Kasım
sayımız çıktı

40 gün çile çekmekten 3 gün bungalov inzivasına…

SPİRİTÜALİZM VE YEN DİNDARLIKLAR

Bitmeyen varyantlarıyla salgın, etnik-dinî savaşlar, ekonomik darboğaz derken, insan türü kendisini cendereden çıkaracak yeni “iyileşme” alanları aramaya başladı. Kimileri geleneksel usullerle huzuru ararken kimileri de kitabi dinlerle Doğu öğretileri ve şamanlığı harmanlıyor; yeni nesil turistik-medyatik spiritüel ortamlara koşuyor.

Hiç gördüğünüz bir rüya­nın hakikate dönüştü­ğü ve belki tüm akılcı­lığınızla kurduğunuz hayatı bir anlığına gözden geçirdiğiniz oldu mu? Bunu yaşamasak da yaşadığını söyleyen birilerini tanımışızdır. O aşkın gücün, size bir mesaj gönderdiği hissi…

Şimdilerde birçok insan, böy­le bir “mucizevi an”a tanık olsun ya da olmasın üstün bir güçle (Tanrı ya da evrenle) arasında organik bir bağ, bir diyalog olduğunu düşünüyor; onun me­sajlar gönderdiğini, kendisini uyardığını, kolladığını… Elbette bunu ilk defa işitmiyoruz; bir­çoklarını tarihte Sûfî hareketler içerisinde elbette daha farklı biçimlerde okumuşuzdur.

Ancak bu defa temel fark, insan teki olarak “çok değerli” oluşumuz. Aşkın güç bize çok değer veriyor; boynumuz bükük değil; neredey­se o güçle omuz omuza, kol kolayız ve bize çoğunluk­la bir perhiz de dayatmıyor. Ona iyi düşünceler göndererek karşı­lığında iyi şeyler alabiliyor, süreci yönlendirebiliyo­ruz üstelik. Çok daha havalıyız; ko­nak konak gezerek el avuç açmıyoruz ya da çarıkları­mızı paralamıyo­ruz yollarda. Bir haftasonu, ruhsal rehberlik organi­zasyonunun IBAN hesabına şöyle cüzi bir miktarı geçtikten sonra kendimizi küçük bir bungalovda buluyoruz. Üstümüze kilitlen­miş kapı 3 gün aradan sonra yavaş yavaş açılıyor; o şirin mahmur hâlimiz rehberimizin milyonlara koşan sosyal medya hesabında paylaşılıyor. Artık ünlü de sayılırız.

Nietzsche istediği kadar “Tanrı öldü” desin, NASA ultra teknolojik cihazlarıyla dünya­dan yükseldikçe saman çöpü kadar bile cirmimizin olma­dığını kanıtlasın bize. “Ben bu koca evrende kimim ve ne­yim; miktarım, kıymetim ne?” sorusuna uzay boşluğu, buz gibi soğuk ve kulak acıtacak kadar sessiz bir yanıt versin isterse. İnsan insana merhamet etmedikçe, doğada ve aşkın bir güçte aramaya devam edecek o ana kucağından alışkın olduğu merhameti.

İnsan türü başına gelebile­ceklerin pek azını kontrol ede­biliyor malum; birazcık olsun “iyi düşün iyi olsun” demeye, iyi­yi ummaya da hakkı, her şeyden önce yatkınlığı var. Kaygı, bu işin ticari ve turistikleşen taraf­larında; daha önemlisi evren­deki yerimizi akılla kavramaya çalışmanın meşakkatine ve acımasızlığına katlanamayacak kadar kırılganlaşıp hakikatin kıdemli okulunu, bilimi asmaya başlamamızda.

Laklakiyat_1
— Şeyhim be, bi’ keramet be şu ekonomiye?
— Oğlum depresyondayım diyorum, bi’ gidin ya..
Laklakiyat_2
— Kâinata müspet kudretimizi gönderiyoruz ve tekrarlıyoruz:
Akça, akça, akça…
— Biraderim, bir ilim yolunu deneseydik?
— Onu da deneriz ama şimdi vakit yok. Söyle: Akça…
Laklakiyat_3
— Tamam kapat; 30-40 güne aricam ben seni. İnzivadayım diyorum kızım, arama beni.
Laklakiyat_4
— Bak a buraya! Akçe say şu avcuma, yola giderim! Havalı tabii
yaaa! Ben akçe verip itikada girmem, itikada girip akçe alırım; usul
bu; haydi indirtme asayı koltuktan, başım zaten duman.
Laklakiyat_5
— Hayâtuma ummaduk eylükleri çekeyorum ve alup kabûl edeyorum 7-7-7.
Teşekkür iderüm, teşekkür iderüm, teşekkür iderüm.

Şaka bir yana… 1: 1. 15. yüzyıl âlimi Gümüşlüoğlu Şeyh Abdurrahman çile kemeri kuşanmış hâlde irşad postunda. Taşköprizâde Ahmed, Şekâiku’n-numâniyye, çev. Mehmed Hâkî (Hadâiku’r-reyhân), res. Nakşî, TSMK, H. 1263. 2. 16. yüzyıl bestekârı Tâbî ve bir arkadaşı. Meşâirü’ş-şuarâ, Millet Ktp., Ali Emiri-Tarih 772, s. 338a. 3. Zikir hâlinde bir Özbek derviş. Figures Naturelles de Turquie, Hüseyin İstanbulî’ye atfedilir, 1688. Fransa Ulusal Ktp., N. Od. 7, s. 29. 4. Gezgin Kalenderî derviş, Figures Naturelles de Turquie, s. 39. 5. Tebliğ dinleyenler. Erzurumlu Darîr, Siyer-i Nebî, c. III, res. Nakkaş Hasan, 1594-95. New York Halk Ktp., Spencer, Turk. ms. 3.