Eylül 2024 Sayımız Çıktı

Alevîlik: Anadolu’da ilk izler 11.yüzyıl başına tarihleniyor

OLUZ HÖYÜK: ÖZGÜN BİR İSLÂMİ TARZ

Amasya-Oluz Höyük’te açığa çıkartılan Anadolu Erken Türk Dönemi (11. yüzyıl) mezarları; yaylak-kışlak sistemine dayanan göçebe Türkmenlerin, İslâmi kuralların dışında kalan ata kültünü sürdürdüklerini kanıtlıyor. Malazgirt Savaşı’ndan yaklaşık 100 yıl önce, Kuzey-Orta Anadolu’ya sızmış Türkmen boyları ve geleneğin arkeolojisi.

Ortaçağ’da Orta Asya Türk boylarının genel bir bütünlük içinde aynı inanca sahip olduklarını söyleyemeyiz. Türklerin 7.-10. yüzyıllarda Tengricilik (Gök Tanrı dini), Maniheizm, Mazde­kizm, Hıristiyanlık, Yahudilik, Zerdüşt dini ve Budizm ağırlıklı olmak üzere farklı sistemler içinde oldukları bilinmektedir.

Türk kümeleri 7. yüzyıldan itibaren Emevî (661-750) ve Abbasî (750-892) devletleri dönemlerinde İslâmiyet ile tanışmalarına karşın; 10.-11. yüzyıllara kadar yaklaşık 300 yıllık sürede çoğunlukla bu yeni dinin periferisinde kendi mevcut din sistemlerine bağlı şekilde yaşadılar. İbn-i Fadlan, İtil (İdil/Volga) Bulgarlarına ulaşmak için yaptığı uzun yolculukta, 920-921’de bir süre Oğuzlara misafir olmuştur. Seyahatname adlı eserinde, Oğuzların İslâmiyet hakkın­daki düşünce ve çekinceleri ile bakışaçılarını; 10. yüzyılda bölgede dinsel anlamda neler yaşandığını Arap bir Müslüma­nın gözüyle anlatmıştır. İbn-i Fadlan’ın aktarımları üzerin­den İslâmiyet’in Oğuz boyları arasında 10. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yayılmaya başladığı düşünülse de, Türkle­rin yeni bir din sistemine geçiş öyküsü tarihî anlamda hâlâ birçok bilinmezlik içerir.

resim_2024-09-01_013149093
Türkmen Mezarlığı’nın proto- Alevî karakterini temsil eden bulgular, Tokat’ın Zile ilçesi sınırlarındaki Acısu Mezarlığı’nda bulundu.

Türk kümeleri, Saka (Doğu İskit) döneminden (MÖ 9.-3. yüzyıllar) beri büyük hayvan sürülerinin idaresi ile geniş sahalarda sürekli dolaşma te­melindeki göçebeliklerinde, ça­dır hayatına alışkın bir yaşam tarzına sahiplerdi. Yaylak-kış­lak sistemine dayanan bu hayat, sürekli bir hareket gerektiri­yordu. Kent hayatından uzak kalmış konar-göçer Türklerin, doğal olarak tapınak, ibadetha­ne gibi yapıları ve zorunlu iba­det tekrarları bulunmuyordu. Başka bir deyişle, göçebe Türk kümelerinin mobilize hayatları ve yollarda tükenen zaman­ları, tapınak ile tapınağa bağlı yerleşik din sisteminin kurum­sallaşmasına olanak tanıma­mıştır. Ayrıca İslâmiyet’in kimi kurallarının doğadaki yaşama ve Türklerin tarihsel hayat tarzına uymaması da sorunlara neden olmuş gibi görünmekte­dir. Bu bağlamda İslâmiyet çer­çevesi içinde farklı bir kategori oluşturan Türk kümelerinin, kendi geliştirdikleri bu özgün İslâmi tarzı Asya gelenekleri ile Anadolu’da dolaşırken karşı­laştıkları eski yerel kültlerden çıkarsamalar yaparak şekil­lendirdikleri gözlenmektedir. Bu süreç, 10. yüzyıldan itibaren Alevîlik denilen yeni bir inanç sisteminin oluşmasıyla sonuç­lanmıştır.

