Eski İstanbulluların yaşadıkları evler ve konaklar bugün çok büyük oranda yokolmuş durumda. Çoğu ahşap bu yapılar ya yangınlarda kül olmuş ya da eskiyerek çöküp gitmiş. Aklımızın başımıza gelmesi ise 18. yüzyılı bulmuş. Bu tarihten sonra evlerin bazı bölümleri kagir olarak inşa edilmeye başlanmış. Son günlerde İBB’nin restorasyon çalışmalarıyla hatırlanan taş odalarda bir gezinti…
İstanbul sokaklarında yapılan gezilerde daha çok kamusal yapılar, ibadethaneler ziyaret edilir. Tanzimat’tan önce inşa edilmiş evlerin, konakların neredeyse hepsi zaman içinde kaybolmuştur. Bazen ahşap malzemeyle inşa edildiklerinden sık sık çıkan İstanbul yangınlarında, bazense zamanın etkisine yenik düşerek… Ancak 18. yüzyıldan sonra, yapıların bazı kısımları kagir olarak inşa edilmeye başlandı. Evlerin hamamları, çamaşırhaneleri, sarnıç, mahzen ve depo birimleri muhtemelen yangınlara karşı kagir olarak tasarlandı. Ahşap bölümler yokolsa bile bu kagir bölümler günümüze kalabildi.
19. yüzyılda bu mekanlar normal konutlar gibi kullanılmıştı. Taş odaların büyük oranda korunduğu Fener semtindeki yapılar, bazı araştırmacılar ve meraklılar tarafından Bizans evleri olarak tanıtılmıştır; ancak çoğunlukla Haliç surlarının dışında dolgu alanlarda bulunan bu anıtlar 18. ve 19. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen anıtlardır. Bazıları Eflak ve Boğdan beylerinin İstanbul’daki temsilcilerinin konutlarıyla ilgili olabilir. “Fenerli Beyler” olarak anılan Rum kökenli Osmanlı yöneticilerinin de bu bölgede büyük konutları vardı. Bazı yapılar geçmişte meşhur olan sahiplerinin adlarıyla anılırlar; ancak çoğu isimsizdir. Çoğunun kesin inşa tarihini ve fonksiyonunu belirlemek de güçtür. Benzer örnekler Zeyrek, Süleymaniye, Fatih, Galata, Kumkapı ve Boğaz köylerinde de vardır. Fener semtindeki yapıların çoğu, sahilde oluşan yolun iki yanındadır. Bu yol çevresindekiler zeminin zamanla yükselmesi ile 1 ya da 1.5 metre kadar yol seviyesinin altında kalmıştır. Son aylarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür Varlıkları Projeler Müdürlüğü tarafından restore edilen bu yapıların korunması ve kullanılması kent tarihi açısından oldukça önemlidir.
(Taşodalar ile ilgili daha geniş bilgi için Safiye İrem Dizdar’ın “Osmanlı Sivil Mimarlığında İstanbul’daki Taş Odalar ve Fener Evleri” isimli tezine bakılabilir).
CİBALİKAPI KARŞISINDAKİ TAŞ ODA
Ceneviz değil 18. yüzyıl Osmanlı yapısı
Bazı yayınlarda Ceneviz yapısı olarak tanımlanan bina, aslında 18. yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin güzel bir örneğidir. Dikdörtgen şeklindeki yapının iki kısa cephesi Abdülezelpaşa Caddesi’ne bakar. Taş kaplamalı ana cephesi birinci katta taş konsollar üzerinde dışarıya yarım yuvarlak şeklinde taşar. Diğer cepheleri, moloztaş ve tuğla ile örülmüştür. Haliç’e bakan cephe ise kare kesitli payelere oturan üç yuvarlak kemerlidir. Bu cephenin önünde ona bitişen, bugüne ulaşamamış ahşap birimler olduğu tahmin edilebilir.
MÜSTANTİK CADDESİ TAŞ ODASI
Önce konak, sonra fabrika ve antikacı
Sahile uzak bu taş oda, herhalde büyük bir konağın parçası olmalıdır. 3 katlı taş odanın parka bakan cephesinde kitabeli bir çeşme vardır. İkinci katta bugün boşluğa açılan kapılar bu yönde yapıya bitişik ahşap birimlerin varlığını açıklar. Taş odanın alt katları mahzen, üst katı ise konağın bir parçası olarak kullanılmış olmalıdır. Sonradan konağın arazisinde bir cam fabrikası açılmış, taş oda da onun bir parçası olmuştur. Bugün bir eskici/antikacı tarafından kullanılmaktadır.
AYA NİKOLA RUM ORTODOKS KİLİSESİ TAŞ ODASI
Osmanlı dönemi Hıristiyan mimarisi
Bu 2 katlı yapı bugün Abdülezelpaşa Caddesi’nin yükselmesiyle kısmen gömülmüştür. Cephesinde Aziz Haralambos Ayazması’nın Rumca kitabesi vardır. Yapının arkasındaki ayazmanın kilise avlusuna girilmeden ziyaret edilmesi için buraya da bir kapı açılmıştır. Üst kat taş konsollar ile dışarı doğru çıkmıştır. Bu bölüm taşodanın büyük salonudur. İçeride iki zarif sütuna oturan kemerli kurgu ve duvarlar, muhtemelen zengin süslemelere sahipti. Bugün varaklı olan kabartma süslemelerin, 18. yüzyılın sonlarına ait olduğu tahmin ediliyor. Taş odanın da aynı dönemde inşa edildiği düşünülebilir. Sivri kemerli pencereleri, çatı seviyesindeki kirpi saçak hattı ile Osmanlı dönemi Hıristiyan mimarisinin güzel bir örneğidir. Cibali-Ayakapı arasında bulunan bir kilisenin ek yapısı olan bu birim, aynı zamanda Balkan tarihi açısında da önemlidir. Yapının üst salonu 19. yüzyılın başlarında Mora isyanına destek veren İstanbulluların toplantı yeri olarak bilinir. Hatta bu isyanın finansmanında kullanılan demir kasa halen yapının duvarındadır.
