Haziran’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri, aşırı Sağ’ın zaferiyle sonuçlandı. Fransa’da ise Cumhurbaşkanı Macron’un erken seçim kararı, farklı iktidar hesaplarını gözetiyordu. Ancak bu hesaplar “çarşıya uymadı” ve ikinci turda Sol partilerin sürpriz şekilde biraraya gelmesiyle Halk Cephesi birinci oldu. Belirsizlik sürüyor…
Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri 9 Haziran 2024’te yapılmış ve aşırı Sağ’ın yükselişine sahne olmuştu: Fransa’da RN (Rassemblement National) %31.4 oranında oy alırken, düşman kardeşi Reconquête de %5.5 oy almıştı. NUPES (Yeni Ekolojik ve Sosyal Popüler Birlik) başlığı altında derlenen Sol partiler ise toplamda %30’a yakın bir oy alsalar da 4 parça olduklarından anlamlı bir sonuç elde edememişlerdi. Fransa dışında da birçok Avrupa ülkesinde aşırı Sağ yüksek oranda oy aldı.
Alarm zillerinin Fransa’da çalmasına neden olan ise, Cumhurbaşkanı Macron’un erken seçim kararı almasıydı. Yapılan yorumlara göre Macron bu sürpriz kararı iki nedenle almıştı: 2027 başkanlık seçimine kadar aşırı Sağ’ın muhtemel hükümetteki beceriksizliğini göstermek; veya parçalı bohça Sol’un aşırı Sağ karşısında en azından ikinci turda kendisini destekleyeceğini ummak.
Olaylar onun beklediği gibi gelişmedi. Macron’un planını akamete uğratan, aşırı Sağcı RN’nin de gözden kaçırdığı bir durumdu. Sol kesim, Macron’un erken seçim kararı almasıyla üzerindeki rehaveti attı. Yeniden ve daha sınırlı bir programatik zeminde birlik sağlandı. Bu birlik, sendikalar başta olmak üzere bir dizi toplumsal örgütlenme ve seçmen tarafından da desteklendi. Bu defa Yeni Halk Cephesi (NFP) adını alan Sol birlik, 1936’daki Halk Cephesi’nden esinlenerek tarihe de bir göndermede bulunuyordu.
AP seçimlerinden sonra Sol’un toparlanması Macron’un seçim hesaplarını bozdu. Solu toparlanmaya zorlayan ise sendikalar, toplumsal örgütlenme ağları ve elbette RN’nin yükselişi oldu. İlk tur sonuçları ilan edilince, RN artık tek başına iktidardan sözetmeye başlamıştı. Ancak Cumhuriyetçi Cephe ile seçime gidilmesiyle RN’nin 240-290 bandındaki hayali tuzla buz oldu. Olağan koşullarda RN birinci, NFP ikinci, Macroncular üçüncü olacakken, NFP birinci, Macroncular ikinci, RN ise üçüncü parti oldu. NFR 182, Macroncular 168, RN 143, Cumhuriyetçiler ise 66 sandalye kazandı.
Ancak mutlak çoğunluğun sağlanamaması, Macron’un ifadesiyle seçimin kazananının olmaması, yeni hükümetin oluşumunda bir yeniden dizilişe ihtiyaç gösteriyor. RN kimseyle ittifaka girmeyeceğini, NFP de kendi programından taviz vermeden yürümek niyetinde olduğuna açıkladı. Böylelikle şimdilik kağıt üzerinde Macron’un NFP’de yer alan Sosyalist Parti ve Ekolojistlerden rejim yanlıları ile yeni bir merkez oluşturma ihtimali güçleniyor.
Fransa’da aşırı Sağ tehlikesi için söylenebilecek olan ise şu: 12’ye 1 varken şimdi 12’ye çeyrek var. Ancak belirsizlik ve kaos sürüyor.
ANALİZ / FRANSIZ SİYASETİNİ ANLAMA KILAVUZU
Devrimler ülkesinde karşı devrimlerin yükselişi
Tüm Avrupa’da olduğu gibi Fransa’da da aşırı Sağ yükselişte. 1969’da siyasi sahneye çıkan FN/RN (Front National/Rassemblement National) 55 sene içinde inişli-çıkışlı bir seyir izlese de “kurucu baba”sının yerini alan Marine Le Pen ile ülkenin en güçlü siyasal akımı.
