Hint-Avrupalılara Aryan etnik kökeni temelinde bir arkeolojik kimlik bulma çabaları Çatalhöyük’ün keşfiyle 1990’lardan itibaren yoğunlaştı. “Yüksek Batı kültürü”, mutlaka tarihin derinliklerindeki bir diğer “yüksek kültür”den kaynaklanmış olmalıydı! Göbeklitepe o tarihlerde biliniyor olsaydı, çok büyük olasılıkla bu teorinin merkezi olarak seçilecek, burası “Hint Avrupalıların tapınağı ve dini dünyaya armağan ettiği bir merkez” olarak tanıtılacaktı.
Son yıllarda kültür-sanat haberlerinin önemli bir kısmını, “dünya tarihini değiştirdiği” iddia edilen arkeolojik keşifler oluşturuyor. Bu örnekleme ile ilgili bir haber 24 Nisan 2019 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayımlandı. “Avrupa Kültürü Çatalhöyük’ten” başlıklı haber, çeşitli web sayfalarında “Avrupalılar Konyalı mı?” manşetleriyle de yer aldı.
Sözkonusu haberde, Polonya’da Çatalhöyük Neolitik Dönem sakinlerinin DNA’ları üzerinde yapılan bir çalışmadan bahsediliyordu. Çalışma sonucuna göre Çatalhöyük insanları ile Avrupalılar arasında yakınlıklar saptanmış. Konuya arkeolojik yorum yapan Prof. Mehmet Özdoğan ise durumun şaşırtıcı olmadığını, ulaşılan sonuçları arkeolojik olarak zaten bildiklerini ifade etmiş.
Görünüşte Anadolu insanının gurunu okşayan, yüksek Avrupa kültürünün kökeni olarak Türkiye topraklarını işaret eden sözkonusu haberin gerçekte ne anlama geldiğini tartışmak gerekiyor.
Hadisenin arkeolojik geçmişinde, Hint-Avrupalıların “unutulmuş-kayıp anayurt”larını bulma çabası bulunmaktadır. Tek bir dil ailesine mensup Hint-Avrupalılar (İndo-Ari), Britanya’dan Hindistan’a kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır. Bu büyük dil ailesinin erken tarihini araştırma ve anayurdunu bulma çabaları neredeyse 300 yıldır kesintisiz bir şekilde devam etmesine karşın, “Hint-Avrupa” teriminin tarihi çok eski değildir. Bazı Avrupalıların efsanelere inanıp Tevrat’tan önceki kutsal kitaplar olan Avesta ve Rig Veda üzerinde yaptıkları çalışmalar, Aryan etnisitesi temelinde Hint-Avrupa anayurdu teorisinin başlaması ve şekillenmesi ile sonuçlanmıştır. Aryanlar, Hint-Avrupalılar içinde en geniş grubu oluşturur. Aryan kelimesine de ilk olarak MÖ 521’de Akhaimenid (Pers) Kralı I. Darius’un kaleme aldırdığı Batı İran’daki Behistun Yazıtı’nda rastlanır. Kelime, Zerdüşt dini kutsal kitabı Avesta ile Hindistan Aryanları’nın dinî metinlerinden oluşan Rig Veda’da bulunmaktadır. Avesta’da geçtiği şekli ile “Airyanem Vaejah”, yani “Aryanlar’ın Ülkesi” anlamına gelmektedir.
Aryan kelimesi günümüzde maalesef ırkçı bir kuşatmanın bilimsel terimi olarak kullanılmakta. 20. yüzyılda Almanlarla başlayan bu ırkçı kuşatma, anti-semitizm ile kendini göstermişti. Avrupa kıtası, Güney Rusya stepleri, Anadolu, İran, Batı Orta Asya (Horasan, Maveraünnehir), Pakistan, Afganistan, Tacikistan ve Hindistan’ı Aryanların tarihsel toprakları olarak gören ve sözkonusu coğrafyada binlerce yıldır yaşayan diğer halkların atalarını arkeolojik ve etnoarkeolojik açıdan yok sayan bu ırkçı kuşatma, anayurt çalışmalarında 1990’lardan itibaren Anadolu’yu kendisine bir hedef olarak belirlemiş bulunmaktadır.
Marija Gimbutas ile başlayan Hint-Avrupalılara arkeolojik kimlik bulma çabaları, Colin Renfrew ile İç Anadolu’ya yönlendirilmiştir. Polonya’da kısa bir süre önce yapılan ve Hürriyet gazetesi’nde haberleştirilen DNA çalışmaları ise Anadolu’nun Hint-Avrupalılar’ın anayurdu olduğu kurgusuna bilimsel altyapı hazırlama aşamasındaki bir basamak gibi görünmektedir. Buna karşın Hint-Avrupalılar ile Aryanlar hakkında Britanya’dan Mezopotamya’ya, Karadeniz’in kuzeyinden İndus Vadisi’ne değin çok geniş topraklarda yapılan araştırmalar “istenilen” sonuçları vermemiş, kesin ve ispatlayıcı arkeolojik kanıtlara bugüne kadar ulaşılamamıştır.
