Osmanlı Devleti, Batılılaşma ve ıslahat çalışmaları sıralarında “onurlandırma” ve “ödüllendirme” geleneklerini de değiştirdi. Tanzimat döneminde, Batı etkisindeki nişan ve madalyalar birbirini izledi. Sultan Aziz’in ihdas ettiği Osmanî Nişanı’nın olağanüstü bir örneği, ilk olarak 1862’de Bursa’daki Osman Gazi’nin sandukasına bizzat padişah tarafından konmuştu. 100 yıldır yerinde bulunmayan bu nişanın günümüze uzanan öyküsü. Belgeler eşliğinde…
Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Bursa, Timur’un torunu Muhammed Sultan’ın yağmasında, Karamanoğlu kuşatmasında, Celali İsyanları sırasında çok büyük zarar gördü; asırlar boyunca en büyüğü 1801’de olmak üzere çok sayıda yangın felaketine uğradı. Ayrıca deprem kuşağı üzerinde bulunduğundan birçok depremden etkilendi; ancak 1855’in 2 Mart ve 12 Nisan’ında geçirdiği çok şiddetli iki deprem ve ardından oluşan yangınlarla büyük bir afet yaşadı.
1855 felaketinde 2.000’e yakın can kaybı oldu. Yüzlerce ev, mektep, medrese, han, hamam, cami, kilise ve tekkenin yıkılıp yanması şehrin büyük bir kısmını harabeye döndürdü. 20 kubbeli Ulu Cami’nin 18 kubbesinden bazıları çöktü, bazıları çatladı; Bursa’nın fatihi Orhan Bey ile devletin kurucusu Osman Gazi’nin türbeleri de tamamen yıkıldı.
Sultan Abdülmecid’in saltanatı sırasında yaşanan bu felaket Kırım Savaşı’nın daha da artırdığı iktisadi buhranla üstüste gelmesine rağmen, Bursa’nın yaralarının sarılmasına, yıkımın izlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalara hemen başlandı. Müslim-gayrimüslim halkın acil ihtiyaçları karşılanır karşılanmaz, yıkılan tarihî eserlerin onarımı veya yeniden inşa edilmeleri için ciddi projelere girişildi.
Sandukanın üzerindeki yerinde
Tarihi belli olmayan bu
fotoğrafta sandukanın bize
göre solundaki kişi son
Halife Abdülmecid’in oğlu
Şehzade Ömer Faruk Efendi
olmalıdır. Yunan işgali
öncesine tarihlenebilecek
fotoğrafta murassa
nişan, kuşak üzerinde
görülmektedir. (Taksim
Atatürk Kitaplığı “KRT
5469”)
Osman Gazi ve Orhan Bey türbeleri ile Yıldırım Bayezid’in 1399’da yaptırdığı Ulu Cami ilk ele alınanlar arasındaydı. Sultan Abdülmecid tarafından başlatılan çalışmalar, onun 1861’de ölümü üzerine tahta çıkan kardeşi Sultan Abdülaziz zamanında tamamlandı. Deprem ve yangın felaketinin izleri kısa zamanda büyük ölçüde silindi ve Sultan Abdülaziz tamamlanan inşaatların açılışlarını yapmak üzere Bursa seyahatine çıktı. 13 Nisan 1862 tarihinde, maiyetinde Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa ve Kaptan-ı Derya Mehmed Ali Paşa başta olmak üzere kalabalık bir heyetle Bursa’ya hareket etti. 18 Nisan’da Ulu Cami’deki cuma selamlığının ardından Osman Gazi Türbesi’nin açılışı yapıldı.
Sultan Abdülaziz bu açılışta, devleti kuran atasının adına ihdas ettiği Osmanî Nişanı’nın oldukça büyük ve mücevherli olarak özel surette yapılmış bir örneğini, Osmanlı tarihinde bir ilk olarak Osman Gazi’nin sandukasına kendi elleriyle astı. Bu yazımızda, günümüzde ilk asıldığı yerde bulunmayan bu nişanın hikayesini ele alıyoruz.
