların yerli ustalarının sanat yetilerini belgeleyen “çarhıfelekli” tarzdaki göbekli ahşap tavan, 7×9 m boyutunda (M. Keskin, 2016).

Ahşap pencereler, alçıdan yarım pergelli tavan ve saçak devirmeleri, ahşap saçaklar, ta­şıntı bindirmelikleri, görkemli Selamlık dairesini taşıyan ze­min kattaki uşak odaları, at ört­mesi ve ambarlar, Selamlık dai­resini tamamlayan içerlek kah­ve ocağı/servis odası/yaz odası/ Selamlık 2. odası (bu bölüm 1988’de enkazı pahasına fırıncı­ya satılıp yıkılmış), pencerele­ri Selamlık avlusuna bakan kış odası, gülbahar işlemeli tavanı, alçı yaşmaklı ocağıyla ünlüdür. Selamlık avlusunu doğu cephe­de tutan mabeyindeki ağa odası ara sokağa cepheli ve çıkıntı­lıdır. Bu bölümün devamında sokak boyunca Harem dairesi vardır.

Yüzyıl öncesine gelesiye, uzaklardaki Yama ve Dumluca dağ ve vadilerinden inen köy­lüler ve yolcular; kentin bağ ve kenar mahalle evleri arasın­dan, ahşap minareli mescitlerin önünden geçtikten sonra ansı­zın bu dev yapıyla karşılaşınca, eski derebeyleri için anlatılan gelenekleşmiş öyküleri anımsa­yarak ürperirlermiş. Bugün de semtin yalnızlığı, öteki tek-tük yapıların basitliği dikkate alı­nınca, Ayanağa Konağı’nın etki­leyiciliği kusursuzdur.

Belki asıl üzerinde durula­cak, mimarlık tarihi ve yapı es­tetiği uzmanlarının çalışmala­rını gerektiren konu; “benna” denen eski yapı ustalarının, öl­çü, denge, estetik, işlevsellik an­layışları ile yaptıranla yapı ara­sındaki uyum/denk-düşümdür. Konak, Anadolu sivil mimarisi araştırmaları için iddialı, büyük çapta, dengeleme hesapları mü­kemmel şekilde yapılmış; yatay ve dikey hareketlilik sorunları doğru hâlledilmiş; dış-iç atmos­fer tasarımları, mekân boyutları ve bağlantıları olasılıkla kağıt ve kalem kullanılmadan örnekler­den esinle çözümlenmişti.

Bu sorunların hallinde usta ile mal sahibi arasında gerek­sinim-boyut-kat-malzeme-o­da-bölüm sayısı-tezyinat-mal­zeme… konularında anlaşma; kentte gelişen ve gelenekleşen sivil mimarinin somut örnek­leri; usta ve kalfaların yapı de­neyimleri önemliydi. Örneğin Ayanağa Konağı yapıldığı sırada Köse Mustafa Paşa ve oğlu Veli Paşa’nın Köprülü Konak da de­nen sarayları, Memiş Paşaların birkaç konağı kapsayan mes­kenleri, Hamisoğlu Konağı, Şe­hir Mahallesi’nde birkaç yüzyıl­lık eski büyük konutlar ayaktay­dı. Mehmed Ağa’nın Sivas’tan getirttiği söylenen usta ekibi, bunlara katılan yerli usta ve kal­falar, Mehmed Ağa’nın istekle­rini gerçekleştirmeyi başardılar. Sonuçta Anadolu mimarlığı için önemli bir yapı kazanılmış oldu.

Başoda saçak devirmesin­deki “Maşallahü kâne 1254” yazısı, binanın yapım tarihinin 1838 olduğunu gösteriyor. Bina temellerinin oturduğu alan, do­ğu-batı ekseninde 70 m., güney kuzey ekseninde 35 m. dir. Bü­tün bölümler ve daireler iki kat­lı inşa edilmiş, işlemeli tavan­ların ve iç dekorasyonların yer aldığı bölümler kiremit döşeli çatılarla örtülmüştür. Harem ve mabeyin mekanları ise sıkıştı­rılmış toprak damlı yapılmıştır. Zemin kat ahşap hatıllı, çamur harçlı taş-kerpiç kalın duvarlı; üst katlar ardıç hatıllı kerpiç-hı­mış dolgu, kireç sıvalıdır. Ah­şap olarak ardıç, çam ve kavak tercih edilmiş, kerpiç döküm­lerinde kıtık ve saman kullanıl­mış, plan tertibinde yapının asıl ağırlığını taşıyan Selamlık’tan en geride kalan Harem dairesi­ne doğru, bir ötekine destek ve­ren ve eksenleri dikey kesişen bloklar öngörülerek tasman (göçük) sorunu önlenmiştir.

