TBMM’deki muhalif gruplar, Mustafa Kemal Paşa’nın siyasi parti kurma niyetini açıklaması nedeniyle harekete geçmişlerdi. Paşa, Ocak ortasında bir aydan fazla sürecek bir Marmara-Batı Anadolu gezisine çıktı; İstanbul gazetecileriyle de görüştü. Halk katında gördüğü ilgiden memnundu; ancak Şubat başında Lozan görüşmeleri kesintiye uğrayacak, yeni problemler doğacaktı.
Mustafa Kemal Paşa için 1923 yılının pek de iyi başladığı söylenemez. 1922’nin Aralık ayında “Halk Fırkası” adında siyasi bir parti kurma niyetinde olduğuna dair yaptığı açıklama, özellikle İstanbul’da pek heyecanla karşılanmamıştı. Konuya ciddi bir biçimde eğilen tek günlük gazete olan Vakit’te ise Ahmet Emin (Yalman) Bey, Paşa’nın particilik yapmak istemesini yadırgamış; ayrıca “halk” sözcüğü nedeniyle partinin sınıf temelli bir parti olacağından duyduğu tedirginliği dile getirmişti.
Basında ayrıca Lozan’da yapılan barış görüşmelerine ilişkin genelde iyimser olarak niteleye- bileceğimiz beklentiler sürmekle birlikte; görüşmelerin ne kadar çetin geçtiğini, Ankara Hükümeti’nin bazı isteklerine İtilâf Devletleri’nin kesinlikle karşı çıktığını ve barış sürecinin her an kesilme olasılığının bulunduğunu anlatan yazılara da sıkça rastlanıyordu.
Öte yandan, TBMM’deki muhalif İkinci Grup, belki de Paşa’nın siyasi parti kurma niyetini açıklaması nedeniyle harekete geçmiş ve önemli iki etkinlikte bulunmuştu. Bunların ilki, Afyon Mebusu Hoca İsmail Şükrü (Çelikalay) Efendi’ye maledilen ama daha sonra Eşref Edip (Fergan) Bey’in de büyük katkısı olduğu anlaşılan Hilâfet-i İslâmiyye ve Büyük Millet Meclisi başlıklı kitabın 15 Ocak’ta Ankara’da yayımlanmasıydı. Kitap, hilafet kurumunu devlet başkanlığı biçiminde yorumluyor ve giriş bölümünde anayasa hukuku açısından son derece belirsiz olan “Halife Meclis’in, Meclis de Halifenindir” biçiminde bir formül öne sürüyordu. İkinci etkinlik ise, kitabın basıldığı Tan Matbaası’nda dört gün sonra İkinci Grup önderlerinden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in Tan gazetesini çıkarmaya başlamasıdır. Ali Şükrü Bey, gazetenin 19 Ocak tarihli ilk sayısındaki “Halk ve hükümet” başlıklı yazısında saltanatın kaldırılmış olmasını açıkça eleştiriyor; “yüzyıllardan beri sürmekte olan bir yönetim biçimini bir anda, bir-iki kanun çıkarmak suretiyle değiştirivermek pek arzu edilir bir şey olmakla birlikte tatbikatta, fiiliyatta, özetle hakikatin pek sert olan çehresi önünde imkansızdır” diyordu.
Halk Fırkası’nı kurma niyetini açıklaması üzerine Meclis’teki muhalefetin hareketlenmiş olduğunu gören Mustafa Kemal Paşa, Ocak ayının 14’ünde Ankara’dan ayrılmış, 1 aydan fazla sürecek olan bir Marmara-Batı Anadolu gezisine çıkmıştı. Niyeti, saltanatın kaldırılmasıyla Türkiye’nin nasıl bir döneme girdiğini ve Halk Fırkası’nın ne tür bir parti olacağını halka ve önde gelen gazetecilere anlatmaktı. Eskişehir (15 Ocak) ve İzmit’te (19 Ocak) halkla yaptığı konuşmalarla 16 Ocak akşamı İzmit’te buluştuğu İstanbul’un önemli gazetecileriyle olan söyleşisinde Mustafa Kemal Paşa, bir devrim yapıldığını ve ulusun hiçbir işine yaramadığı gibi son zamanlarda da ulus aleyhine çalışmış olan saltanat kurumundan kurtulmanın ne kadar önemli olduğunu vurguladıliğiyle yönetilen bir ülkeydi ve bundan sonra her şey halkın gerçek çıkarları ve refahı için yapılacaktı. Halk Fırkası, bazılarının partinin adındaki “halk” sözcüğünden çıkarsadığı gibi belli bir sınıfın çıkarlarına hizmet edecek bir parti değil, bütün ulus için çalışacak bir parti olacaktı. Zaten ülkede Avrupa toplumlarında olduğu gibi sınıflar henüz oluşmamış olduğundan, her biri bir sınıfın çıkarını gözetecek partilerin kurulmasına da gerek yoktu. Halk Fırkası, sultanların yönetiminde geri kalmış Türkiye’yi her açıdan kalkındırarak bütün toplumsal katmanların mutlu olmasını sağlayacaktı. Bu nedenle, her çevreden, her uzmanlık alanından, her meslekten bireyler, bilgilerini ve tespit ettikleri zaafları gidermek için yapılması gerekenlere ilişkin fikirlerini yeni partinin programına taşıyarak ulusal kalkınma hamlesine katkıda bulunmalıydılar.
Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmalarında vurguladığı bir diğer konu, hilâfet kurumunun Türkiye’deki varlığı ve olası rolüydü. Paşa, Meclis’teki ve Meclis dışındaki muhalefetin saltanatın kaldırılmasından beri -henüz yeni bir anayasa yapılmamış olduğundan- Halife’yi siyasal rolü tam anlamıyla belli olmamış bir devlet başkanı gibi gördüğünü biliyordu. Tabii Osmanlı ailesine mensup bir halifenin devlet başkanı olarak görülmesi, saltanatın geri gelmesi demekti. Bu nedenle Eskişehir’deki ilk konuşmasında hilâfet kurumunu sert bir biçimde eleştirmişti.
İzmit’e geçtiği sırada, Ankara’da yayımlanmış olduğunu yukarıda gördüğümüz kitaptan haberdar olmuş ve yaklaşımı daha da sertleşmiştir. Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’nun “hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir” biçimindeki ilk maddesine gönderme yaparak Meclis’in halifenin olmadığını, hiçbir zaman olamayacağını, Meclis’in milletin olduğunu vurgulayan Mustafa Kemal Paşa, bu tür iddialarla ortaya çıkanların gericiler olduğunu söylemiş; 31 Ocak’ta İzmir’de halkla yaptığı bir görüşmede ulusal egemenlik ilkesine karşı çıkanların parçalanacaklarını ifade etmiştir. Tabii Paşa’nın artık ulusal bir dış politika sürdürmesi gereken Türkiye’nin, hilâfet gibi işlevi ülke sınırlarını çok aşan bir kurumun getirebileceği olası zararları da anlatmış olduğunu eklememiz gerekir.
Mustafa Kemal Paşa, bu gezisinde daha birçok konuşma yapmıştır. Elimizde bulunan resmî yayınlardaki uzunluklarına bakacak olursak, en önemlileri Bursa’da (22 Ocak) ve Balıkesir’de (7 Şubat) yapılan bu konuşmalardan sonra Paşa, 17 Şubat’ta İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasını yapmış, 20 Şubat’ta da Ankara’ya dönmüştür. Gene elimizdeki resmî yayınlardan görebildiğimiz kadarıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmalarına dinleyicilerden gelen tepkiler gayet olumludur. Yalnız İzmit’te İstanbul gazetecileriyle olan söyleşinin biraz daha gergin geçtiğini söyleyebiliriz. Bunun birkaç nedeni vardır: Bir neden, Mustafa Kemal Paşa’nın o güne kadar İstanbul gazetecilerinin Halk Fırkası konusundaki tepkisizlikleri nedeniyle biraz gücenik, biraz da kızgın olmasıdır. Hatta Paşa, birkaç gazeteciyi “siz eleştirmekten başka bir şey yapmıyorsunuz” diyerek haşlamıştır da. Ancak asıl gerginlik nedeni, yayımlanmayacakları şart koşularak, dolayısıyla da üzerlerinde daha açıkça konuşulan bazı konularda gazetecilerin duydukları tedirginliklerdi. Örneğin Mustafa Kemal Paşa’ya başkentin neresi olacağı sorulmuş; Paşa da açıkça bunun İstanbul olamayacağını, Ankara’nın bu işlev için daha uygun bir aday olduğunu söylemiştir. Hilâfet konusunda sorulan sorular ve Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği yanıtlar ise bu kurumun da sonunun çok uzak olmadığını gösterir mahiyettedir. Paşa’ya ayrıca eski partilerin yeniden siyaset sahasına çıkıp çıkamayacakları sorulmuş, o da gergin bir biçimde “Öyle bir şey tanımıyorum! Çıkamazlar, çıkmaya çalışırlarsa da kendi aleyhlerine olur” demiştir.
Özetlenecek olursa Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya dönerken halk katında gördüğü karşılıktan memnundu. İstanbul gazetecileriyle yapılan sohbetten ise pek umduğunu bulamamıştı. Köktenci bir devrimden yana olan bazılarının koşulsuz desteği sürüyordu gerçi. Ancak görece muhafazakar olanlar ile eski İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenlerine yakın duranlar arasında durum hiç de öyle gözükmüyordu.
Mustafa Kemal’in sıkıntılarına Şubat ayı başlarından itibaren çok daha ciddi bir konu eklenecekti: Lozan’daki barış görüşmeleri 4 Şubat’ta kesintiye uğramış, Türkiye’nin oradaki baş delegesi Dışişleri Bakanı İsmet Paşa da 7 Şubat’ta Lozan’dan ayrılmıştı. İki paşa 19 Şubat’ta Eskişehir’de buluşacaklar, ertesi günü de Ankara’ya varacaklardı. Orada kendilerini çok şiddetli tartışmalar ve alınacak yeni kararlar bekliyordu.