Osmanlılarda ilk madalyanın “Ferahî” adıyla 1. Mahmud tarafından 1730-31’de ihdas edildiği bilinmektedir. O sıralarda bir usul ve nizam çerçevesinde verilmeyen bu madalya uygulamasına, 1755’te “Sikke-i Cedid”, 1801’de “Vak’a-i Mısriye” adları verilen madalyalarla devam edilmiş; 2. Mahmud’un ıslahatları sonrasında belirli prensiplere bağlı kalınarak bunların sayı ve çeşitleri giderek artmıştır. 2. Mahmud’un kendi portresinin yer aldığı ve layık gördüğü devlet adamlarının boynuna bir kordonla astırdığı “Tasvir-i Hümayun” adı verilen objenin de ilk madalyalardan olduğu değerlendirilmektedir.
2. Mahmud sonrası tahta çıkan Sultan Abdülmecid’in devrinde, 1852’de Mecidî Nişanı adıyla ihdas edilen Batı tarzındaki nişan, devletin resmî nişanı olarak, usul ve esaslar çerçevesinde belirlenen şartları taşıyanlara verilmiştir. Ağabeyinin ölümüyle 1861’de tahta geçen Sultan Abdülaziz, Mecidî Nişanı’nı yürürlükten kaldırmadıysa da hükümdarlığının ilk aylarında ondan daha üstün olmak üzere “Osmanî” adı verilen nişanı ihdas etti. Beklenenin aksine, bu nişanın “Azizî” adıyla anılmasını istemeyip “Osmanî” adını tercih etmesinin nedeni, bazı rivayetlere göre devletin kurucu hükümdarı Osman Gazi’ye atfendir.
Osman Gazi Türbesi’nin açılışıyla birlikte özel olarak tasarlanmış murassa “Osmanî” nişanının bizzat Sultan Abdülaziz eliyle sandukaya takılmasının ardından; bu nişanın korunması için önceden örneği olmayan bir “nişan muhafızlığı” görevi ihdas edildi. Türbenin döşemesi altındaki özel kasasında orijinal kutusunda saklanan nişan, belirli günlerde bu görevli tarafından sandukaya asılır ve sonrasında tekrar yerine konulurdu. Türbede okunması için Bursalı Müderris Takyecizade İbrahim Efendi’nin 5 cilt üzerine yazmış olduğu Buharî kitabı Evkaf Nezareti tarafından tezhip ettirilerek açılışa yetiştirildi. Zamanla çok değerli elyazması Kur’an’lar bağışlandı. Osman Gazi ve Orhan Bey türbelerinin mum, yağ, kandil masrafları, görevli ücretleri tayin edilerek yeni baştan teşkilatlandırıldı. Sonrasında burası yerli veya ecnebi seyyahların önemli bir durağı oldu. Bursa’yı ve Osman Gazi Türbesi’ni ziyaret eden seyyahlar, kitaplarında bu nişana dair izlenimlerini aktarmışlardır. Demek ki nişan bekçisi olan zat, her seyyaha üşenmeden taban döşemesi altındaki kasadan nişanı çıkarıp göstermiştir.
Bütün bu yapılanlar Bursalılar nezdinde gayet hoş karşılandı ama, nereden icap ettiği bilinmez, ani bir karar ile bu denli önem atfedilen nişan İstanbul’a geri aldırılarak yerine daha küçük ebatta, daha az değerli bir nişan gönderildi. Hüdavendigâr Mutasarrıfı Hamdi Paşa’nın 16 Mayıs 1282 (28 Mayıs 1866) tarihli tahriratında, nişanı değiştirmek üzere Bursa’ya gönderilen Yaver Kolağası Sami Bey’in görevini tamamladığı; eski nişanı yerinden alıp yenisini teslim ettiği; Sadaret’ten Bursa’ya gönderilen cevabî yazıda ise murassa nişanın Sami Bey’den teslim alınarak Teşrifat Kalemi’ne verildiği bildirilir (BOA. A.MKT. MHM. 357/46). Gösterilen gerekçe “Osmanî Nişanı nizamnamesinde değişikliğe gidilip şeklinin değiştirilmesi ve eskisinin alınıp yeni şekliyle üretilen bir tanesinin gönderilmesi” olmuştur. Oysa ilk asılan nişan da, nizamnamedeki vasıfların dışında türbe için özel surette imal ettirilmiştir ve bu gerekçenin çok tutarlı olmadığı açıktır. Değişikliğin gerçek nedenini ortaya koyabilecek evraka bugün için sahip değiliz. Önümüzdeki zamanda yeni bilgilere ulaşılırsa, bu muamma da belki çözülebilir.