PETRİKAPI TAŞ ODASI
Bitişiğindeki Bizans kulesi satılık!
Haliç surları üzerinde Petrikapı olarak bilinen ve bugüne ulaşmayan kapının hemen yanında surların önündeki taş oda küçük bir parsele yerleşmiştir. Doğu yönünde İmparator Herakleios tarafından 7. yüzyılda inşa edilmiş bir kuleye yaslanır. Osmanlı ve Bizans devri duvar tekniklerinin farklarını görmek isteyenler bu yapıları ziyaret edebilir. 19. yüzyılın başlarında inşa edilen yapı, muhtemelen yanındaki veya arkadaki surlar üzerinde bulunan ahşap yapılarla bağlantılıydı. Bağlantıları yokolan yapı, zamanla farklı amaçlarla kullanılmış; ara katları çökmüş ve terkedilmişken projeler hazırlanmış ve İBB tarafından restore edilmeye başlanmıştır. Neredeyse 1.300 yaşındaki Bizans kulesi ise şahıs malıdır ve satılıktır.
KADIN ESERLERİ KÜTÜPHANESİ VE BİLGİ MERKEZİ
Türkiye’nin tek kadın arşiv-kütüphanesi
İki bölümlü taş oda, Haliç kıyısındaki sanayi tesisleri yıkılırken kültür varlığı olarak koruma altına alınmıştır. Çevresindeki yapılar yıkıldığı için, Haliç kıyısındaki uçsuz bucaksız parkın içinde kalmıştır. 1988’de restore edilen yapı, bugün İBB ve Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı tarafından kullanılmaktadır. Vakıf 1990’da kurulmuştu. İçinde 48 ayrı koleksiyondan, 14 binin üzerinde kitap, 469 süreli yayın, 8.000’den fazla efemera koleksiyonu korunuyor. Türkiye’nin kadın merkezli ilk ve tek arşiv-kütüphanesi olan bu yapıda özellikle “Kadın Yazarlar” ve “Kadın Sanatçılar” başlıklı koleksiyonlar önemlidir.
HALİÇ TAŞODALAR
Restorasyon öncesi görülemiyordu
Haliç sahilinde parklar arasında kalan iki taş oda, bağlantılı bir yapının parçası olmalıdır. İki katlı yapıların etrafındaki ahşap birimler yokolunca bazı betonarme binalar arasında kalmış; 1980’lerde modern ekler yıkılınca da park içinde bağımsız birimler haline gelmiştir. Yapının ikinci katlarına bitişiğindeki ahşap binalardan girildiği için alttan bağlantı yolu yoktur. Bugün ikinci kattaki kapılara eski görünümlü modern merdivenlerle ulaşılmaktadır. Taş odalar Haliç kıyısındaki tarihî yol hattı olan Abdülezelpaşa Caddesi’ne bitişiktir. Bu caddenin kent tarafında ise İmparator Theophilos Kulesi vardır. Taş odalar son kullanıcısının onlara verdiği isimle “Camhane” olarak da tanınmaktadır. Bu son kullanım sırasında, çok az ziyaret edilebilen yapıların etrafındaki geniş park alanı modern çitlerle kapatılarak taş odaların görünmesi bile engellenmişti. Son günlerde bu taş oda da İBB tarafından restorasyona alınmıştır.
DİMİTRİ KANTEMİR EVİ
Asi Boğdan Beyi’nin eski sarayıydı
Fener’deki taş odaların en çarpıcısı Kudüs Patrikhanesi’nin üstünde, Eflak Sarayı yakınlarında teraslar üzerine yerleşen yapılardır. Bunların meşhur Boğdan Beyi Dimitri Kantemir’in (1673-1723) sarayının kalıntıları olduğu kabul edilir. Kantemir 1687’de İstanbul’a gelir; 1710 dolaylarına kadar İstanbul’da kalır. Ülkesine bey olarak döndüğünde isyan eder ve uzun olaylar sonunda Rusya’ya kaçar. İstanbul’daki evi, Boğdan beylerince kullanılmaya devam eder. Yine ahşap yapılarla çevrelenen taş odalardan oluşan bu yapı da asıl ahşap birimlerin yokolmasıyla inşa edildiği konsepti kaybetmiştir. Merdivenlerle ulaşılan bu odaların sonunda bir birim, kütüphane olarak düzenlenmiştir. Bugün yapı kalıntılarının bir kısmı kafe ve Fatih Belediyesi’ne ait bir müze olarak kullanılıyor.
TUR-U SİNA MANASTIRI METHOKİONU
İstanbul’un en görkemlisi, bugün harap
Burası Fener semtinde, hatta genel olarak İstanbul’da günümüze ulaşan en görkemli taş odadır. Mısır’da Sina yarımadasında bulunan Azize Katherina Manastırı’nın İstanbul temsilciliğinin büyük bir kilise, ayazma, kütüphane ve methokion/misafirhaneden oluşan bu yapıları, bugün çok harap haldedir. Misafirhane dev bir taş odadır. İçerisi çok zengin, taş, sutuk ve kalem işleriyle bezenmiştir. Altta mahzenler üzerinde yükselen ana salon, büyük bir yaşmakla taçlanmış ocağı ile dikkati çeker. Salon adeta bir saray mekanıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün korumasında olan yapı, bugün maalesef çok kötü durumdadır.