60 kuşağının önde gelen şairlerinden, yazar ve gazeteci Refik Durbaş’ı, kaybettik. Şiirleri, denemeleri, haberleriyle silinmez bir iz bıraktı ardında.
Refik Durbaş’ın günümüz Türkiye’sinde pek nadir görülen üç özelliği vardı. Birincisi şair olmak, ikincisi adam olmak, üçüncüsü ise gazeteci olmak. Az konuşup çok düşünen, çok okuyan, çok yazan bir insandı. 80’lerin ortasında Cumhuriyet gazetesinde tanıdığım, Yeni Yüzyıl’da daha da iyi tanıdığım bambaşka bir varlıktı. Onun mısralarındaki samimiyet -dönemin stilize edilmiş, sloganlaştırılmış, halkçılaştırılmış ifadeleri arasında- temizliğiyle parlardı. İşte zaten bu nedenle asla eskimedi, dönemsel kalmadı ve kalmayacak.
Refik Durbaş’a “mütevazı” demek yetersizdir. İşinde gerçek bir profesyoneldi; çalışkandı, iddialıydı, espriliydi hatta komikti. Hangi yazının ne kadar ne olduğunu Türkçesinden, kimin kendisini ne kadar taşıdığını gözlerinden, neyin ne kadar gerçeğe yaklaştığını halinden anlardı. Durbaş, zeka gösterileri yapmayacak veya naif rolleri oynamayacak kadar yüksek IQ sahibi bir insandı.
İçinden çıktığı toplumu, insanları onun kadar hissetmiş, yansıtmış ve kendini öne çıkarma hevesi olmadan yaşamış az insan tanıdım. Bu varoluşuyla, doğal olarak hem takdir edilen hem de kızılan biri oldu. Onun gibi olamazdık; olamadık zaten. Ama ondan çok şey öğrendik. Hem nefis şiirleriyle bezendik hem de yapabildiğimizce kendimizi düzelttik. Hoşçakal usta; tekrar görüşmek üzere.