İşte bu tarihte, 1866’da, bu murassa nişanın çileli macerası başlar. Teşrifat Kalemi’ne gönderilip uzun yıllar boyunca orada unutulan nişanı Bursalılar unutmaz; tam 44 yıl sonra, 1910’da, bizzat Sultan Reşad’dan ilk asılan nişanın Bursa’ya iadesini isterler. Ancak toplumsal hafızada başgösteren unutkanlıkla, nişanın devr-i sabıkta, yani Sultan 2. Abdülhamid zamanında Bursa’dan alındığını söylemişlerdir. Bunun üzerine Mabeyn Başkâtibi Halid Ziya [Uşaklıgil] imzasıyla Sadaret’e gönderilen 13 Mart 1910 tarihli tezkire-i hususiyede, “Bursa ahalisinin 19 devr-i sabıkta türbeden alınan evvelki nişanın asli mevkiine iadesi talebi ricasının padişahın kulağına geldiği, iradesinin de bu yönde olmasıyla nişanın buldurularak yerine gönderilmesi” emredilmektedir.
Bursalıların Padişah’a nasıl ulaştıkları, toplu bir dilekçeyle mi yoksa gönderdikleri temsilciler aracılığıyla mı bu talepte bulundukları belli değildir. 8 Nisan 1910 tarihli Ertuğrul gazetesinde Evkaf Müfettişi Mahmud ve Vilayet Evkaf Müdürü Cemali Beylerin Dersaadet’ten Bursa’ya döndükleri haber verildiğine göre, Bursa’dan gelip Sultan Reşad’a ahalinin taleplerini iletenler büyük olasılıkla bu görevlilerdir. Mevcut belgelerden o tarihte ömürlerinin son demlerini yaşayan Sultan Abdülaziz’in eski mabeyncileri nezdinde nişanın şekli ve nerede olduğuna dair bir soruşturmaya girişildiği anlaşılıyor. Nişan hakkında sorular yöneltilen Mabeynci Fahri ile kurenadan Mehmed Beyler, Abdülaziz’in Bursa seyahatinde henüz mabeynci olmadıklarından Bursa’ya gitmediklerini belirtirlerken; kurenadan Mehmed Emin Bey nişanın Sultan Aziz tarafından takıldığı anda orada bulunmasına rağmen, şekil ve kıymeti hakkında hiçbir şey hatırlamadığını ifade etmiştir (BOA. DH.MUİ. 75/69). Bugüne kadar Sultan Reşad’ın emrinin yerine getirilerek nişanın buldurulduğuna ve iade edildiğine dair henüz bir belge ortaya çıkmamıştır. Ancak 1910 ile Yunan işgali yılları arasında çekilen bazı fotoğraflarda, murassa nişanın Bursa’ya iade edildiği ve sandukada asılı olduğu görülmektedir.
Günümüzde SALT Arşiv’de “EOZH0155” koduyla erişime açık Engin Özendes Koleksiyonu’ndaki fotoğraf, murassa nişanın sanduka üzerinde asılı hâlini net bir şekilde tespit etmektedir. Künyesinde eski bir gazeteci-fotoğrafçı olan Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’na ait olduğu yazılı bu fotoğrafın aynısı, cumhuriyetin ilanından önce Türkiye’ye gelen Grace Ellison’un izlenimlerini yayımladığı 1923 tarihli An Englishwoman in Angora kitabında da mevcuttur. Kitabın orijinalinin başında “yazarın kendi eskizlerinden ve fotoğraflarından oluşan 34 illüstrasyon ile…” notu bulunmakta ve yazar bazı bölümlerde Kodak marka fotoğraf makinesiyle çekimler yaptığından da bahsetmektedir (1973’te Kuva-i Millîye Ankarası adıyla İbrahim S. Türek tarafından çevrilip Milliyet Yayınları tarafından basılan kitapta fotoğraflar eksiktir).