1950’lerde Marija Gimbutas tarafından kurgulanan “Kurgan teorisi”, Hint-Avrupalıların kökenlerinin Karadeniz’in kuzeyindeki steplerden Hazar Denizi’ne kadar uzanan geniş coğrafyada bulunduğu temeline oturuyordu. Arkeolojik kimlik olarak ise göçebelerin yığma mezarları olan kurganlar kullanılmıştı. Bugün kendilerini yüksek ve üst kültürün temsilcileri olarak gören Batılılar, M. Gimbutas’ın “Kurgan Teorisi”ne hiçbir zaman sıcak bakmadılar. Zira kurganlar bir “alt kültür” ögesiydi. Zaten kurganların Hint-Avrupalılarla ilgisini gösterecek hiçbir bulguya ulaşılmamıştı. Kurgan teorisinin çıkış noktası ise Rig Veda’da geçen bir cümleydi: “Ölülerinizi bu tepelere gömün”. Bu tepeler kurgan olarak düşünülmüştü ve tüm kurganlar Hint-Avrupalılara ait olmalıydı.
“Yüksek Batı kültürü”nün göçebe çadırının siluetinden başka bir şey olmayan kurgandan çıkmış olabileceği ihtimali, özellikle Aryan ırkçısı Avrupalıları çok rahatsız etmişti. “Yüksek bir kültür” mutlaka tarihin derinliklerindeki bir diğer “yüksek kültür”den kaynaklanmış olmalıydı. Bu nedenle gözler 1990’lardan itibaren arkeolojik anlamda el değmemiş bir bölge olan Anadolu’ya çevrilmeye başlandı. Göbeklitepe’nin henüz bilinmediği o yıllarda, Çatalhöyük yüksek kültürlü bir Neolitik yerleşme olarak dikkati çekiyordu. Bu fırsat kaçmayacaktı. Özellikle İngiliz arkeolog ve biliminsanlarının öncülük ettiği çalışmalarla, Proto Hint-Avrupalıların anayurdunun Çatalhöyük olduğu dile getirilmeye başlandı.
Çatalhöyük’ün önemi
Çatalhöyük sakinleri savaşarak değil, sessiz ve sakin bir şekilde tarımın yayılmasına koşut olarak Avrupa’ya yayıldılar. Burası, Neolitik Dönem insanlık tarihinin önemli bir aşamasını karakterize eden bir yerleşim tarzı, toplum anlayışı ve eşitlik ideallerine dayanan kentsel planlamasıyla yalnızca Anadolu’nun değil Önasya’nın da en önemli yerleşmelerinden biri. Çatalhöyük, bugün itibari ile Anadolu’da en fazla sayıda tapınağın olduğu yerleşme durumunda. Bunların mimari yapılarından ziyade bezeme unsurları çok etkileyici. Tapınaklar av sahneleri ile dinsel törenleri canlandıran duvar resimleriyle özenli bir şekilde süslenmiş. Çatalhöyük kadar büyük ve daha da eski Neolitik yerleşmeler Anadolu ve Önasya’nın diğer bölgelerinde saptanmış olsa da, burada açığa çıkarılmış duvar resimlerinin benzerlerine hiçbir yerde rastlanılmadı. Çatalhöyük ayrıca, en erken tarımın uygulandığı, “einkorn” ve “emmer” buğdayları ile arpa, burçak, mercimek ve bezelyenin yetiştirildiği, köpek ile koyunun evcilleştirildiği, kilden kap yapmanın icat edildiği tek Anadolu Erken Öntarih yerleşmesi.
İşte tüm bu özellikleri ile Çatalhöyük, Hint-Avrupa anayurdu için mükemmel bir kimlik oluşturuyordu. Böylece hem Çatalhöyük gibi özgün ve gelişkin bir Anadolu yerleşmesi kimliklendirilmiş oluyor hem de tarım faaliyeti Hint-Avrupalıların dünyaya bir armağanı durumuna geliyordu!
Günümüzde ise Göbeklitepe, pekçok yönü ile Çatalhöyük’ten daha popüler bir hale getirilmiştir. Oysaki Çatalhöyük’ten 4 bin yıl önce kurulmuş olan Göbeklitepe ile Çatalhöyük’ü karşılaştırmak bilimsel bir yaklaşım değildir. Colin Renfrew’in Çatalhöyük merkezli Hint-Avrupa anayurdu teorisinin kurgulandığı dönemde Göbeklitepe biliniyor olsaydı, çok büyük olasılıkla bu teorinin merkezi olarak Göbeklitepe seçilecekti. Tarımın olmadığı Göbeklitepe, bu defa Hint-Avrupalıların “tapınağı ve dini dünyaya armağan ettiği bir merkez” olarak tanıtılacaktı.
