Kasım
sayımız çıktı

Osmanlıların soykütüğü: Selçuklu, Timurlu ve ‘öteki’

ŞECERELER VE KİMLİK ARAYIŞI

Osmanlılar, 1402’de Timurlular tarafından parçalandıktan sonra güçlü bir kimlik ve imaj yaratmak için birbirinden bağımsız yazarlarla şecere arayışına girdi. Kurgu ve gerçek arasında yazılan eserler ve Osmanlıların “kendi kendine yeten bir tarih”e ulaşma çabasında Fatih’ler, Yavuz’lar, Kanunî’ler… “Altın tarih” peşinde oluşturulan imajlar…

Osmanlıların ilk defa ne zaman tarih yazdıklarını kestirmek güçtür; elimiz­deki kaynakların tümü 1402’de Timur’a karşı girişilen Ankara Savaşı’ndan sonrasına dayanır. Mevcut en eski tarih metni Şair Ahmedî’nin 1402-1410 arasında yazılmış İskendernâme ekidir. Burada bir Oğuz vurgusu yapılır­sa da çok ayrıntıya girilmez.

resim_2024-08-26_020738573
Âdem’e kadar varız 16. yüzyılda Kanunî döneminde Derviş Mehmed tarafından yazılan Subhatü’l-ahbâr, peygamber ve hükümdarların Hz. Âdem’e kadar çıkan şecerelerini içerir. Safevîler hâlen Anadolu üzerinde Osmanlılara rakip konumundaydı ve Hindistan’da Timur oğullarından Babürlüler at oynatıyordu. Üstelik hicrî 1000 yıl yaklaşırken üç devlet hükümdarı da tüm Müslümanlar üzerinde egemenlik iddia edebilmek için mehdilik-kutbluk yarışına girmişti. Böyle bir şecere kitabının yazılması, artık düşük yoğunluklu bir çatışma hâlinde süregiden bu rekabetle ilişkili olmalıydı. Bu sayfada ortada Cengiz Han gösterilirken solunda Bakı Ağa isimli kurgusal bir Osmanlı ecdadı resmedilmiş. Osman’a kadar sayfalar boyu inen bir hat, “Cengiz evlatları, üzerimizde egemenlik iddia edemez” diyor sanki. Eser 17. yüzyılda resimlendi ve 2. Viyana Savaşı’nda Avusturyalıların eline geçti (Derviş Mehmed, Subhatü’l-ahbâr, res. Hüseyin İstanbulî, 1674. Avusturya Ulusal Ktp., COD. AF. 50).

2. Murad’ın emriyle 1423-1437 arasında bir Selçuklu tarihi ya­zarak Osmanlıları yakın Anadolu Türk-İslâm geçmişine bağlayan Yazıcızâde Ali, onların Oğuzların Kayı boyundan geldiğini ve Sel­çuklularla “uzaktan” akraba ol­duklarını söyler. Orhan Gazi’nin imamı Yahşi Fakih’ten faydala­narak 1476-1481 arasında yazan Âşıkpaşazâde ise Osman, Er­tuğrul, Süleyman Şah, Kaya Alp, Kızıl Boğa diye uzayan ve Nuh oğlu Yafes’e kadar çıkan çoğu kurgusal bir kütük verir. Hikayesi pek tutulmayan Şair Enverî ise 1465 tarihli Düsturnâme’sinde Moğolları çağrıştıran, Selçuklu ve Seyyidler soyuna bağlanan alaşım bir şecere verir: Osman, Ertuğrul, Gündüz Alp, Şahmelik, Süleyman, Gazan (İlhanlı Gazan Han?), Ermiş, Çalış (Kutalmış’ın kızını alır), Tuğrul, Kayı, Oğuz Süleyman (bir Selçuklu prense­siyle evlenir), Oğuz Turunç Hatun (Ayyaz b. Osman isimli seyyidle evlenir), Oğuz Tümen Han. 15. yüzyıldan Kemal isimli bir tarihçi ise Selâtinnâme adlı eserinde Er­tuğrul’un 1. Alaeddin Keykubad’a “Selçuk Han senin de benim de dedemdi” dediğini söyletir.

Bütün bu karmaşanın 1402’de Timurlular tarafından devlet parçalandıktan sonra güçlü bir kimlik ve imaj yaratmak için birbirinden bağımsız yazarların şecere zorlamasından kaynak­landığı açıktır. 1402 öncesi bir-iki kitabe ile vakfiyede ve Orhan ile kesimine başlanan paralarda Er­tuğrul’dan gerisini görmemek­teyiz. Osmanlılar muhtemelen kendilerini aksiyonun içerisinde bulmuşlardı; kimlikleri üzerinde derinlikli düşünmediler. Zaten düşünmelerini gerektirecek bir kimlik kriziyle de karşılaşma­dılar; ta ki 1402’ye kadar. Bölge­sel bir aktör hâline gelmiş bir devletleri olduğunda, henüz ciddi bir tehlikeyle ve istiklallerini el­lerinden alacak kadar kuvvetli bir istilacı ile karşılaşmamışlardı.