Bu durumda SALT Arşiv’deki fotoğrafın sahibini, dolayısıyla hangi yıl çekilmiş olabileceğini teşhis etmek güçleşmektedir. Aynı arşivde Bursa’daki diğer padişah türbelerinden de iç mekan ve sanduka görünümlerine dair A. H. Koyunoğlu künyeli fotoğraflar bulunmasından dolayı, bu fotoğrafın Koyunoğlu’na aidiyetini ve Grace Ellison’un bunu kendine malettiğini düşünmek yanlış olmaz. Netice itibarıyla fotoğraf, Bursa’nın Yunan işgaline uğramasından önce çekilmiş olmalıdır ve Osman Gazi sandukasında net olarak görülen Nişan-ı Osmanî, Sultan Abdülaziz’in taktığı murassa nişanın ta kendisidir. Ayrıca Taksim Atatürk Kitaplığı’nda “KRT 5469” numarasıyla kayıtlı fotoğrafta da murassa nişan mevcuttur. Sandukanın başında duran iki kişiden soldakinin son Halife Abdülmecid’in oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi olduğunu sanıyorum. Demek ki bu fotoğrafta da net bir şekilde görülen nişanın orijinali, Sultan Reşad’ın iradesinden sonra buldurulup Bursa’ya iade edilmiştir.
Cumhuriyet kurulduktan sonra devrimler sırasında 30 Kasım 1925’te yürürlüğe giren 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile türbeler kapatıldı. Bu gelişmeden sonra uzun süre türbe ve nişana dair hiçbir haber ve yazıya rastlanılmamaktadır.
1949’da tarihî şahsiyetlerin türbelerinin açılması tartışmaları sırasında bir grup araştırmacı ve bürokratın Osman Gazi Türbesi’ne girerek zemin altındaki kasayı kırdırıp boş nişan kutusunu bulmaları, Türkiye ulusal basınında en önemli haberler arasına girdi. 17 Ekim 1949 tarihli gazeteler “Bursa Osman Gazi Türbesi’nde Hırsızlık” manşetleriyle sansasyonel bir etki oluşturdular. Kamuoyunda oluşan üzüntü ve şaşkınlık, ortaya çıkan Bursa Evkaf Müdürü Hulusi Seyhan’ın açıklamalarıyla kısa sürede yerini iyimserliğe bırakırken, bizler için de nişanın izini sürmemize yarayan bilgiler sağladı. Türbelerin kapatılmasından sonra uzun yıllar haber alınamayan Sultan Abdülaziz yadigarı nişan, Bursa’nın Yunan işgaline uğradığı yıllarda bir zarar görmemesi için, Bursa Evkaf Müdürü Hulusi Seyhan’ın kişisel gayretleriyle türbeden alınarak Bursa Osmanlı Bankası kasasına konulmuştu. Nişan, 1925’te türbelerin kapatılması üzerine, o tarihlerde İstanbul’da Evkaf-ı İslâmiye Müzesi adıyla faaliyet sürdüren bugünkü Türk-İslâm Eserleri Müzesi’ne bizzat Hulusi Seyhan eliyle götürülerek müdür vekili Mustafa Münir Paşa’ya (Soyadı Kanunu sonrasında Bölükbaşı soyadını almış olmalı) teslim edilmişti. Hulusi Seyhan ayrıca Osmanlı Bankası eksperleri tarafından nişanın işgal günlerindeki değerinin 3.500 Osmanlı Lirası olarak takdir edildiğini belirtmektedir.
Ancak her ne kadar nişanın 1949’da Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunduğu söylense de, o devirde müze müdürü olan Elif Naci nişanın 1921’de İstanbul’a getirildiğini ve 9 yıl Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nde kaldıktan sonra aidiyeti itibarıyla Topkapı Sarayı’na teslim edildiğini bildirmiştir! Nişanın İstanbul’a getiriliş tarihini Elif Naci 1921 olarak verse de, bize kalırsa Hulusi Seyhan’ın 1925’te bizzat getirdiğini söylemesi esas kabul edilmelidir. İbrahim Artuk’un DİA İslâm Ansiklopedisi’nin “Nişan” maddesinde yazdığına göre, nişan hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Dairesi’nde (nr. 2/1029) teşhir edilmektedir.
Bu önemli tarihsel objenin Osman Gazi Türbesi’nden ayrılmasının 100. yılındayız. Yunan işgalinin, türbelerin kapatılmasının üzerinden yıllar geçti. O dönemde geçici surette koruma altına alınan, daha önce bir şekilde geri alınıp İstanbul’a getirilen ama sonradan iade edilen bu nişanın ait olduğu yere tekrar iadesi yönünde bir karar alınması tarihe ve şahsiyetlere saygının bir gereğidir. Bu konu ciddiyetle ele alınmalı, gerçekleştirilinceye kadar en azından bir replikasının Osman Gazi’nin sandukasına yeniden asılması düşünülmelidir.