resim_2024-09-01_013153804
Oluz Höyük’te açığa çıkartılan Anadolu Erken Türk dönemi mezarlarında bir kadın iskeleti (üstte) ve bulunan bir çocuk iskeletinden çıkartılan modelleme (altta sağda).
resim_2024-09-01_013305943

Alevîlik olgusunun tarihî seyri noktasında, Oluz Höyük Türkmen Mezarlığı’nda sapta­nan bazı bulgular, sözkonusu inanç sisteminin 10. yüzyılın ikinci yarısında konar-göçer Türkmenlerde bulunduğunu gösterir. Alevîliğin tarihsel kökenleri ile ilgili masabaşı çalışmalarında Yesevîlik, Vefaî­lik, Kalenderîlik ve Haydarîlik gibi damarlardan hangisinin daha etkin olduğu noktasında yoğun tartışmaların yaşandığı bu dönemde; Oluz Höyük’teki arkeolojik bulguların sözkonu­su damarlardan çok daha erken bir dönemi işaret etmesi olduk­ça değerli ve önemlidir. Alevîler üzerine yapılan tartışmalarda, konar-göçer Türkmenlerin hayat tarzı ile Orta Asya’dan getirdikleri kültürel miras ve inançları genellikle gözardı edilmektedir. Bu bağlamda, Oluz Höyük bulgularının Alevî­liğin oluşmaya başladığı süreci yani “Proto-Alevîliği” temsil ettiği anlaşılmaktadır.

Oluz Höyük’te açığa çıkarı­lan Anadolu Erken Türk Dönemi (11. yüzyıl) mezarları, arkeolojik değerleri kadar inanç sistemleri ile de dikkati çekicidir. Akhai­menid Dönemi’ne tarihlenen 2B Mimari Tabakası (MÖ 450-300) içine açılmış olan bazı mezar­lar, Türkmen boyunun en erken gömülerini oluşturur. Kire­mit, ahşap ve taş kullanılarak gerçekleştirilen basit toprak gömülerin dikkati çekici özel­likleri, kimi mezarlarda İslâmî cenaze gelenekleri yanında, birtakım farklı uygulamaların da saptanmış olmasıdır. Bir kız çocuğuna ait mezarda, kulak bölgesinde in situ bulunan tunç küpeler ile karın bölümünde saptanan tunç bir fibula vardır. Olasılıkla kefeni bağlamak için kullanılmış fibula’nın üzerinde saptanan fosilleşmiş açık renkli düz dokuma kumaş kalıntısı, Anadolu’da bugüne değin bir İslâmi mezarda saptanmış en eski kefen bulgusunu oluştur­maktadır. Mezarın yönü ile bi­reyin kefen ile gömülmüş olma­sı, cenazenin İslâmi geleneklere uygun biçimde gömülmüş olduğuna işaret ederken, küpe ve fibulanın varlığı, kurgan uy­gulamalarına atıf yapmaktadır (Ölmüş bireylerin eşyaları ya da takılarıyla gömülmesi İskit­lerle başlayıp, Hun, Göktürk ve Oğuzlarla devam etmiş kadim bir Türk cenaze geleneğidir). Oluz Höyük çocuk mezarındaki uygulamalar ve buluntular, MÖ 8.- 7. yüzyıllardan beri devam eden Türk cenaze geleneğinin MS 11. yüzyılın ilk çeyreğinde İslâmiyet içindeki varlığına işaret etmektedir.

resim_2024-09-01_013311545
Günümüzde, Anşa Bacı Ocağı’na mensup Sıraç Türkmenlerinin ikamet ettiği tarihsel kimliği olan Acısu Köyü mezarlığında mezartaşları.