Yerli konut mimarisinin ögeleri Konaktaki yıkılma ve bozulmalara karşın korunabilmiş mekanlarda alçı tepelikli kavukluk nişleri, alçı yaşmaklı ocaklar, bahçeye bakan kameriye gibi işlevsel ögeler görülür.

Selamlık pencereleri kasa­banın semtlerine, çevre dağ­lara, kaleye bakış olanağı verir. Harem dairesi Harem avlusu­na ve bahçeye dönüktür. Plan seçiminde konağın farklı dai­relerindeki işlevsellik ve gün­lük yaşam dikkate alınmıştır. Ancak geçen zamanda miras bölüşümleri, onarım ve tadilat nedenleriyle, bütünlük yer yer tahrip olmuştur. Yaşlı torun­ların anılarına göre, Selamlık kapısından girilip sofalardan, ara kapılardan geçilerek Ha­rem cümle kapısından çıkılır­mış (Âyan Mehmed Ağa’nın torunlarından Sabriye Ayanoğ­lu (1885-1982), 1967’de şöy­le diyordu: “Çocukluğumuzda Selamlık’tan girer Harem’den çıkardık ama, uzun sofalardan, aralıklardan, kapılardan geçe­rek, merdiven inerek… Kom­şuya gitmiş gibi olur, oturur, konuşur, oynar, aynı yollardan bize ait bölüme dönerdik”).

Kaldırım döşeli avludan, muntazam sergi taşları döşen­miş bir ayakçak başından, taç teplikli ahşap merdivenden Di­vanhane’ye çıkılıyordu. Burası avlu cephesi açık geniş bir bal­kon, Divriği evlerine mahsus bir “hayat”, yaz günlerine özel “oda” -toplantı salonu, Selamlık’ı Mabeyn ve Harem daireleri­ne bağlayan methal işlevindey­di. Divriği’deki benzerlerinin en ferah örneklerindendi. Altında, konağa gelenlerin atlarının bağ­landığı at örtmesi ve bahçeye, konağın arka cephesine geçilen bahçe kapısı vardı. Divanhane­den girilen Selamlık sofasındaki kapılar, kış odası, başoda, kah­veocağı-hizmetkar odası, yaz odasına açılıyordu.

Selamlık başodası veya ağa odası, büyüklük ve işlev-uygun­luk açısından kusursuz, yerel ev mimarisinin korunabilmiş en özenlisidir. İçeride 57 metreka­re ölçüsü veren bu odanın tavan yüksekliği 4.4 metredir. Başo­daya, sofaya bakan bir köşe çalı­ğındaki kapıdan girilir. Oda bü­tünlüğünü bozmayan sığ ve dar bir aşağı seki (pabuçluk) bulu­nur; küçük bir koltuk (servis) kapısı ile kahve ve uşak odasına girilir. Bu kapı bir bakıma tıkız tutulmuş, hizmetçi kapısı işlevi vurgulanmıştır. Aşağı sekide­ki zarif çiçeklik ile yanlarında­ki kavukluk ve çubukluklar ara duvarın sağırlığını giderir. So­kağa ve avluya 1.5 metrelik bin­dirmelerle genişletilmiş başoda, dört yöne bakan 11 sedir ve 7 kafa penceresinden ışık alır. Fe­rah, görkemli, çok etkileyici, gi­rene dış dünyayı unutturan bir atmosferi vardır.

Özenli bir restorasyon Konağın odalar ve işlikler içeren selamlık zemin katında yüzyıllık ardıç direklerle bindirmelikler takviye edilmiş.

Günümüzde bu odaya gire­rek sedirlere oturanların algıla­rı kuşkusuz farklıdır. Oysa dün­lerde ziyaret ve iş için gelenler, cümle kapısının önünde, geniş avluda, çıktıkları divanhanede, girdikleri sofada, geniş ve tava­nı yüksek başodada, kendile­rini gözalıcı ama ürpertici bir boşluğa düşmüş hissediyorlar­dı elbette. Bu, Mehmed Ağa’nın otoritesini vurgulamada usta­ların başarısı sayılıyor. Odanın en özenli ögesi, mekanı örten çarh-ı felekli (dekoratif ağırlı­ğı olan dairesel büyük göbek) tavandır. Kafa pencerelerin­den ışık huzmeleriyle oymala­rı derinleşen tavan, yerli ahşap işlemeciliğin seçkin ve özgün bir örneğidir. Duvarlara yarım pergelli alçı devirmelerle bağ­lanan tavanın dekorasyonunda, yalın bordürler arasında sandık motifli bir “su” çerçeve çizer. Sığ çökürtme alana, bir silme ile geçilmiştir. Zemini “selvili” bir “su” kuşatır. Çarh-ı felek, tava­nın uzun kenarlarına teğettir. “Köşe”ler karşılıklı “aynalı ve saksılı”dır. Göbeğin iki yanında­ki dikdörtgen zeminler giydir­me çubuklarla işlenmiştir. Çar­h-ı felekin merkezindeki “orta göbek”, dıştan merkeze doğru 4 kademede basık koni biçiminde somuttur. Yüzeyi “kartal kana­dı” , “kenger yaprağı” denen kla­sik üslup öğeleriyle desenlidir. Çarh-ı felekin dış çerçevesini ince bir “kasnak” dolanır.