NİŞAN-I OSMANÎ NEDİR?
Yazıları çeviren çemberde 27 adet zümrüt vardır…
“… Sultan Abdülaziz zamanında 9 Cemâziyelâhir 1278 (12 Aralık 1861) tarihli nizamnâmeyle nişân-ı Osmânî çıkarıldı. Bu nişan Mecîdî nişanıyla bazı farklılıklar göstermektedir. Bunda üç rütbe esas alınmıştı. Daha sonra dördüncüsü eklendi. Murassa‘ Osmanlı nişanı şemsesi göğsün sol tarafına, nişan kurdelenin ucuna, sağdan sola bağlanır, sahibinin ölümünden sonra takılmamak şartıyla vârislere bırakılırdı. Murassa‘ Osmânî nişanının her şubesinde yarım kırat ağırlığında yedi taş, bütün nişanda 3,5 kırat ağırlığında kırk dokuz taş vardır. Şemsesinde ise her şubede 5 kırat ağırlığında elli bir taş ve bütün şemsede 40 kırat ağırlığında 408 pırlanta bulunmaktadır. Nişân-ı Osmânî’nin dört rütbesinden ilkinin şemsesi göğsün sol tarafına, nişan ise kurdelenin ucuna, kordon da sağdan sola doğru bağlanır, sahibinin ölümünde hazineye verilirdi. İkinci Osmânî nişanı şemsesi göğsün sağ tarafına, nişan da göğse asılır, sahibinin ölümünde hazineye intikal ederdi. Üçüncü Osmânî nişanı kendine has kordonu ile boyna asılırdı. Dördüncü Osmânî nişanı göğsün sol tarafına asılır, sahibinin ölümünde bu da hazineye verilirdi, berat harcı 50 kuruştur. Sultan Abdülaziz, 1862 yılı Bursa gezisi sırasında Osman Gazi’nin türbesine kendi eliyle murassa‘ nişân-ı Osmânî asmıştı. Bu nişanın orta kısmı yazılarını çeviren çemberde yeşil mine yerine yirmi yedi adet zümrüt vardır. Bu şemse halen Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Dairesi’nde (nr. 2/1029) teşhir edilmektedir”.
(İbrahim Artuk, “Nişan”maddesi, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, 2007 )
13 MART 1910
SULTAN REŞAD’IN İRADESİ: Nişan neredeyse bulun ve Bursa’ya geri gönderin!
MABEYN-İ HÜMAYÛN-I MÜLÛKÂNE
Baş Kitabeti
Adet
541
Cennet-mekân Sultan Abdülaziz Han Hazretleri tarafından ihdas olunan Nişan-ı Osmanî’nin sûret-i mahsûsada imal ettirilen büyük bir kıt’a-i murassa’ası Bursa’da defîn-i hâk-i ıtr-nâk olan müessis-i bünyân-ı devlet Sultan Osman Gazi Hazretlerinin sanduka-i münîfesine ta’lîk edilmiş olduğu halde devr-i sâbıkta bir aralık aldırılarak kıt’a ve kıymetçe onun dûnunda diğer bir nişan ile tebdîl olunmuş olmasıyla evvelki nişan-ı âlînin iadeten mahal-i sâbıkına vaz u taʻlîkı Bursa ahalisince arzu ve istirham olunmakta olduğu ve salifü’z-zikr nişanın oradan suret-i ahzı hakkında Bursa Evkaf muhasebecisi ile türbe-i şerifede nişan bekçiliği eden zatın malumatları bulunduğu mesmûʻ-ı âlî-i Hazret-i Hilafet-penâhî olmuş idüğinden tahkikat-ı lazime icrasıyla nişan-ı mezkûr bulunduğu takdirde mahalline irsal ve iadesi şeref-sudûr buyurulan irade-i seniyye-i cenâb-ı padişahî iktizâ-yı celîlinden olmağla emr u fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir. Fî 1 Rebiülevvel sene 328 fî 28 Şubat sene 325. [13 Mart 1910]
Ser-Kâtib-i Hazret-i Şehriyârî
bende
[İmza: Halid Ziya (Uşaklıgil)]