Kasım
sayımız çıktı

Aile: Çekirdekten meyveye babadan anneye ve dinlere…

Osmanlı toplumunda aile kurmak bir statü meselesiydi, bekar olana pek hoş bakılmazdı. Bazen de aile bir ayakbağıydı. Nakkaşlar bu mahrem alanı pek merakla incelemediler. Öyle ya, Ebussuud’a gelen fetvalardan bir kısmı, ailenin yaşadığı alanı görebilecek durumdaki minarelerden bile şikayetçiydi. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta aile içi iktidar ilişkilerinin yansıması.

Aile adı verilen kurumun insanlık tarihi kadar eski olduğu bilinir; kimi hay­van türlerinde bile bu yapının varolduğu da. Günümüzde aile tipleri ataerkil-anaerkil, çok ev­li-tek evli, içten evlenen-dışar­dan evlenen gibi kategorilere ay­rılmış ve sosyal olarak toplumun en küçük parçası sayılmıştır. Dinler ise aile yapılarını belirle­yen en büyük etken olagelmiştir.

Aile, insanlık tarihi boyun­ca genellikle ataerkildir; Yahu­diliğin çok eski zamanlarında, Hititlerde ve Yakutlar gibi bazı Türkî topluluklarda ise anaer­kil yapılar kaydedilmiştir. Yahu­dilikte aile, sadece sosyal değil aynı zamanda dinî bir topluluk­tu. Atalar kültü ailenin ibadetiy­di, baba ise eş/eşler ve çocuklara ibadet esnasında öncülük eden rahip gibi davranıyordu. Sanıla­nın aksine Yahudi toplumu, tari­hinin çok eski bir dönemindeki kısa süre sayılmazsa, pederşahi/ ataerkil bir toplumdu. Bekar kal­mak, aile kurmamak büyük gü­nah olup bir kültün yokolması­na bile bile sebep olmak anlamı taşıyordu. Havva’nın cennetteki “itaatsizliği” ve erkeğini “yanılt­ması”, dünyada da kadının peşin bir suçlulukla algılanmasına yo­laçmıştır. Kadın, evlilik akdinin yalnızca konusu durumunda­dır. İbranice “baal” kelimesi hem koca hem mal sahibi anlamına gelir. 10 Emir’de kadın; ev, köle, cariye, öküz ve eşekle birlikte ko­canın malları arasında zikredilir (Exodus/Çıkış, 20/17). Evlenme sırasında kadının ailesine “mo­har” denen bir para/mal verilir. Boşanmak meşru olduğundan aşırılaşmıştır.

Bir Ermeni aile

Gayrimüslim topluluklar Osmanlı Devleti’nde kendi aile hukuklarına tâbilerdi. Cemaat liderleri aile mahkemelerini görürdü. Ancak dilerlerse şerî mahkemelere başvurabilirlerdi. Osmanlı kadı sicilleri, pek çok gayrimüslim ailenin boşanma davalarında hızlı olması ve bu konuda ortayolu tutması nedeniyle şerî mahkemeleri tercih ettiklerini bildiriyor. Bu minyatür ise, devletin farklı yüzlerini merak eden bir seyyah tarafından bir çarşı ressamına ısmarlanmış; küçük bir Ermeni aileyi fertleriyle betimliyor (Costumes Turcs, res. ?, 1720. Fransa Ulusal Ktp. Od. 6).

Hıristiyanlıkta da dinî bir kurum sayılan aile, Yahudili­ğin aksine sıkı sıkıya korun­ması gereken bir kurum sayıl­mış, boşanmalar katı biçimde yasaklanmıştır. Evlilik akdiyle birlikte karı ve koca ebediyen birbirine bağlı bir bütün hâli­ne gelmiştir (Markos, 10/8-12). Mormonlar gibi dinî guruplar sayılmazsa, İsa ümmeti içinde tekeşlilik esastır.

Roma’da aile, dinî vasfını korusa da sosyal ve iktisadi ta­raflarıyla öne çıkar. Erkek vası­tasıyla sağlanan kan hısımlığına dayanır. Kadın evlendiği anda, babasının ailesiyle olan ilişki­sini koparmıştır. Peter familias denen aile reisi (baba) aynı za­manda ailenin rahibidir. Çocuk­larını isterse öldürebilir, sata­bilir. Roma hukukunda ailenin yaşadığı evin dokunulmazlığı düsturlaşır. Tek evlilik esastır.

İslâm öncesi Araplar arasın­da aile, güçlü kabile yapısı ara­sında silikleşir, onun doğal bir uzantısıdır; hatta kabile, geniş­çe bir aile görünümündedir. Ak­rabalık erkek akrabalar yoluyla kurulur (asabe). Pederşahidir. Kız çocuklar utanç kaynağı ve ailenin kısıtlı imkanlarını koru­mak için feda edilebilen unsur­lardır. Aynı zamanda bu dönem Arap toplumunda nikahsız ya­şamak, süreli nikah, eş takası (nikah-ı bedel) gibi uygulama­lar görülmektedir. Hatta asil bir erkeğe eşini vererek ondan asil evlat edinmek makbuldür (ni­kah-ı makt). Çocuğun velisi onu öldürebilir, rehin verebilir, hu­kuki haklarından mahrum bı­rakabilir. Bu dönemde evlatlık kurumu güçlüdür; soydan gelen evlattan ayrılmayan bu çocuk­larla evlenmek yasaktır.