Oda zemini Horasan har­cından kalıba dökülmüş altıgen briketlerle döşelidir. Özgün du­rumuyla cam evi bulunmayan pencereler tahta kepenkliyken, sonradan cam çerçeveler ta­kılmıştır. Alçı tepelikli, takçalı, nişli çiçeklik, bu başodaya özel bir tasarımdır. Mehmed Ağa bu mekanda konuklarını ve ziya­retçilerini kabul ediyor, bayram ve düğün törenlerinin Selam­lık’a mahsus teşrifatı da bu sa­londa yapılıyordu.

Selamlık kış odası, avluya bakan 4 sedir 3 kafa pencereli kısmen loş bir mekandır. Tepe­liği tavana yükselen kabartma bezemeli ocak yaşmağı muh­teşemdi ama; yıllar sonra soba kurmak için yıkılmıştır! Oda ta­vanı, çiçekli üçgen köşeleri olan “tutmaçlı” bezemelidir.

Mabeyn başodası alt katı ile birlikte iyi korunmuş olsa da öteki odalar ve alt kattaki bü­yük kış odası haraptır. Harem dairesi tadil edilmiştir. Kargir Harem hamamı yıkılmıştır. Ha­rem-Mabeyn bağlantı sofalar, mutfak, kiler, toyhane-bahçeye bakan “cumbalı köşk” (kameri­ye) tanınmaz durumdadır.

 Halen ilgi bekliyor Kültür Bakanlığı’nın Divriği eski evlerini ve Âyanağa Konağı’nı “korunmaya değer eski eser” kapsamına alması 1989’da; Çekül ile Sivas Valiliği’nin ortak girişimiyle selamlık dairesinin restore edilmesi 2004’teydi. Mabeyn ve Harem daireleri ise hâlen bakımsız ve harap hâlde.

Konak işlevselken yazın başodada, kışın ocaklı kış oda­sında, akşam-yatsı arası “oda” geleneği yinelenir, çubuk ve kahve içerek söyleşmeye gelen­lere ağanın kahvecisi ve çubuk­çusu bu hizmeti ifa ederlermiş. Avludan gelen at kişnemeleri, açık kepenklerin yaz meltemin­de çıkardığı sesler, avlu arkında sürekli akan suyun şırıltısı, bir taşra kasabasının gece sakinli­ğini bozan doğal seslermiş.Ara­da yükselen “ağa gülüşü” veya gürleyişi, bir taşra otoritesi için doğal olmalı. Orta hizmetine bakan kahya, çubukçu-kahveci ve hizmetçi, aşağı sekide bekle­şirlermiş.

Mehmed Ağa’nın konakta­ki debdebesi 20 yıla yakındır. Oğullarının 1880’li, 90’lı yıllara kadar sürdürebildikleri oda ge­leneğine tanıklık eden eskiler­den “Selamlık cümle kapısını gündüzleri elinde uzun saplı te­per, gece meşale altında bekle­yen siyah köleleri” ve “kürklü börklü son ağaların binek taşla­rına oturup çubuk keyfi yapma­larını” yıllar önce dinlediğimi anımsıyorum.

Kültür Bakanlığı’nın Div­riği eski evlerini ve Âyanağa Konağı’nı “korunmaya değer eski eser” kapsamına alması 1989’da; Çekül ile Sivas Valili­ği’nin ortak girişimiyle Selam­lık dairesinin restore edilmesi 2004’tedir. Mabeyn ve Harem daireleri hâlen bakımsız ve ha­raptır.

ÂYAN-ÂYANLIK

Fransız Devrimi’nden Osmanlılara yerel otorite meselesi

Avrupa için 18. yüzyıl, düşünce, özgürlük, demokrasi, hukuk arayışları çağıydı. Dünyayı etkiley­en son vurgusu da 1789 Devrimi olmuştur. Devrim’e gelesiye kimler yaşamış, neler yaşanmıştı? Vol­taire, Rousseau, Montesquieu… Dogmaları, eşitsizlikleri yıkan düşünceler, açılan demokrasi, özgürlük ufukları… Aynı süreç Osmanlı topraklarında da bir ışıldama sağlayabildi denebilir mi? Uykudaki Türkiye’de bu devrimi önceleyen evre ve sonrasındaki süreç farklı.

