Kasım
sayımız çıktı

Altının kanla yazılan tarihi ve siyanürle güçlenen laneti

2 BİN YILI AŞKIN ZAMANDIR HEP AYNI GERÇEK

İnsanlar tarih boyunca sulardan, kayalardan altın çıkarmak için etrafı mahvetmekten, kölelerin kanını akıtmaktan hiç sakınmadı Bu tutku ve lanet bitmiş değil. Erzincan-İliç’teki toprak kayması da, altın uğruna yaşanan felaketlerin sonuncusu oldu. 19. yüzyıl sonundan bu yana “geliştirilen” cıva ve siyanür kullanımı, altın acılarını dünyaya yayacaktı.

Her dokunduğu altına dönüşen efsanevi Fri­gya Kralı Midas’ın la­netini duymayan yoktur. Midas, altına dönüştüğü için yemek bile yiyemez. Sonunda Paktolos Irmağı’nda (bugün Sart Çayı olduğu düşünülüyor) yıkana­rak lanetten kurtulur. Hikayesi Tevrat’ta ve Kuran’da anlatılan Kârûn da böyledir; muazzam servetiyle mağrur bu adam Hz. Musa’ya ve Allah’a isyan etmiş, yer yarılıp toprağa gömülerek cezalandırılmıştır. Tarihten örnekler de, altın saplantısının bir lanet olabileceğini gösterir.

Altın bir değişim aracı olarak neden başköşede yer alır? Miktarı sınırlıdır; bu ona özel bir değer verilmesini sağlar. Dünyanın her yerinde vardır ama çıkarılması zordur; bu da değerini arttırır. Şekil değişti­rebilir, eritilip katılaştırılabilir ve kırpıldığı zaman bile kaybol­maz. Parlak ve ışıltılıdır, güneşe benzer. Çok uzun zamandan beri bir süs ve gösteriş aracıdır. Günümüzde güçlü bir iletken olarak elektronikte (bilgisayar­larda, kablolarda), sağlam bir maden olarak dişçilikte, ameli­yat aletleri ve uzay araçlarında, ısı kontrolü için cam binalarda kullanılır. Ancak asıl işlevi, de­ğişim ve yatırım aracı oluşudur.

gundem_maden_1
İliç’te çevrecilerin tüm uyarılarına rağmen işletmeye açılan, kapasitesi artırılan altın madeni göz göre göre bir felakete neden oldu.

İlk altın sikke, Batı Anado­lu’da, Efes, Miletos ve Sardes gibi kentlere egemen Lid­ya Krallığı’nda kesildi. Kral Kroisos (Krezüs) döneminde (saltanatı MÖ 546’da son buldu), bu zenginlik en yüksek merte­besine erişti. Herodotos’un an­lattığına göre Lidyalı kadınlar çeyizlerini altın sikke birikti­rerek hazırlıyordu. Lidya’da ilk sikkenin basılmasının nedeni, ülkedeki Paktolos Nehri’nin al­tınlı alüvyonlarıydı. Dağlardan gelen toz hâlindeki elektron denilen maden (altın ve gümüş alaşımı) nehir tarafından taşı­nıyordu. Lidya sikkelerinin her yerde kabul görmesi ticaretin patlamasını, insanların ve fi­kirlerin dolaşımını hızlandırdı. Gelgelelim sonunda Kroisos’un ülkesi Persler tarafından işgal edildi, yağmalandı ve kendisi de öldürüldü. Kroisos altın sikke­nin mucitlerinden olduğu gibi, onun lanetine uğrayanların da ilkiydi.

gundem_maden_2
Kanada’daki Klondike madenleri için bir el kitabında, ağır tortu madenciliği bu resimle anlatılıyor (1897).

Altın ilk çağlarda nere­den-nasıl çıkarılıyordu? Oğlu Büyük İskender’e müthiş bir hazine bırakan Makedonya Kralı 2. Phillippos’un bugünkü Bulgaristan’da; Mısır firavun­larının Nübye’de; Kartacalı­lar’ın ve sonra Romalılar’ın İspanya’da altın madenleri işlettiğini biliyoruz. Altın ma­denciliği her zaman dünyanın en zor ve tehlikeli işlerinden biri olmuştu. Örneğin Yunanlı yazar Diodorus (MÖ 1. yüzyıl) Nübye’deki madenleri görmüş ve altının nasıl çıkarıldığını anlatmıştı. Nübye, bugün güney Mısır ve Sudan’ın bir bölümünü kapsayan Nil Nehri kıyısındaki bölgeydi. Buradaki Kuş Krallığı döneminde de, sonraki Mısır egemenliğinde de hep altın çı­karılmıştı. Tepelerde kölelerin sırtüstü veya yan yatıp sürüne­rek girebildiği derin oyuklar vardı. Kölelerin çoğu düşen kayaların altında eziliyor, bu taşlardan altını çıkar­mak için yakılan ateşler, etrafa zehirli dumanlar saçıyordu. Diodorus, Mısır krallarının bu nedenle suç­lular ve esirlerle yetinmeyip kendi yakınlarını bile köleleş­tirdiğini anlatmıştı.