Timur, 1243 tarihli Kösedağ Savaşı ile Moğolların Anadolu’da başlayan efendiliğinin İlhanlılar 1335’te yıkıldıktan sonra devam etmesi gerektiğini düşünüyor­du. 1435’te yazan İbn Arabşah (Acâibü’l-makdûr) ve 1446-49’da yazan İbn Hacer (İnbâü’l-gumr) Timur’un İlhanlıların Anado­lu’daki son yasal varisi Eretna Devleti’nin toprakları üzerinde hak iddia ettiğini, tüm Anadolu Tatarlarını itaate çağırdığını anlatır. Timur’a göre Osmanlılar “Selçukluların azatlı köleleri­nin oğulları” idi ve onlara itibar edilmemeliydi. Osmanlıların Ankara-Eskişehir bölgesinde komşusu olan Çavdar Tatarla­rı bu çağrıya uymuştu. Savaş meydanında pek çok Tatar kabile Timur’un safına geçti; Türkmen­ler bile onun söylemine, askerî gücüne ve vaatlerine kapılarak taraf değiştirdiler.

resim_2024-08-26_020743548
Kendine yeten miras 17. yüzyıl başına tarihlenen minyatürde, 13 padişah Atmeydanı’nda gösterileri yanyana izliyorlar! Bu dönemde artık Osmanlı hanedanı güçlü ve fâtih isimleriyle kendine yeten bir tarihtir (Bistâmî, Miftâhü’l-cifrü’l-câmi, Şerifî tercümesi, res. ?, yak. 1600. TSMK, B.373)

İşte Osmanlı kimliği, “öte­ki”si olan bir “Tatar” bulmuştu; veya 1243’ten beri hayatlarında olan bu “öteki” yeniden güçlü bir biçimde belirmişti. 1402 krizin­den sonra Fetret Devri yaşandı ve bitti; 1. Mehmed kardeşlerini bertaraf etti; oğlu 2. Murad ise Yıldırım’ın hemen tüm yitirilmiş topraklarını geri kazandı. Ancak Timur oğlu Şahruh, 2. Murad’a bir hilat yollayarak, onun kendisinin vekili olduğunu göstermek için elçilerinin huzurunda giymesini istedi. Timurlulardan çekinen 2. Murad bu teklifi reddedemedi. Müttefiki Memlûk sultanı bu duruma içerleyince, 2. Murad hilati şaka yollu giydiğini söyledi! Bu hareket 2. Murad’ın onurunu zedeleyebilir, çevre beylikler ve devletler arasında itibarını sar­sabilirdi. O da Yazıcızâde Ali’ye Anadolu’daki son yasal devlet olarak gördüğü Selçuklularla siyasi birlikteliğini ortaya koyan ve onlarla kendisini Oğuz Han soyunda birleştiren bir tarih yaz­dırdı. Yazıcızâde Ali, 2. Murad için şunları söylüyordu: “Padişahlık için soy ve liyakat sahibidir. Oğuz’un kalan hanları uruğun­dan belki Cengiz hanları uruğun­dan uludur. Hepsi kapısına gelip selam verse yeridir”. Osmanlılar her ne kadar Selçuklulardan dahi üstün olduklarını daha Âşıkpa­şazâde’den itibaren dile getirmiş olsalar da, 1402 ve ertesinde Selçuklu ve Oğuz geçmişine ana kucağı gibi baktılar.

Timuroğulları, Şahruh’tan sonra dağılma evresine girdi. Onların yerini Ankara’da Timur’a silah arkadaşlığı yapan Türkmen Akkoyunlular aldı. 1473’te Timur söylemini sahiplenen ve onun tüm topraklarına vâris olmak isteyen Uzun Hasan ile Fatih Sultan Mehmed Otlukbeli’nde hesaplaştılar; kazanan Osman­lılardı.

resim_2024-08-26_020751346
Yeni rakiplere karşı Osman Gazi’den Abdülmecid’e kadar padişahların başarıları ve portrelerini içeren eser, Batı tarzı ressam Konstantin Kapıdağlı’nın tesirlerini içerir. Eser minyatürden Batı resmine geçiş evresini temsil eder. Osmanlı kimliği, tarihi ve geçmişiyle birlikte artık Timur’dan ve Safevîlerden sonra içişlerine müdahale edebilen Avrupalı imparatorlarla yarışmaktadır; onların görkeminden aşağı kalır yanları yoktur (Osmanzâde Ahmed Taib, Hadîkatü’l-mülûk, res. ?, 1844. Berlin).

1501’de ise Ali nesline kendisi­ni dayandıran Şah İsmail ortaya çıktı ve Anadolu’da Timur’un bir zamanlar yaptığı gibi kalabalık taraftar kitleleri topladı. 1. Selim’e yazdığı mektuplarda Timur’u hatırlatan Şah İsmail, yanında Timur soyundan danışmanlar bulunduruyordu. 1514’te Çaldı­ran’da yine Osmanlılar kazandı. Artık İran’da kurulup Anadolu’yu yönetmiş Moğol İlhanlı Devleti ve onun mirasçısı olmaya soyunan­lar karşısında Osmanlılar daha özgüvenli hissediyordu.

Bu tarihten sonra Osmanlılar “kendi kendine yeten bir tarih”e ulaşmış gibidirler. 17. yüzyıla gelindiğinde yaşanan yeni bu­nalımlar karşısında Selçuklular bir çözüm olmaktan uzak tatlı bir hâtıraydı artık. Artık Kanunî’ler, Yavuz’lar, Fatih’ler o hep dönül­mek istenen altın tarihi oluştu­ruyordu ve silsilelerde onları bir defa olsun görüvermek güçlü hissetmeye yetiyordu.