Babası İbrahim’den sonra 1648’de 7 yaşında tahta çıkan 4. Mehmed’ten, 2. Mahmud’un oğlu ve 16 yaşında tahta çıkan (1839) Abdülmecid’e kadar 190 yıl boyunca Osmanlı tahtından gelip geçenler; çocukluk, gençlik, ortayaşlılık evrelerini saray tutukevinde geçirmiş, dünyadan bi-haber, öncül-ardıl kardeş-kuzen padişahlardı. Bu dönemdekiler, öncekilerden ve sonrakilerden farklı ama yazgı ortaklıkları olan 10 padişahtır. Fransız Devrimi de öncesi ve sonrasıyla bunların zamanındadır. Osmanlı dünyasın­da da, Avrupa’daki gelişmelere genellikle kapalı kalsa da 1789 sürecinin kimi etkilerden sözedile­bilir. Örneğin 1727’de İstanbul’da matbaanın açılışı erken örnekler­den biridir: Babası Fransa’da elçi olan 28 Çelebizâde Mehmed Said, Paris’te matbaaları incelemiş, İs­tanbul’a dönünce mühtedi İbrahim Müteferrika ile1727’de İstanbul’da matbaa açmışlardır.

1826’daki Vak’a-i Hayriye’ye değin de Osmanlı yönetiminde de “ıslahat hareketleri” vardır ama bunlar 1789’un sonuçlarına bağlanabilir mi?

Yaşlı bir padişahın (1. Abdülha­mid) ölümünden sonra “ceditçi” (yenilikçi) genç padişah 3. Selim’in tahta çıkışı, Fransız İhtilali’nden 3 ay öncedir ama yönetsel bir etkiden sözedilemez. Buna karşılık 2. Mahmud’un (1808-1839) tahta çıkınca Rumeli’den, Anadolu’dan “âyan” denilerek derebeylikleri örtülen yerel otoriteleri İstanbul’da toplaması, Devrim esintisi sayı­labilir. Yerel otoritelerin “âyan-ı vilayet, âyan-ı belde” sanlarıyla 2. Mahmud döneminde “sıkışırsan yardımına geliriz” içerikli Sened-i İttifak’ı imzalamaları anlamlıdır. Türkiye’yi çoğulculuğa, yeniliklere götürecek siyasal gelişimlerin başındadır âyanlık. Divriği’de bir konağa ad vermesi de ayrıca anlamlıdır.

(Âyanlık üzerine 2 önemli çalışma: Yuzo Nagata, Muhsin-zâde Mehmed Paşa ve Âyanlık Müessesesi, Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Âyanlık)

KONUT VE KİMLİK

‘Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn’
(Konutun onuru oturandandır)

Bugün değil ama dünlerde konutlar kimliklerin birer izdüşümleriydi. Konut sahibinin yaşama bakışını, inancını, toplum­daki konumunu hatta kültür ve meslek durumunu dış görünüşü ve donatısıyla okuturdu. Tüccar evi, okumuş evi, sanatkar evi, rençper evi… Türkiye çapında onca yıkışa, yokedişe karşın, orta ölçekli kentlerde, kasaba ve köylerde bir zamanlar kimlik okutmuş ev örnekleri görülebil­irse de; bunların çoğu, eskidiği ve oturulamaz duruma geldiğinden terkedilmiş, çökmeye yüz tutmuş hatta sahipleri de unutulduğun­dan kimliğini yitirmiştir. Bundan­dır ki Anadolu’nun her köşesinde görülebilen eski mütevazı evlere bile günümüzde uluorta “kon­ak” denip geçiliyor. Örneğin yayınlarla tanıtılmasa Tokat’taki Lâtifoğlu Konağı’na “Tokat’ta eski bir konak”, Sivas’taki özel konuta da “Abdi Ağa (?) Konağı” deyip geçecektik.

Başka ülkelerde evler, kasırlar, köşkler, şatolar, ilk veya 2., 3., 4., kuşaktan sahiplerinin de ad ve özellikleriyle tanıtılıyor. Bizde de Yılanlı Yalı, Perili Ev, Kavafyan Evi, Hekimbaşı Yalısı, Hadimoğlu Konağı gibi örnekler var. Sahip veya sahiplerin konuta kimlik yapıştırması, bir beldenin kültü­rünü, yaşama bakışını, âlimini, zenginini, yoksulunu, bürokratını, rençberini… mekanlar üzerin­den tanıma olanağı verdiği için önemlidir.

Eski gelenek ve görenekte ikinci bir okuma, mezartaşlarında­dır. Bu okumalar ziyaretçileri hem bilgilendirir hem duygulandırır. Eski yazılı, örflü, kallavili, fesli mezar şahideleri, birer özgeçmiş kaydı, soy kütüğüdür; mezarlıklar da tarih ve edebiyat antolojisi değerindedir.