gundem_maden_3
Dünyanın ilk altın sikkesi kabul edilen Lidya sikkesinde aslan başı.
gundem_maden_4

İspanya’daki altın maden­lerini çalıştıran Romalılar da Mısırlılar kadar acımasızdı. İs­panya’da “hidrolik madencilik” denen, su fışkırtarak kayaların parçalanıp altının çıkarıldığı yöntem uygulanıyordu. Bu sular çiftlikleri yok ediyor, nehirleri çamura dönüştürüyordu. Son­raki yüzyıllarda cıva ve siya­nür kullanımıyla gelişen altın madenciliği daima bu tür yan sonuçlar doğuracaktı (Erzin­can-İliç’te yaşanan son felaket, 2 bin yılı aşkın bir zamandır maalesef aynı yöntemlerin ge­çerli olduğunu gösteriyor).

Romalı yazar Cassius Dio, altın tutkusunun insanı nerele­re sürükleyebileceğini, Marcus Crassus’un ölümünü örnek gös­tererek anlatmıştı. Spartacus isyanını bastırmasıyla tanınan Marcus Crassus (MÖ 114-53), aynı zamanda Roma’nın en zengin adamıydı. Serveti emlak spekülasyonuna dayanıyordu. Bir bina yandığında çevresin­deki binaların değeri düşüyor, Crassus da onları neredeyse arsa fiyatına alıyordu; ama kendisinin asıl hedefi, büyük bir Romalı komutan olarak tarihe geçmekti. MÖ 53’te 50 bin kişilik ordusuyla Part seferine çıktı. Ancak Partlar karşısında Carrha­e’de (Harran civarı) yenilerek esir düştü. Cassius Dio’nun anlattığına göre Partlar, altın merakıyla tanınan Crassus’a uygun bir idam şekli buldular: Ağzına erimiş altın dökerek öldürdüler.

gundem_maden_5
Kolombiya Barbacoas’da yerliler altın arıyor. Burada günümüzde de altın çıkarılıyor.

Amerika’nın Avrupalılar tarafından keşfinin ilk önemli sonucu, burada bulunan maden yataklarının işlenerek Yeni Dün­ya’dan Eski Dünya’ya doğru bir para yağmuru başlatması oldu. Zaten bu kıtaya ilk ayak basanla­rın hedefi de buydu: “El Dorado” dedikleri altın diyarını bulmak. Amerika kıtasına doğru yola çı­kan Kristof Kolomb, yeni toprak­lara ilk ayak basışından (13 Ekim 1492) 1 gün sonra “civarda altın olup olmadığını anlamak için çok dikkatli ve titiz davrandım” diye yazıyordu. Küba’ya doğru yelken açtığında seyir defterine “aşırı sıcağa bakılırsa bu diyar altın bakımından zengin olmalı” diye not düşmüştü (çok eskiden beri bilinen Afrika altını nedeniyle o zamanlar altının sıcak iklime sahip ülkelerde bulunduğuna inanılırdı).

gundem_maden_6
Romalı komutan Crassus’un ağzına erimiş altın dökülerek idamını gösteren bir gravür.
gundem_maden_7
Eski Mısır’da Yeni Krallık döneminde (MÖ 16.-11. yüzyıl) kraliçe için yapılmış Nübye altınından sandallar (Metropolitan Müzesi).

İşsiz güçsüz ve maceracı bir dizi İspanyol, 16. yüzyıl başında Yeni Dünya’ya koştu. Bu kaşifler Amerika kıta­sının güneyinde ilerlerken hayalî bir “Río d’oro”ya (altın nehri) ulaşmayı düşlüyordu. Örneğin İspanyol maceracı Francisco Pizarro (1475?-1541), yanında 100 kişiyle bugün Ekvador, Peru, Bolivya, Şili ve Arjantin’in büyük bölümünü kaplayan topraklara ulaştı. 1532’de İnka İmpara­toru Atahualpa onları misafir ederek ağırladı. İspanyollar’ın gözü altın kaselerden, som altın tahttan, altın süslemeli giysiler­den ayrılmıyordu. Pizarro, ertesi gün imparatoru kendi kampına davet etti ve onu misafir edeceği yerde esir etti. Hikayeye göre Atahualpa, serbest bırakılması karşılığında bulundukları odayı altınla doldurma sözü verdi. Atahualpa’nın fidyesi, saraylar­dan, tapınaklardan ve binalardan sökülerek buraya taşındı. Bu eşyalar eritilerek külçeye çevrildi ama İspanyol fatihler de birbir­lerine girdiler. Francisco Pizarro, 1541’de Lima’daki sarayında ra­kiplerinin saldırısına uğradı, en az 20 kılıç darbesi aldı, boğazına saplanan bir mızrakla öldü. Peru­lular buna “İnka laneti” dediler.