Yetişkin bir kadına ait olan diğer bir mezar ise aşamalı yapımı ve gelenekçi uygulama­larıyla oldukça değerli detaylar içerir. Birey mezara baş batıda, ayaklar doğuda ve yüzü kıbleye bakacak biçimde yerleştiril­miştir. Ayaklar üzerine büyük bir kiremit parçası konulduktan sonra mezar çukuru yatay yer­leştirilen ahşaplarla kapatılmış, mezar çukurunun üstü yanlara da taşacak biçimde kiremitlerle gelişigüzel kaplanmıştır. Kire­mitlerle kaplanan alan toprakla kapatılmış ve büyük bir tümsek oluşturulmuş olmalıdır. Tüm bu detaylar özenilmiş bir mezar uygulamasına işaret etmekle birlikte, son aşamada oluşturu­lan büyük tümseğin, kurgan bi­çiminde bir mezara öykündüğü kesindir. 11. yüzyılın ilk çeyre­ğinde oluşturulmuş bu mezar, Türklerin İslâmiyet cenaze geleneklerini benimsemeye başladığı bir dönemde yapılmış son kurgan uygulamalarından biri gibi görünmektedir.

Oluz Höyük Türkmen Mezar­lığı’ndaki ölü gömme gele­nekleri Anadolu İslâm cenaze uygulamaları ile karşılaştı­rıldığında, Anadolu’ya özgü olmayan unsurlar farkedilir. Bu mezarlığın benzer unsurları barındıran bir çağdaşı, bugüne kadar Anadolu ve Önasya’da saptanamamıştır. Buna karşın kurgan benzeri mezar yapıları, mezar içlerindeki bazı uygu­lamalar ile ölü hediyelerinin varlığı; Anadolu Türklerinin anayurdu olan Hazar Denizi doğusundaki coğrafyayı işaret etmektedir.

resim_2024-09-01_013316499
Sir Derya (Seyhun) havzasında yer alan Süttü Bulak mevkii geniş bir nekropol alanı içerir.
areko
Oluz Höyük çocuk mezarında bulunan fibula ve küpe.

Sir Derya (Seyhun) havzasın­da yer alan Süttü Bulak mevkii geniş bir nekropol alanı içerir. Kırgızistan’daki Issık Gölü’nün batısında bulunan Süttü Bulak, aynı adı taşıyan küçük bir buzul gölünün kenarındadır. Tanrı Dağları havzasında yer alan Süttü Bulak, Göktürk Dönemi’n­den itibaren Türk boylarının gömü yaptığı büyük bir mezarlık alanıdır. Süttü Bulak’ta Kırgız ve Alman arkeoloji ekiplerinin yap­tığı kazılarda açığa çıkarılmış ve Erken-Geç Ortaçağ’a tarihlenen bazı mezarlarda, bireylerin ah­şap eyerlerle gömüldüğü gözlen­miştir. Sözkonusu mezarlardaki eyerlerin iskeletlerin ayakları üzerinde saptanmış olması, hem atlı göçebe bir yaşama hem de uygulama bakımından Oluz Höyük kadın mezarına atıf yapmaktadır. Bu bağlamda, Oluz Höyük kadın mezarındaki ki­remit, mezara eyer bırakılması geleneği ile ilgili gibi görünmek­tedir. Oluz Höyük’te eyer yerine kiremit kullanılmasının akla gelebilecek ilk nedeni yoksulluk olmalıdır. Anadolu dağlarında yaşam mücadelesi veren ve ölen bireylerini Oluz Höyük’te defneden Türkmen boyu, cenaze geleneklerini devam ettirme noktasında kendileri için gerekli ve değerli bir eşyayı mezara bı­rakma yerine, bunu simgeleyen bir kiremidi kullanmayı tercih etmiş olmalıdır.

resim_2024-09-01_013505455
Oluz Höyük’te bulunan kadın mezarının restitüsyonu.

Anadolu Alevîliği üzerine bugüne değin yapılmış bilimsel çalışmalar ile kaleme alınmış kitaplar ve makalelerde kulla­nılan bulgular içinde, arkeolojik buluntulara yer verilmemiştir. Oluz Höyük Türkmen Mezarlı­ğı bu noktada, erken gömüleri ve bu gömülerde uygulanmış cenaze gelenekleri ile Alevîliğin oluşum dönemindeki arkeolojik bulgu noksanlığını tamam­lar. 11. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen Oluz Höyük’ün erken Türkmen mezarları, Malazgirt Savaşı’ndan yaklaşık 100 yıl önce, koyun sürülerine yeni ve geniş otlaklar bulmak için Kuzey-Orta Anadolu’ya sızmış Türkmen boylarının varlığını kanıtlamıştır.

resim_2024-09-01_013510837
Acısu Köyü mezarlığında mezartaşlarının üzerine resmedilmiş betimlemeler.