Hint-Avrupalıların ve Aryanların Anadolu ile olan bağlantıları Erken Tunç Çağı’nın başlarında, MÖ 3000’lerde başlamıştır. Göçlerle Anadolu’ya gelmiş olduğu düşünülen önemli Hint-Avrupa halklarının başında Batı Aryan grubundaki Hititler, Luwiler, Palalar ve Lidler ile Doğu Aryan Mitanniler geliyordu. Hattiler, Hurriler ve Kaşkalar ise Anadolu’daydı. Buna karşın arkeologlar ve tarihçiler Anadolu merkezli göç trafiğini halen tartışmaktadır. Sözkonusu göçlerle ilgili ciddi bir arkeolojik kimlik sorunu bulunmaktadır. Özellikle Assur Ticaret Kolonileri Çağı’ndaki (MÖ 2000-1700) çiviyazılı belgelerde Hint-Avrupalı isimlere rastlanması, Anadolu’nun Aryan Öntarihinin yaşandığı coğrafya olduğuna işaret etmektedir. Bu bağlamda Proto-Hititçe, Proto-Luwice, Proto-Palaca ve Proto-Lidçe’nin Anadolu topraklarında geliştiği ve bunların da bilinen en eski Hint-Avrupa dillerinin kanıtları olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte Hint-Avrupa ve Aryan tarihsel ırkçılığının altında dil konusunda önemli bir rahatsızlık bulunmaktadır. Sümer dili ve yazısı (MÖ 3200) Kafkasya ve Batı Asiatik halklara, Akadça dili ve yazısı (MÖ 2500) Samilere, eski Mısır dili ve yazısı (MÖ 3100) ise kuzey Afrika yerel insanlarına atıf yaparken, tarihsel derinlik sağlarken; yüksek kültürlü Avrupa kültürünün yazı ve dil açısından izlenebilen ilk belgelerinin Hititler’den (MÖ 1700) geliyor olması Aryan ırkçılığı yapan Batılılar için kültürel anlamda ciddi bir aşağılık duygusu oluşturmaktadır.
Göbekitepe: En eski dinsel merkez
Çatalhöyük’ten onlarca yıl sonra keşfedilen Göbeklitepe, dünyanın bilinen en eski dinsel merkezi. Hint-Avrupa tarih ve arkeoloji araştırmalarının Göbeklitepe’yi de kuşatması an meselesi.
Beşiktaş kazıları ve değişen Öntarih
Hint-Avrupalıların Anadolu göçleri ile ilgili arkeolojik kimlik sorunlarına çözüm olabilecek bulgular İstanbul’dan gelmektedir. Kabataş-Mahmutbey Metrosu Beşiktaş Meydanı girişinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri başkanlığında devam etmekte olan arkeolojik kazılarda açığa çıkarılan çok sayıdaki mezar yapısı ile 70 civarındaki gömü; Türkiye, Avrasya ve Önasya Öntarihi’nin yeniden yazılması gerektiğine işaret etmeye başlamıştır. Dönem olarak Tunç Çağı’nın başlarına (MÖ 3000’ler) tarihlenen Beşiktaş gömülerinin kaba moloz taşlarla oluşturulmuş kromlekli (çevre duvarlı) mezar yapıları olduğu gözlenmektedir.
Kurganların prototipi olan kromlek mezarlar aynı zamanda kremasyon (ölü yakma) töreni için mekan görevi yapmıştır. Cesetler yakıldıktan sonra bazen urne denilen iri kapların içine yerleştirilmiştir. Anadolu ve Avrasya coğrafyası bütününde kremasyon geleneğinin Hint-Avrupalı toplumlar tarafından uygulanmış olduğu görülmektedir. MÖ 1700’lü yıllarda Hattuşa’yı (Çorum, Boğazköy) siyasi yönetim merkezi yaparak Anadolu’nun ilk merkeziyetçi devletini kuran Hitit toplumunun kremasyon geleneğini özellikle kral ve soylu cenazelerinde uygulamış olduğu saptanmıştır. Bu durum, kremasyon geleneğinin sıradan bir cenaze uygulamasını olmadığına, Hint-Avrupalı elitler için büyük önem taşıdığına işaret etmektedir.
Beşiktaş kromlek mezarları, Hitit toplumunun kökeni temelindeki sözkonusu bu tartışmaları sonuçlandıracak arkeolojik bulgular sunmaya başlamıştır. Avrupa-Asya geçişinin en uygun noktasında konumlanmış olan Beşiktaş mezarları, çok büyük olasılıkla göçebe ya da yarı-göçebe bir topluma ait olmalıdır. Ayrıca ölü yakma işlemlerinin mezar sınırları içinde gerçekleştirilmiş olması, Beşiktaş sakinlerinin kremasyon için özel bir mekanı yani bir yapısı bulunmadığını göstermektedir. Eğer bu mezarlar bir göç hareketinin arkeolojik kimlikleri ise, sözkonusu göçün kısa bir süreçte gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda, tüm bireylerin yakılmış olduğu Beşiktaş Erken Tunç Çağı toplumunun ve mezarlarının Anadolu’ya MÖ 3000’lerde gerçekleşmiş Hint-Avrupa göçlerinin ilk arkeolojik kimliğini oluşturmaktadır.