Bitmeyen varyantlarıyla salgın, etnik-dinî savaşlar, ekonomik darboğaz derken, insan türü kendisini cendereden çıkaracak yeni “iyileşme” alanları aramaya başladı. Kimileri geleneksel usullerle huzuru ararken kimileri de kitabi dinlerle Doğu öğretileri ve şamanlığı harmanlıyor; yeni nesil turistik-medyatik spiritüel ortamlara koşuyor.
Hiç gördüğünüz bir rüyanın hakikate dönüştüğü ve belki tüm akılcılığınızla kurduğunuz hayatı bir anlığına gözden geçirdiğiniz oldu mu? Bunu yaşamasak da yaşadığını söyleyen birilerini tanımışızdır. O aşkın gücün, size bir mesaj gönderdiği hissi…
Şimdilerde birçok insan, böyle bir “mucizevi an”a tanık olsun ya da olmasın üstün bir güçle (Tanrı ya da evrenle) arasında organik bir bağ, bir diyalog olduğunu düşünüyor; onun mesajlar gönderdiğini, kendisini uyardığını, kolladığını… Elbette bunu ilk defa işitmiyoruz; birçoklarını tarihte Sûfî hareketler içerisinde elbette daha farklı biçimlerde okumuşuzdur.
Ancak bu defa temel fark, insan teki olarak “çok değerli” oluşumuz. Aşkın güç bize çok değer veriyor; boynumuz bükük değil; neredeyse o güçle omuz omuza, kol kolayız ve bize çoğunlukla bir perhiz de dayatmıyor. Ona iyi düşünceler göndererek karşılığında iyi şeyler alabiliyor, süreci yönlendirebiliyoruz üstelik. Çok daha havalıyız; konak konak gezerek el avuç açmıyoruz ya da çarıklarımızı paralamıyoruz yollarda. Bir haftasonu, ruhsal rehberlik organizasyonunun IBAN hesabına şöyle cüzi bir miktarı geçtikten sonra kendimizi küçük bir bungalovda buluyoruz. Üstümüze kilitlenmiş kapı 3 gün aradan sonra yavaş yavaş açılıyor; o şirin mahmur hâlimiz rehberimizin milyonlara koşan sosyal medya hesabında paylaşılıyor. Artık ünlü de sayılırız.
Nietzsche istediği kadar “Tanrı öldü” desin, NASA ultra teknolojik cihazlarıyla dünyadan yükseldikçe saman çöpü kadar bile cirmimizin olmadığını kanıtlasın bize. “Ben bu koca evrende kimim ve neyim; miktarım, kıymetim ne?” sorusuna uzay boşluğu, buz gibi soğuk ve kulak acıtacak kadar sessiz bir yanıt versin isterse. İnsan insana merhamet etmedikçe, doğada ve aşkın bir güçte aramaya devam edecek o ana kucağından alışkın olduğu merhameti.
İnsan türü başına gelebileceklerin pek azını kontrol edebiliyor malum; birazcık olsun “iyi düşün iyi olsun” demeye, iyiyi ummaya da hakkı, her şeyden önce yatkınlığı var. Kaygı, bu işin ticari ve turistikleşen taraflarında; daha önemlisi evrendeki yerimizi akılla kavramaya çalışmanın meşakkatine ve acımasızlığına katlanamayacak kadar kırılganlaşıp hakikatin kıdemli okulunu, bilimi asmaya başlamamızda.
Şaka bir yana… 1: 1. 15. yüzyıl âlimi Gümüşlüoğlu Şeyh Abdurrahman çile kemeri kuşanmış hâlde irşad postunda. Taşköprizâde Ahmed, Şekâiku’n-numâniyye, çev. Mehmed Hâkî (Hadâiku’r-reyhân), res. Nakşî, TSMK, H. 1263. 2. 16. yüzyıl bestekârı Tâbî ve bir arkadaşı. Meşâirü’ş-şuarâ, Millet Ktp., Ali Emiri-Tarih 772, s. 338a. 3. Zikir hâlinde bir Özbek derviş. Figures Naturelles de Turquie, Hüseyin İstanbulî’ye atfedilir, 1688. Fransa Ulusal Ktp., N. Od. 7, s. 29. 4. Gezgin Kalenderî derviş, Figures Naturelles de Turquie, s. 39. 5. Tebliğ dinleyenler. Erzurumlu Darîr, Siyer-i Nebî, c. III, res. Nakkaş Hasan, 1594-95. New York Halk Ktp., Spencer, Turk. ms. 3.