Fransa’da kurumsal siyaseti altüst eden RN’nin (Rassemblement National) Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki başarısından sonra, ulusal seçimde son anda ve şimdilik durdurulabilmesi; aslında “Macronizm” diye adlandırılan ve 40 yıldır yürütülen ekonomik ve sosyal politikaların da çöktüğüne işaret ediyor. Ülkede kurumsal partiler giderek seçmenden koparak birbirine benzeyen politikalarla yoksulluğu, güvencesizliği ve eşitsizliği alabildiğine derinleştirdiler; bunu yaparken güvenlikçi politikalar güttüklerini iddia ederek İslamofobik, göçmen karşıtı, Roman karşıtı halet-i ruhiyeyi güçlendirdiler. Toplumsal hareketlerin bastırılması, sendikaların zayıflatılması dayanışma kanallarını tıkayınca, aşırı Sağ’ın bütün bunların sorumlusu olarak “öz hakiki Fransız olmayanlar” ı göstermesinin kanalları da açıldı.
Fransa her ne kadar 1789’dan başlayarak “devrimler ülkesi” olarak görülse de, emperyalist bir ülke sıfatıyla sömürgecilikten kalma bir ırkçılık, ayrımcılık özellikle devlet kurumlarında devam etmişti.
Bu tablonun ortaya çıkmasında, korkuyu toplumda canlı tutmaya çalışan aşırı Sağ’ın yanısıra; beklentileri karşılamaktan uzak Sosyalist Parti’nin son 40 yılda birkaç defa kurduğu hükümetlerin de sorumluluğu var kuşkusuz. Son olarak 2012’de François Hollande dönemindeki başarısızlık öyle bir hâl almıştı ki, kendisi siyasi tarihte ilk defa ikinci defa aday olmayan bir başkan olarak geri çekildi; ortada artık bir kadavra durumunu almış partisi kalmıştı. Zaten bir teknokrat olarak Maliye Bakanlığı’na getirdiği Macron da böylesi bir boşluğun içinden çıktı ve açılan yolda “tam gaz” ilerledi.
Fransız aşırı Sağ’ının düşünsel temellerini 19. yüzyıla kadar geriye götürmek mümkünse de, toplumsal hayatta siyasi karşılığı olan 1930’lardaki Action Française, Alman işgali altında işbirlikçi Vichy hükümeti destekçileri ve 1953’te Robert Poujade’ın kurduğu hareketler öne çıkar. FN/RN (Front National/Rassemblement National) ise geçen 50 yıl içinde inişli-çıkışlı bir seyir izlese de, şu anda “kurucu baba”sının yerini alan Marine Le Pen ile ülkenin en güçlü siyasal akımını temsil etmekte.
Baba Le Pen’in sicili hayli kabarık. 1955’te Vietnam için gönüllü olduysa da, oraya vardığında Fransız sömürgeciliğinin Dien Bien Phu yenilgisi gerçekleşmişti bile. Dönüşünde Fransız Sağ’ının ünlü siması Pierre Poujade ile seçim kampanyasına katıldı ve 1956’da henüz 27 yaşındayken en genç üye olarak mecliste yer aldı. Dönemin en yakıcı meselesi Cezayir savaşında pozisyon aldı; sonradan burada işkence yaptığı da iddia edildi. Sömürgecilik hevesi kursağında kalınca “yerli ve millî” siyasete döndü.
Dolayısıyla Ekim 1972’de FN oluşurken Le Pen’in heybesi doluydu. Fransızların istihdamını, güvenliğini ve sağlığını tehdit eden meselenin “kontrolsüz göç” olduğunu ilk o dile getirdi. Karşısına aldığı sendikalar ve Sol partileri “korkunun merkezi” olarak gösterirken “liberal Sağ’ın ömrünün tükendiğini” ilan etti. O dönem Fransa’da aşırı Sağ oldukça zayıf iken, İtalya’da %10 dolayında oy alan MSI (İtalyan Sosyal Hareketi) vardı. Bu hareket açıkça faşizmden esinleniyordu ve 3 renkli alev sembolünü kullanıyordu (yeşil-beyaz-kırmızı). FN de bu sembolü kullandı; sadece bayraklardaki renkleri mavi, beyaz, kırmızı yaptı.