Modern zamanlarda, 19. yüz­yılın ikinci yarısında, dünyanın çeşitli bölgelerinde arka arkaya altın yatakları bulundu. Rus­ya’yı ABD izledi. 1848 başında ABD California’da çıkan altın, insanların buraya akmasını sağladı. Bunu 1851’de Avustralya’da, 1884’te Güney Afrika’da ve 1897’de Kana­da-Klondike’da yapılan keşifler izledi. Bu yeni madenler, bulun­dukları ülkelerin kaderlerinin değişmesine yol açtı.

gundem_maden_8
Lidya Kralı Krezüs (Kroisos) hazinesini Atinalı bilge Solon’a gösteriyor. Flemenk ressam Hoecke’nin tablosu (17. yüzyıl).

Ancak lanet, insanın peşini bırakmadı. California’da ilk altın, John Sutter (1803-1880) adında bir adamın arazisinde bulun­muştu. Sutter İsviçre’den ABD’ye göç etmiş, California’da “New Helvetia” (Yeni İsviçre) adını ver­diği küçük bir krallık kurmuştu. Bu arazide fırın, barakalar, tabak­hane, 30 hayvan, 2 bin at ile katır ve buğday tarlaları vardı. 1848’de yaptırdığı kereste fabrikasının arazisinde işçilerin altın bulması onun için bir facia oldu. Sutter’ın arazisine büyük bir insan akını başladı. Anılarında şöyle yazdı: “İşçilerim beni terkedip altın tar­lalarına koştu. Her yer serseriler­le doldu. Araziyi koruyan kimse kalmadı. Taşlar, hayvanlar, atlar, variller, her şey çalındı.” Sutter yıllarca mahkemelerde hakkını aradı; 16. kere mahkemeye baş­vurduktan 2 gün sonra 1880’de 77 yaşında öldü.

gundem_maden_9
Geliştirdiği siyanür yöntemi Güney Afrika madenlerinde uygulanan İskoç kimyager MacArthur.

Güney Afrika’da ise 1884’te bir ev inşaatı sırasında altın bulunması, Johannesburg ken­tinin gelişimini sağladı. Ancak bu buluşun arkasında da yine bir lanetli hikaye vardı. Arazi­de altın bulunduğunda, birkaç maden şirketi işe para yatırdı ama kaya içindeki altını çıka­ramadılar. Şirket iflasın eşiğine geldi. 1889’da John Stewart MacArthur adında bir İskoç kimyager bölgeye gelerek bir siyanür yöntemi geliştirdiğini, bunun Güney Afrika’nın bütün sorunlarını çözeceğini ilan etti. Çıkarılacak altından pay alma karşılığında maden şirketleriyle anlaşma imzaladı. Yöntem başa­rıya ulaştı; bölgede 1886’da yılda 1 ton altın çıkarılırken, 1898’de bu rakam 120 tona yaklaştı.

Ancak birkaç yıl sonra maden sahipleri, siyanürlü yöntemin mucidine gereğinden fazla pay verdiklerini düşünmeye başladı­lar. Uzun bir dava sonunda mah­keme 1896’da siyanür yöntemi­nin yeni olmadığına dayanarak, MacArthur’ün patentini hüküm­süz ilan etti. MacArthur yoksul bir adam olarak öldü. Siyanür yöntemi ise çevreyi zehirleyerek altın çıkarılmasında kullanılma­ya devam etti.

Bugün altın, şatafat ve estetik aracı olarak; altın musluklar, altın otomobiller, altın gitarlar, altınlı yemeklerde görüldüğü gibi en eski işlevini sürdürüyor. Yatı­rım ve tasarruf aracı olarak da gücünü koruyor. Ne zaman ciddi siyasi kriz ihtimali ufukta belirse, insanlar “güvenli liman” dedikleri altına koşuyor, Merkez Banka­ları da rezervlerinin önemli bir bölümünü altına ayırmaktan vazgeçmiyor.