Türkmen Mezarlığı’nın pro­to-Alevî karakterini temsil eden bulgular, Oluz Höyük’ün yakın çevresinde halen yaşamaktadır. Özellikle Alevî-Türkmen köyleri ve onların cenaze gelenekle­ri Oluz Höyük bulgularının tarihsel önemini kavramamız açısından çok önemli ve değer­lidir. Bu köylerden en önemlisi Oluz Höyük’ün kuşuçumu 50 km. güneyindeki Acısu köyüdür. Sıraç Türkmenlerinin yaşamak­ta olduğu Acısu köyü, Tokat-Zile sınırları içindedir, bu köyün Oluz Höyük’e coğrafi yakınlığı konar-göçer Türkmen boyunun dolaştığı bölge dahilinde bulun­duğunu düşündürmektedir.

Acısu köyü günümüzde, Anşa Bacı Ocağı’na mensup Sıraç Türkmenlerinin ikamet ettiği tarihsel kimliği olan bir yerleşim­dir. Anşa Bacı Türbesi’nin de bulunduğu köy mezarlığı, özel­likli mezarları ve mezartaşları ile dikkati çekicidir. Bunların içinde bazı mezartaşları üzerine resmedilmiş gündelik eşya betimlemeleri, defnedilmiş bireyin hayattayken sevdiği ve kullandığı yiyecek, içecek, eş­yalarla ilgili olmalıdır. 2018’de köye yaptığım ziyaret sırasında köy sakinleri, ölen bireylerin mezara elbiseleri giydirilmiş olarak yatakları, yorganları bazen de sevdikleri eşyalarla defnedildiklerini aktarmışlardı. Yüzey araştırması ve sözlü tarih çalışmasıyla ortaya konan bu tespitler, buradaki cenaze uygu­lamalarının kurgan gelenekle­rinin günümüze ulaşan pratik­leri olduğuna işaret etmektedir. İskit-Hun-Göktürk-Oğuzların kurgan ve cenaze gelenekleri ile Anadolu’ya taşınan bu gelene­ğin Ortaçağ’daki uygulayıcıları olarak Oluz Höyük Türkmen boyunu gösterebiliriz.

resim_2024-09-01_013515744
Süttü Bulak’taki eyerli mezar.

Ortaya çıkarılan bulgular hem Kuzey-Orta Anadolu’ya, Amasya’ya binlerce koyun ve keçiden oluşan sürülerine yeni otlaklar bulmak amacıyla, kıl çadırları ile birlikte gelmiş konar-göçer bir Türkmen bo­yunun varlığına işaret etmekte hem de Anadolu Alevîliğinin kökenlerine yeni bir bakışaçısı getirmektedir. Erken Türkmen boylarının hayvan yetiştirici konar-göçer hayat tarzının dinsel kimliklerinin inşaında belirleyici bir rol oynadığı gö­rülmektedir. Gelenekçi toplum­larda ritus’ların devam ettiril­mesi kaçınılmazdır. Türklerin ata kültü noktasında atalardan intikal eden ritus’ların değiş­mezliği, katı kurallara bağlı içgüdüsel hareketlerin icrası; Türkmenlerle İslâmiyet arasın­daki yakınlaşmanın da sorunu olmuştur.

Bunlara ilave olarak Ana­dolu’ya saf Türkçeleri ile giren, dilleri konusunda asla taviz vermeyen ve dinsel ayinlerinde Türkçe dışında dil kullanmayan Türkmen kümelerin; İslâmi­yet’in gerekliliklerinden olan Arapça dilinin baskısı karşın­daki refleksleri de Anadolu Alevîliğinin oluşumunda belir­leyici olmuştur. Bu bağlamda Anadolu’ya 10. yüzyılın ikinci yarısında girmeye başlayan erken Türkmen boylarının ken­dilerine özgü dinî yorumu ile daha sonra ortaya çıkacak olan Alevî inancı arasında kayda değer benzerlikler olduğu göz­lenmekte, bir öncül-ardıl ilişkisi kurulabilmektedir.