Ancak 1973 genel seçimlerinde alınan %1.3 oy kimseyi tatmin etmedi ve Le Pen, FN’yi yeniden düzenledi. Klasik Sağ ile yakınlaşmaya çalışırken, Marksizm karşıtlığı, sendika tekelinin sona ermesi, ölüm cezası, kürtaja karşı çıkma, göç teması gibi noktalara vurgu yaparak bağımsızlığını korudu.
François Mitterand’ın iktidara geldiği 1981’den kısa bir süre sonra uygulamaya sokulan neoliberal programlar, sanayide geleneksel sektörlerin terkedilmesi, kısa zamanda toplumun emekçi-esnaf-zanaatkar kesiminde bir sarsıntıya yol açtı. Sol’un bu noktada iktidar olması ve geleneksel Sağ’ın yetersizliği, FN’nin önünü açacaktı.
FN 1984’teki Avrupa seçimlerinde ilk kez görünür oldu ve %11 oy alarak Avrupa Parlamentosu’na 10 milletvekili; 1986’da seçim sistemi değişince de Ulusal Meclis’e 35 milletvekili gönderdi. 1988 başkanlık seçimlerinde Le Pen %14 oranını bularak kendi güzergahını genişletti. Yükseliş devam etti ve oran 1995 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %15’e çıktı. FN’nin oyları önemli miktarda klasik Sağ’ın orta ve küçük burjuva tabanından geliyordu. Bu kesimin Le Pen’e yönelmesinde, sermayeye ve işçi hareketine karşı Sağ’ın etkisizliğinin büyük payı vardı. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda sınırlarının açılması, sistemin modernizasyonu bu kesimlerin kendilerini tehdit altında hissetmelerine neden oluyordu.
Sendikaların iktidardaki Sol partileri sıkıştırmamak için “anlayışlı” davranmaları da FN’e bir alan açmıştı. Le Pen bir taraftan da Reagan modeli ile ekonomik liberalizmi savunuyor, “kahrolsun sendikalar, kahrolsun vergiler, kahrolsun devletin ekonomiye müdahalesi” gibi bildik neoliberal tiratları da ihmal etmiyordu.
FN seçmeni, arada RPR ve UDF gibi iki geleneksel Sağ partiye dönüş yapıyordu ama; komünizm düşmanlığı SSCB’nin yıkılmasıyla boşa düşünce, Sol partilerin tabanındaki emekçilere de seslenmek gündeme geldi. Yeni durumda sınıf ayrımlarının bir anlamı yoktu, artık toplumsal öfkenin temsilcisi FN olacaktı!
SSCB yıkılınca Amerikan yanlılığı, NATO sevdası terkedildi. Hatta Le Pen, 1991 Körfez Savaşı sırasında Irak yanlısı bir tutum aldı. Mitterand dönemindeki bir takım sosyal kazanımlar da artık eleştiriden muaftı. Özetle, “millîci ve sosyal” bir söylem tutturulmuştu.
Ancak 1995-1998 arasında işler iyi gitmedi. FN polis, ulaşım gibi alanlarda sahte sendikalar kurdu. Klasik “faşist kitle örgütlenme faaliyeti”ne giriştilerse de bunlar sınırlı kaldı. SSCB yıkılmıştı ama, sendikalar ve Sol partiler henüz sıfırı tüketmemişlerdi. Bu arada partinin ikinci adamı Bruno Mégret 1994’te İtalya’da olduğu gibi bir Sağ ittifakta yer almayı savunuyordu. Le Pen ise henüz kendini tek başına iktidara taşıyacak olan büyük krizin peşindeydi. Sonuçta ikinci adam tasfiye edildi ama FN de 42 binden 15 bin üyeye geriledi.
Le Pen 2002 başkanlık seçiminde Sosyalist Parti adayı eski Başbakan Jospin’in yarım puan da olsa önüne geçerek ikinci tura kaldı ve %17 gibi bir oy alarak Mégret’nin “artık Le Pen’e ihtiyaç yok” iddiasını çürüttü. Gerçi 2007’de başkanlık seçiminde %10.5 alırken, parlamentoda %4.3 bi düşük bir seviyeye gerileyecek ama pes etmeyecekti.
