Mustafa Kemal çok uzun yılların ardından, merkezi Ankara olan bir devlet hayali kurdu. Son olarak 10 yıllık bir savaştan (1912-22) çıkmış; yokluk içinde Anadolu’da kadın-erkek tutunmuş; Yunan kuvvetlerine ve emperyalistlere karşı savaşmış; günlük hayatta yaşanan onca rezalet ve gücü gücü yetene modelindeki rezilliklerden sonra nihayet yine-yeniden bir millet olma yoluna girmiştik.
İstiklal Harbi’nin lideri, taze-umutlu bir başlangıç yapmak; gelecek nesilleri düşünerek uzun vadeli bir yapı oluşturmak istiyordu. Yüzyıllardır devam eden geri çekilme-büzüşme-yenilgi ve sefaletten sonra ilk defa insanların yüzü gülecek, “çocuklara-torunlara güzel bir gelecek” artık hayal olmayacaktı. Ülkenin yetişmiş, işbilen, kültürlü ve düzgün insanlarının pek çoğu Çanakkale’de, diğer cephelerde ve son olarak Kurtuluş Savaşı’nda şehit düşmüştü. Plan-program yapacak, bunları uygulayacak yetişmiş kadrolar yoka yakındı.
Yıkık-dökük bir ülkede yaşayan insanlar, Atatürk’ün verdiği inançla, güvenle çalıştılar, çalıştılar, çalıştılar… Onurları için, çocukları için, ele-güne muhtaç olmamak için, bir daha savaşmak mecburiyetinde kalmamak için… Bu kadim coğrafyayı, yepyeni bir umut kuşattı. Zira ilk defa ülkedeki insanı-çoluğu-çocuğu düşünen, onları teba görmeyen, onlarla hemhâl olan bir insan evladı ülkenin başındaydı.
Türkiye giderek bir köprü-geçiş coğrafyası olmaktan çıktı; bir merkez ülke statüsü kazandı. Türkler artık ona buna yaltaklanarak veya eski parlak günlerin boş böbürlenmeleri ile değil, kendi ayakları üzerinde durarak varolmaya başladı. Milletin özgüveni, uzun bir zaman sonra hayali değil somut durumun bir nişanesiydi artık. Ve bizler 3-4 kuşaktır analarımızın-atalarımızın bu devamlılığında, bu kararlılığında yetiştik; onların bıraktığı bu manevi mirasla kendimizi daha iyi, daha yetkin ve vatana-millete faydalı insanlar yapmaya çalıştık.
Cumhuriyet Türkiyesi, kendini her türlü ideolojinin ötesinde, insanların emekleriyle var etmiş bir ülkedir. Temel koordinatları fedakarlıkla, çalışkanlıkla, mütevazılık ve özgüvenle örülüdür. Bu ahlaki prensipleri devlet millete dayatmamıştır; millet devlete hâkim olmuştur.
Bugün ülkemiz sadece kendi iç meseleleri yüzünden değil, dünyadaki ve yakın coğrafyamızdaki bir dizi çalkantı hatta fırtına dolayısıyla ciddi tehditlerle karşı karşıya. Erken cumhuriyet döneminin değerler mirası büyük oranda “politik ısınma”ya, “siyasi kriz”e ve en önemlisi kimilerinin ceplerini doldurmaya devam eden “tamamen duygusal sıcaklıklar”a harcandı. Gündelik hayattaki paranormal-paranoid gelişmelere, siyasilerin demeçlerine, denizlerimizi saran müsilaja, liyakat sahibi olmayan devlet görevlilerine, Türkçenin artık ikinci dil olduğu İstanbul’a, adli yılın açılışında teyit edidiği gibi hukukun “işimiz Allah’a kaldı” vaziyetine bakınca…
Hayır. Umutsuzluğa kapılmıyoruz.
Kapak konumuzda detaylarıyla işlediğimiz iklim krizi ve yozlaşmaya karşı; henüz kaybettiğimiz bir büyük ustanın, Ferhan Şensoy’un sözleriyle duruyoruz: “Çoğunluk dünyayı kötü fikir ve eylemleriyle, hem plastik hem nükleer hem siyasal anlamda kirletirken; bir küçük azınlık, yalnız romanlarda görülebilecek muhteşem bir umutla ortalığı temizlemeye çalışmakta…”.