Aile sahibinin ahvali

Her nasılsa 3. Murad’ın kızı Fatma Sultan için yapılmış bir fal-astroloji tercümesi içinde çizilen bu tasvir, “ehl-i iyâl olan kimesnenin şeklidir” başlığıyla sunuluyor. İyâl/ ayâl, eş ve bakmakla yükümlü olunan çocuklar demek. Burada kadınların üzerine binen yükü, çocuk bakmanın perişanlığını vurgulamak istermiş gibi Nakkaş Osman. Deli Birader, Gamları Def Eden Kitap’ında evlenmeyen adama “it mi adam mı?” diye sorulacağını söylemekle beraber, bir azizin şu görüşünü kaydeder: “Bütünken iki parça olmak isterseniz evlenin. Kişi tek başınayken dilediği yere gider, istediğini yapar. Evlenip bir avrat alsa ne onu bir yere koyup gidebilir ne ona danışmadan iş edebilir. Çocukları oldukça üçe dörde bölünür. Vay biri düşüp ölürse durduk yere tam iken eksik olursun” (Metâlîü’l-saâde, çev. Muhammed el-Sûdî, res. Nakkaş Osman, 1582. Fransa Ulusal Ktp., Suppl. turc. 242.)

Eski Türkler de ataerkil bir toplumdur ancak onların pe­derşahi değil pederî (atacıl) ol­dukları söylenir. Baba, çocukları ve eş/eşleri üzerinde mülki hak sahibi değildir. Kadının ailesine evlilik öncesi “kalın” denen bir para verilir. Türklerde eşi ölen yengeyle evlenmek (Yahudilik­teki gibi) meşru ve koruyucu bir önlem olarak görülmüştür.

İslâm’da aile dinî bir kurum olarak görülmez ancak yine de dinen aile kurmak teşvik edil­miştir. Ataerkil bir aile tesis eder İslâm; ancak babaya aile fertleri üzerinde mülki haklar tanımaz, çocukları öldürmek yasak edilir (İsrâ 17/31). Hav­va’ya ve hemcinslerine sorum­luluk yüklenmemiş, Adem’i aldatanın eşi değil şeytan ol­duğu bildirilmiştir (Bakara 2/36). Hatta kimi zaman suçlu Adem’dir (Taha 20/115). Kadın, kocası karşısında iktisaden ba­ğımsızdır, malını dilediği gibi tasarruf eder. Bir yandan erkek, kadınla kimi konularda eşit gi­bi konumlanırken bir yandan eşinden üstün tutulur (Bakara 2/228). Evlilikte “mihr” deni­len bir mal/para kadına ödenir, ailesine değil. Kadın bunu iste­diği gibi kullanır. Yine de kadın kocasına itaat etmekle yüküm­lüdür; zevce boyun eğmezse önce yatakları ayırmak, sonra da dövmek erkeğe tavsiye edil­miştir (Nisa 4/34). Erkek ehl-i kitap olan kadınlarla, kadın sa­dece Müslüman erkeklerle ev­lenebilir. Erkek dörde kadar eş alabilse de, yeğ olanın daha adil bir koca olabilmek için bir eşle veya cariye ile yetinmek olduğu vurgulanır (Nisa 4/3). Boşan­mada Yahudilik ve Hıristiyan­lığın ortayolu bulunur. Boşan­mak, helallerin en kötüsü ola­rak yorumlanır. Erkek kadına göre hukuken boşanmada daha serbesttir; karşılığında da kimi mali sorumlulukların altına gi­rer. Kadın ancak belirli sebepler doğduğunda kocasıyla boşana­bilir; tabii onun da rızasıyla.

Osmanlı toplumunda da İs­lâm’ın tanımladığı aile yapısı geçerli olmuştu. Aile genellikle dindaş taraflar arasında kuru­lurdu ve yaşantısını yine dinda­şı olduğu mahallenin yapısına göre düzenlerdi. Kimi Osman­lı aydınları aile kurumunu kut­sasa da kimileri de bir ayakba­ğı olarak görmüştür. Yavuz’un kardeşi Korkut’a nedim olan Şair Deli Birader (öl. 1535), Gamla­rı Def Eden Kitap’ında evliliği, fertlerinin ölümleriyle yeni acı­lara sebep olacak bir potansiyel tehlike gibi görür. Evliya Çelebi (öl. 1684) “nice aile evinden ay­rılıp ana-baba-kardeş kahrından kurtulup seyyah olurum?” der durur.