FN’nin büyüme dinamiği ile Le Pen’in temsil kabiliyeti arasındaki gerilimi gidermek, ona bir halef bulmak kaçınılmaz hale gelmişti. 2011’de FN kongresinde Marine Le Pen başkanlığa geldiğinde, onun sözünü ettiği “idelojik modernleşme”ye karşı çıkanlar çekilseler de bir canlanma gerçekleşti. Kızı, babasına göre elbette fotojenikti; ağzı laf yapan ve elbette daha genç bir sima olarak eski hikayelerin izlerinden arınmıştı; geleneksel söylemin ötesinde, özellikle toplumsal meselelere de değinen bir lider olarak temayüz etmeye başladı. Bu arada Avrupa hatta dünya ölçeğinde çeşitli varyantlarıyla büyüyen iktisadi kriz de, aşırı Sağ’ın gelişmesine imkan tanıyan bir ortam sunmaya başlamıştı.
FN kurulduğu yıllarda “faşist” veya “neofaşist” olarak tanımlanıyordu. Bugün ise Marin Le Pen’in babasının yerini almasıyla farklılaşan bir güzergahta, özellikle RN’ye evrilmesiyle, “sağ popülist” diyenler dahi var. Günümüzde aşırı Sağ’ı tarihsel faşizmden ayıran temel nokta, iktidarı ele geçirme stratejisidir. Kuşkusuz seçim zaferleri aşırı Sağ’a ideolojik ve kurumsal düzeyde aşırı otoriter ve ırkçı gündemini ilerletmek için daha fazla araç sağlıyor. 2027 seçimleri bu açıdan da önemli.
Masis Kürkçügil
TARİH, TEKERRÜR, HATALAR, UMUTLAR
Sol’da 88 yıl sonra yeni bir Halk Cephesi
1936’da Komünist Parti ile Radikal Parti’nin faşizme karşı kurduğu Halk Cephesi, 90 yıl sonra en azından isim olarak yeniden doğdu. Arada tabii büyük farklar var.
Artık aktörlerinin, tanıklarının unutulduğu Halk Cephesi’nin, Fransa’da bunca yıl sonra yeniden birleştirici ve geniş kitlelere umut veren bir simge olarak belirmesi şaşırtıcı gelebilir. Aşırı Sağ’ın yükseldiği bir dönemde, iki ana partiye (Komünist ve Sosyalist Parti) ve onlara bağlı sendikalara (CGTU ve CGT) bölünmüş olan Sol, Şubat 1934’te hükümeti devirmeye yönelik faşist darbe girişimine karşı birleşmek zorunda kalmıştı.
Bugün de Macron’un erken seçim kararını almasının hemen ardından Ekolojistler, Sosyalist Parti, Komünist Parti ve LFI’nin oluşturduğu kurumsal Sol partilerin biraraya gelmesi, bunun da bir dizi toplumsal örgütlenme ve sendikalar tarafından desteklenmesi, Macron’un da RN’nin de hesabında olmayan bir husustu.
Hükümet yanlısı medya, bu yeni Sol koalisyonun “terorist” ve Hamas işbirlikçisi olduğunu iddia etti; yine kimi yorumcular Filistin yanlısı bu kesimin anti-semit olduğunu söyledi. Buna rağmen NFP her yerde aday çıkarmayı başardı.
Fransa tarihinde bugüne kadar Sol partiler arasındaki ittifaklarla kurulan “çoğul Sol” birkaç defa hükümet oldu. Ancak NFP tamamıyla farklı koşullarda ortaya çıktı ve Sosyalist Parti’yi adeta kuyudan çıkararak yeni bir alternatifin öznesi haline getirdi.
Mayıs-Haziran 1936’da kurulan Halk Cephesi hükümeti, belleklerde örgütlenme hakkının tanınması, ücretlerin artırılması, ücretli izin ve haftada 40 saat çalışma gibi tarihsel kazanımları canlı tutuyor.
Aslında bu seçimler Fransa’daki iki kutuplu siyasal yaşamın yenilendiği anlamına da geliyor. NFP’nin varlığını besleyecek ve onu yönlendirecek sendikalar ve toplumsal örgütlenmelerin baskısı bir sonraki karşılaşma için belirleyici olacak.